Bu sabaha, yani Çarşamba sabahına randevulaştık. Camını çerçevesini boşverip, artık bir an evvel denize dönmem gerektiğini düşünmeye başladıktan iki ay sonra, nihayet sabah ilk tekne olarak atmaya karar verdik. Bu mevsim oldu, hala neden karada bu kayık diye sormayın, sorana fena çemkiririm.
Öncelikle Yengeç bastonun ucundan kıç bodoslamasına kadar tam ONALTI METRE ELLİ SANTİM boyunda. Türkçe meali şu; iki saat öküz gibi çalışıp, kan ter içerisinde mola verip şöyle bir uzaktan bakmaya başladığınızda genelde ağır bir çöküntü yaşıyorsunuz. Cem hemen her saat başı "senin de, kayığının da..." şeklinde dile getiriyordu bu travmayı. Mesela denizde çok ama çok zor olacağından indirmeden borda ahşaplarını zımparalayıp yağlamaya karar vermiştim. Bu basit kararın anlamı kızgın güneş altında aralıksız ALTI saat zımpara, yağlamak için de bir BEŞ saat daha. Tabi keşke hayat zımpara ve yağ sürmekten ibaret olsa.
Mesela beş yıldır gözüme batan dümen mafsalını yenisiyle değiştirdim diye çocuk gibi seviniyordum. Sırası gelip yerine takınca ne oldu dersiniz? Yeni mafsal uzun geldi. Yani sancağa 40 derece kadar bastığı yelpazeyi iskeleye sadece 15 derece civarında döndürür oldu. Tabi pistondan gelen kol yeniden söküldü. Sökülürken her zaman ki elimin ayarsızlığı nedeniyle M18 geniş diş somunu sardırmışım, yerinden oynamadı. Sonuç olarak mafsal komple söküldü, tornacının yolu tutuldu. Hani dışarıdan bakınca orayla burayla oynayıp oyalanıyorum gibi görünüyor ya belki, oysa durum şıu; dümen mafsalı için koşuşturulan zaman zarfında diğer işler olduğu gibi bekliyor. Yanınızda biri olduğunda dümen mafsalı dediğiniz mereti takmak on dakika. Ama tek olunca düşen anahtarı inip almak, aynı anda hem karşılayan lamayı tutup, hem mafsalın lamasını tutup, hem saplamayı takmak, hem de somunu ağızlatıp yerine tutturmak bir miktar zor olabiliyor. Yani basit işler bile bitmek bilmeyebiliyor.
Sadece dünden beri tüm borda zımparalandı, tüm borda ve küpeştenin hemen hemen yarısı yağlandı, dümen mafsalı değişti, yanlış gösteren oto pilot sensörünün daha az yanlış göstermesi sağlandı, iki kat daha -yer yer üç hatta dört kat daha- zehirli atıldı, beyaz boyanın rötuşları yapıldı, omurga altında kalan dayak yerleri zımparalandı-astarlandı, kingston vanası iki kez takıldı-söküldü-yeniden takıldı, altı adet battal boy pencerenin alüminyum çerçevesinde yıllardır birikmiş sikalar temizlendi, üst güverte hariç tüm tikler zımparalandı... ilk aklıma gelenler bunlar.
Dün belki de hiç daralmadığım kadar daraldım, hiç zorlanmadığım kadar zorlandım. Aralıksız 5-6 saatim öğle güneşi altında çalışarak geçti. İki kez hortumla kendimi yıkadım ama etkisi on dakika bile sürmedi. Akşam eve gittiğimde saat neredeyse 22:00 olmuştu. Sabah saati altıya kurdum ama duymazdan geldim
Uyanabildiğim sabahlar 7'de, uyanamadığım sabahlar 9:30'da başlıyorum çalışmaya. Bugün ilk kez hava kararmadan, 20:00 gibi eve geldim. Değişik geldi.
Polyurea hevesi ile başlayan macera Temmuz ortasında cebelleşerek nihayete varmak üzere. Bugün denize inmek adına ehven ne varsa bitti. Saat 15:00 civarı çekek sorumlusu Serdar abiye gittim, hadi artık, atalım şunu demeye. Ahanda, adamın erken gideceği tutmuş. Yine kaldık karada. Sabah ilk tekne atalım dedik, on dakika geçmeden bir telefon geldi, sabah acil bir dalış işi çıktı. Kaldık yine öğleye.
Sanırım sadece şu son iki günde ortalama bir ekibin bir kaç günde yapacağı kadar iş yapmış oldum. Ama yaptığım işten hoşnut muyum? Asla. Kayığın her yerinde çatlaklar, boyada bir sürü hata, yapmak istediğim bir çok şeye ilişemedim bile. Uzaktan bakınca fena görünmüyor ama içime sinmesi pek mümkün görünmüyor. En fazla gözüm alışacak zaman içerisinde.
Yarın indikten sonra bir kaç gün çekek havuzunda kalıp eksikleri tamamlamaya başlayacağım. Seyre hazır hale gelince de doğru Poruklu koyuna, yeni iş yerimin önüne...
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be... Whom the sea has taken Never shall be free."