Hiç planladığım gibi olmadı. İstediğim gibi de olmadı.
Aklımda 3 hafta karada kalıp, haftada 3- 4 gün çalışıp bütün işleri bitirmek, suya indiğinde takımı taklavatı tamam, kamaraları yerli yerinde, tertemiz bir tekne indirmek vardı.
Elime bira alıp, kakara kikiri edecek, ona buna takılacak, hem küçük bir tatil yapacak hem de tam istediğim gibi her şeyi bitirecektim.
Ne münasebet.
Olmuyor öyle. Kayık hayatının en dağınık en pis haliyle suya indi.
İşlerin neredeyse hepsi suya kaldı.
Düz amele gibi çalıştım, yıkılıp kaldım.
Bir ara çekek alanındaki proleterya ile özdeşlik kurmaya kalktım, örgütlenelim filan dedim, çabucak sıkıldım. Ben " Yıkılsın el kapıları bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu" nevinden türküler dinlerken, onlar, Ankara'nın Bağları modundaydı. Hem de kendi işimi kendim yaptığım için nefret ettiler benden. Bunu da o kadar açık bir ima ile söylediler ki,şuydu; " Abi senden sonra profesör şu hanım çıkacakmış karaya. O da kendi boyasını atıyor, niye koca prof kendi teknesini boyar ki, gitsin profesörlüğünü yapsın"... Sen niye boyuyorsun demenin daha iyi bir yolu var mı?
Maske taksanıza dedikçe , güldüler. La gözlük takın diyorum, yok, abi ne gözlüğü ya,... daha neler neler.
Laflarız bir gün.
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.