Neredeyse bir yıl daha geçmiş son mesajdan bu yana. Evet, Yengeç hala karada. Yine yaza kaldı. Çünkü berbat bir kış, hem de üzerinde çadır olmadan geçirdik. Yağmur geliyor, kapat tekneyi, yağmur bitti aç tekneyi... geçtiğimiz ayların rutini böyle bir şeydi. Tabi örtmekten bahsettiğimiz tekne Yengeç. Davlumbazı, koca karnı, rüzgarı... hiç de kolay geçmedi. Her seferinde küfür hırla! Bir de bitmek bilmeyince kış neredeyse Nisan sonuna kadar rölantide geçti günler.
Nisan'la beraber Demirel'in incisi ile sıvadık kolları: "Nerde gaamıştık?"
Bir kaç tamir, ardından bol zımpara, astar, tekrar zımpara... de ja vu! Bir önceki Nisan'dan hiç bir farkı yoktu yaptığım işlerin. Teorik olarak süreç basit. Tamir yapılan yerlere tekrar macun çekilecek, takozlanacak (zımpara), astar atılacak, zımparalanacak ve tekne topyekün temizlenip boyanacak. Pratikte olan biten bambaşka tabi.
Macun bitti. Astarı atmak için tekneyi temizlemek zulüm, çünkü camlar yok, motor kapaklarının altında olması gereken su giderleri yok... Hal böyle olunca temizlik bile başlı başına bir "challenge" haline geliyor. Öyle, böyle attık astarı. Sonra tekrar zımpara. Zımpara çekerken gözden kaçan yerler de çıkınca tüm tekne bir kez daha zımparalandı.
Bu arada eş zamanlı olarak iç mekanda yapılacak işler için bir marangoz arayışına başladım, ki Mart'ın ilk haftasıydı. Bugün itibarı ile hala arayışım devam ediyor. Cam kenarları için şablon çıkartıp kontra kesecek bir marangoz hala bulamadım. Sonuçta adamlar tik güverte, motoryat mobilyası gibi işler kovalarken dönüp bakmıyorlar bile. Bayramdan sonra da bulamazsam birilerini o iş de bana girecek gibi.
Tarihler 2 Haziran'ı gösterdiğinde lanet maskeleme işi bitti ve sonunda üst binanın bir kısmına vurduk boyayı. 14 ay gecikmeli olarak
Bu arada renk için saatler harcayıp, en sonunda gidip malzemeci de birlikte hazırladık. La bir vurduk boyayı, alakası yok bizim hazırladığımızla. Deli olacağım. Kovaya bakıyorum başka, ışıkta başka, gölgede başka... akriliğini de dedim, geçtim. Sonuçta gözüm alıştıkça sevdim de.
Hemen ardından üçüncü kez çadır kurmaya giriştim. Yahu sadece şu çadır hikayesi bile aklı başında bir adamı delirtmeye yeter de artar bile. Yine tek başına altı metrelik dikmelerle kurdum çadırı. Ardından iskele. Sonra bir kaç günüm yağmalanan kalasları geri toplamakla geçti. Önceki yıl edindiğim tecrübeyle bu sene yüksek bir gölgelik yaptım ki biraz olsun yaşam şansım kalsın yukarıda çalışırken. İlk günün sonunda fırtına çıktı ve sabah gölgelik darmadağın oldu. Toparladım. Tekrar fırtına çıktı. Tamamen dağıldı
Sonunda lanet fırtınalar bitince daha bir sağlamlaştırdım ve hala iş görüyor...
Bir diğer eğlenceli durum ilk Göcek yazımda başıma gelen "kırk ikindiler" belasının yeni ve daha beter versiyonu oldu. Mayıs'ın ikinci haftasından itibaren neredeyse Haziran'ın son haftasına kadar her öğleden sonra yağdı şerefsiz. Hatta boya attığımız gün de yağdı ama neyse ki sıcaktan kurumuştu boya.
Maskeleme belasından kurtulmak için üst binanın bir kısmını ruloyla atayım dedim. Demez olaydım! Akrilik boya ruloyla atılmaz dediklerinde çemkirmiştim doğru ruloyla atılır diye. Doğru rulo yokmuş. Rulo köpürüyor ve eriyor. Fırça iz yapıyor. Akrilik boya, özellikle de bu sıcaklarda anında kuruyor. Fırça izleri yüzünden iki kez zımparalayıp tekrar attım. Daha beter oldu
Bu arada en gurur duyduğum eklenti olan cam kenarlarındaki çıkıntıları maskelerken kendime ettiğim küfürün haddi hesabı yoktu. Sana mı kaldı lan estetik kaygı... 15 tane yuvarlak cam... bildiğin kapak.
Tabancasız akrilik boya zıçışından sonra tekrar boya atan arkadaşı aradım, dedim ben cinnet geçirip bordalara akrilik boyayı boca etmeden gel at şu boyayı. Maskele, gelip atayım dedi. Maskele demesi kolay. Bir kıytırık 24'lük 3M bantın tanesi olmuş 81 TL. Dahası tüm tekne kapanacak. Yürüyüş iskelesiydi, maskesiydi derken sonunda Pazartesi günü bordalara da attık boyayı. Bilgisayar oyunu tadında, level level ilerliyoruz resmen.
Bugünün eğlencesi de çarmık ayaklarının yerleriydi. Elyaf yapan sığırdan, macun çeken sığıra kadar her birisine bin kez söyledim, delikleri kapatmayın diye. Arkadaş insan düşmanına yapmaz böyle bir kötülüğü. Önce termal kamerayla işaretledim. Bir de sevindim ki, kıçım bile kalktı, zekice çözdüm sorunu diye. Ama gel gör termal kameranın hayatıma katkısı yeni macun tamiri oldu. Alakasız yerlerde çıktı delikler. Bugün sadece bir deliğin yerini bulabilmek için bir buçuk saat uğraştım. İskele taraf bitti, sancak yeni başladı. 24 deliğin henüz 9 tanesini bulabildim.
Sadece kıytırık bir delik için bile bu kadar uğraşırken "abi bitmedi mi hala, bir an evvel at artık şunu denize." diyene kafa göz girecek hale geldim artık. Hele samimiyse okkalı küfrediyorum. Her işe bir "challenge". Mesela, davlumbazın camlarını takayım da en azından yağmura karşı kapatacağım alan biraz azalsın dedim. İlk camı aldım elime, ahanda, küt diye oturdu. Mallık edip "Oh be!" demiş bulundum. Lan senin neyine gerek öyle rahatlama ünlemleri falan. Bir sonraki cam bir saatten fazla uğraştırdı ki bir de o gün yardım eden vardı. Son camda artık delirmek üzereydim ki bir marangoz arkadaşı çağırdım, nasıl oturtursan oturt, yeter ki oturt dedim. Yarım saatte oturttu gitti. Sonuçta 6 tane cam bir günde anca oturdu yerlerine.
Bir de uyarı; ki daha önce çok fazla insana söyleyip, sonra kendim aynı haltı yediğimden aklıma geldikçe deliriyorum. Zehirli astarı silikonluysa sika yapışmıyor. Lan bilmesem neyse, nasıl bir mallığıma denk geldi bilmiyorum, taktık kovanları yerine, ertesi sabah kahvaltı ederken geldi aklıma. Fırladım gittim ki eve, yapışmamış lanet olası sika. Bir fırsat ve de el verecek birini bulduğumda tekrar sökülüp, tekrar monte edilecek.
Daha binlerce irili, ufaklı, saçma sapan şeyle uğraşarak geçiyor günler. Bu yaz artık inecek onu biliyorum ama ne zaman inecek, cidden hiç bir fikrim yok. Daha irili ufaklı bin tane iş var yapılacak ve tek başına yetişmek cidden çok zor.
Bayramdan sonra kalan boya işleri için tekrar maske, temizlik. Boya işi bitince iç mekanın kalıpları, kesimi vs... Arada bir yerde de motor ve mekanik.
Motor demişken, geçenlerde erteleyip durduğum işlerden birine giriştim, daldım mazot tanklarına. Yengeç'te toplam 800 lt hacminde 6 adet mazot tankı var. Ali abiye sordum, hiç bakmamış bile. Eh, 9 yıldır ben de hiç bakmadım. Artık zamanıdır, o gün, bugündür dedim, giriştim. Düşündüğümden çok ama çok daha temiz çıktı, orası kesin. Ama kontrol kapaklarının contaları efsaneydi. Tamamen erimiş, pelte gibi bir şey olmuştu. İçerideki pisliğin bir kısmının kaynağı o "mazota" dayanıklı contalardı.
Sabah son bir aydır olduğu gibi 06:00 işbaşı, delikler aranacak. 10:00 gibi kahvaltı molası. 12:00-20:00 arası ikinci vardiya. Bu tempoya nasıl oluyor da hala göbeğim var anlamıyorum...
B