Jean Baudrillard, "look" çağında yaşadığımızı söyler. İmajı da aşan, "bak, bana bak, buradayım, gör beni" denilen bir çağ. Daha 1997'de sosyal medya henüz ortada yokken yazmış bunu.
Eskiden "duy beni" derdik, şimdi "bak-bak bana, beni gör" diyoruz, olabilecek en çürümüş pazarlama taktikleri ile. Her birimiz, neredeyse birer emtia olmaya başladık.
İnsanların sıkıntıları vardı, başarmak istediği şeyler, kendini gerçekleştirmek isteği, yaşamdan haz alma arzusu vardı. Dertlendikleri zaman insanların kendilerini duymalarını isterlerdi. Belki yardım eli, belki bir kaç güzel söz için. Şimdi pek öyle değiliz. Daha çok, çektiğimiz acılara "bakılmasını" istiyoruz. Diğer taraf ise, bu isteğe "bakarak" yanıt veriyor, elini uzatarak değil.
Aynı düşünür dalgaya alarak insanları "iletişim kurmak bu kadar kolayken konuşmak niye?" diye de bir soru atmıştı ortaya. Sosyal medya da allah eksikliğini vermesin, olabilecek bütün görevleri o kadar kolaylaştırıyor ki! "Babam öldü" diyorsunuz, canınız yanıyor, bir ses arıyorsunuz fakat , heyhat! Facebook sayfasına bir üzgünüm ikonu koyuyor arkadaşınız, görev tamamlandı. Fırtına atlattı biri, beğen tuşu emrinizde. Soru yok, konuşmak yok, dinlemek yok!
Masal, her yıl 100 deniz mili tatil yapmak için 950 mil yol yapmak zorundadır. Ben, hiç durmadan yol yapmayı sevenlerdenim. Genellikle Gökova Körfezinden yola çıkar, Kaş'a kadar durmadan gider, buradan ikmali tamamladıktan sonra hiç durmadan 48-50 saatlik bir seyirle Kumkuyu'ya ulaşırım.
Kaş'tan ayrılıp pruvanızı doğuya çevirdikten takriben 8-9 saat sonra Geledonya Burnuna (Yardımcı Burun) ulaşırsınız. Burası ucundaki 4-5 adacıkla vahşi bir görüntü sergiler. Görüntüyü vahşi kılan, burundan sonra ufka kuzey-güney-doğu yönlerinde hiç bir kara parçasını görmemenizdir.
Burun geçildikten 8-10 mil sonra kara ile telsiz dışında bütün bağınız kopar. Ne internet vardır ne telefon. Sosyal Medya ulaşabildiğiniz yer değildir. 3-5 mil sonra da kara ile görsel temasınız da kesilir. Oradan ta Sündürme burnunu görene kadar 80 mil kadar yolunuz vardır. Güvenle sığınabileceğiniz yer ise, buradan da 20 mil ötededir. Neredeyse 16 saat boyunca siz-tekneniz-yelkenleriniz-motorunuzun ve deniz.
İşte burada düşünürün söylediği her şey anlamını yitirir. Bir tek siz varsınızdır. Kimsenin size bakmasını isteyemezsiniz. Yokturlar. Giyiminiz kuşamınız, sigarayı tutuşunuz, teknenizin, yelkenlerinizin şekli şemali, sevgilinizin acayip seksi oluşu, sinemadan çok anlamanız, sabaha kadar Karl Marx'ın 1844 el yazmaları ile Grundrisse'si arasındaki fikir dönüşümünün 1917 ekim devrimi üzerindeki etkileri veya hangi pavyonda daha çok eğlenebileceği hakkında konuşma yeteneğiniz hiç bir anlam ifade etmez. Buradaki tek şey denizin hükümdarlığıdır, burada her şey gerçektir, yalana yer yoktur. Çünkü denizlerin imajı yoktur. O gerçektir. Hem de çok güçlü bir gerçek.
Gemi trafiğinin pek az olduğu bu yerde insan olduğunuzu anımsarsınız. Yapmak zorunda olduğunuz her şey, "look"- "bak, bana bak" demek için değildir. Yalnızca kendiniz için yapmak zorundasınızdır. Selametle hedefinize varmak için uyur-yemek yer- motorunuzu-yelkenlerinizi dinlersiniz. Altınızda 3.000 metreyi aşan derinlik, dört yanınız alabildiğince mavi. Dalgalar. Gece çökünce mutlak karanlık. Uzaklarda bir yerlerde tesadüfen göreceğiniz bir kırmızı bir yeşil ışık mutlu eder sizi. Duyulabileceğinizi bilmenin mutluluğunu yaşarsınız. 'Yalnız değilim' dersiniz. Bilirsiniz, bir şey olsa, size bakmayacak sizi duyacak, bir ikon yollamak yerine ses verecektir. Sahici bir iletişiminiz olacak, konuşacaksınızdır. Güven duyarsınız. O tanımadığınız kırmızı-yeşil ışığa güven duyarsınız.
İşte bu nedenle Körfezi kıyıyı takip ederek değil, doğrudan geçmeyi severim. Çünkü hem gerçektir, hem de bu çağın insan ilişkilerinden uzaktır. İşte yine bu nedenle bir gün sahiden daha uzun daha uzak denizlere gitmeyi istiyorum. Yeni yerler görmek, yeni denizler görmek için değil, bu pis, yalancı ve karanlık çağın olabildiğince uzağında kalmak için. Biliyorum, aptal değilim, ne yapsam kaçamayacağım, en nihayetinde bir yere bağlandığımda yine aynı ilişkiler içine gireceğim. Ama Şair'in dediği gibi "ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi".
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.