Olta Balıkçılığı Günleri
Orta son sınıfta okurken yazları benim büyük dayım olan “Son Denk Kayıkçısı- Hasan Reis” ile birlikte Haziran ve Temmuz Aylarında olta balıkçılığı yapardık. Kendisinin 5,5 metre boyunda , içinde 10 hp Lombardini motoru olan bir sandalı vardı.Sadece yazları bu sandalı kullanırdık.Bizim kayığımız “Çırnık” ismiyle tabir edilen başı kıçı bir Karadeniz’e özgü açık güverte bir kayıktı.Son Denk Kayıkçısı Yaşlılıktan ve belindeki problemden dolayı bu kayığın makinasını çalıştıramazdı.Bu yüzden beni yanından ayırmazdı.Kendisi ambarda ben kaputun üzerinde iki kişi birden ipe asılır ve çalıştırırdık.Daha küçük yaşlarda iken bu makinanın kompresörünün sertliğinden dolayı çok kez beni ambara çekip düşürmüşlüğü vardır.Benle yaşıt olan bu makina, şu an hala bizde, çalışır durumda ve altı metre boyunda aynı isimde dördüncü nesil bir olta kayığında takılıdır.Yazları yine bir iki ay kullanılmaktadır.
Beni o yıllarda çok deniz tutardı.Tekne hareket halindeyken sorun yok ama oltacılık için durduğumuzda mahvolurdum. Balık kokusu, mazot kokusu vs.karışınca birde kalas denizleri olursa ben iptal olurdum. “Kalas Denizleri” rüzgarı kalmış havanın ölü dalgalarına denilirdi.Bir gün önce yada geceden hava esmişse devamında bu dalgalar olurdu. İki metre dalga yüksekliği olduğu bile olurdu. Dümeni rüzgar ve dalga üstüne alabanda edip, bir taraftan tek kürek takıp, rüzgar ve dalga yönüne tekneyi yanlatıp bu pozisyonda tekne stabil tutulmaya çalışılırdı.Şimdi modern yelkencilikte bu tip durumun yelken veya fırtına çapasıyla yapılanına heave to gibi bir şeyler deniliyor. Biz ise bunu daha stabil durup bu şekilde oltaların teknenin altından gelmemesi ve balıkların dökülmemesi için yapardık.
Ortama dair bu kısa bilgilendirmeden sonra gelelim sıradan bir günümüze;
Günlerin uzun olduğu zamanlar olduğu için güneş çok erken doğardı.Gündönümüne yakın olduğu için en uzun günlerde idik. Haziran ve Temmuz aylarında bile sabahları üzerinize bir şey almadan dışarı çıkılamaz, hele denize çıkmak için bir kazak yada mont mutlaka gereklidir.Dışarıda rüzgar olmasa bile teknenin zahiri rüzgarı adamı iyice üşütürdü.İşte bu zamanlarda deniz insana sıcacık gelirdi.Elimi suya daldırınca suyun sıcaklığını dışarı çıkınca da rüzgarın etkisiyle soğuğu hisseder dakikalarca suyla oynardım.
İşte böyle zamanlardan birinde sabahın köründe Son Denk Kayıkçısı ,yattığım odanın penceresine yavaşça vururdu.Zaten tetikte uyuyan rahmetli babaannem hemencecik beni uyandırırdı.Yaşadığımız ahşap evin kaldığımız odasının penceresi kot farkından dolayı aşağıdan ikinci yukarıdan birinci kat şeklindeydi, bir çırpıda giyinir atlardım dışarıya.Avlu kapısından çıkıp yola öyle bir koşardım ki ben yola çıktığımda reis ilk virajı dönmeden yetişirdim.Öyle bir alışkanlık ki evimizden yola çıkan patikada şimdi bile aynı taşlara basıyorum.Son Denk Kayıkçısı önde ellerini arkada birleştirmiş hafif öne eğilmiş şekilde yürüyor.Arkasında ben zıplayarak yürüyorum.Hiç konuşmuyoruz. Aile mezarlığının önünden geçiyor onları selamlıyoruz ve duamızı ediyoruz.Ardından mahallemizi kasabaya bağlayan dokuzyüzellidört merdiveni inmeye başlıyoruz.Merdivenin tepesinden bakınca aşağıya kadar inen insanları görebiliyoruz.Yürüyenler hep aynı insanlar hepsi balıkçı bir de şehirdeki fırınlara katırlarla odun götüren yukarı köylerden gelen köylüler.
Merdivenleri inip köprü başına geldiğimizde reisle yollarımız ayrılırdı.Tüm küçük Karadeniz kasabalarında olduğu gibi İnebolu’da bir derenin iki yamacına kurulmuş bir kasabadır. Köprüyü geçtikten sonra Reis dere kenarını takip edip(biz çay kıyısı deriz)Limana giden sahil yoluna çıkar ve giderken mazot bidonlarımızdan birini o zamanlar deniz kenarındaki benzinlikten alırdı. Bense teknenin muhasebecisi olarak kumanya almaya çarşı içine girerdim. Kumanya açık büfe hala her anıldığında çok keyif alarak bahseder ve kendisini rahmetle anarım. İstediğim her şeyi almam tamamen serbestti. Hep aynı fırın ve bakkaldan alışveriş aynı zamanda nöbetçi eczaneye uğrardım.Favori kumanyamız, deniz tutmasın diye hap, 2 adet delikli çörek, 200gr. zeytin, küçük bir kalıp beyaz peynir, küçük bir kalıp tahin helvası, akşamdan bahçeden koparttığım salatalık ve domateslerden oluşurdu. Çok hızlı bir şekilde kumanyayı aldıktan sonra Benzinliğe dolaşır diğer mazot bidonumuzu alır,Rahmetli Benzinci Yılmaz Abiye ödemesini yapar limana doğru koşmaya başlardım. Oltacılıkta hesabı hep ben tutardım, rahmetli sağolsun beni çocuk olarak görmez bu sorumluluğu verirdi.
Limana vardığımda balıkçı kahvesinin çardağında rahmetli aynı köşesine oturmuş çayını yudumlamaya başlamış olurdu bile. Deniz çok çalkantılı olduğu günlerde denize çıkmadan önce bu köşe masaya kumanyamızı açardık ve hızlıca kahvaltımızı yapardık. Çöreğini kumanyasını alan yanaşırdı masaya kahveci dahil. Ne bereketli olurdu. Dışarı rüzgarı üşütürken bizi, su bardağında içilen çayla ısınırdık. Ardından hızlıca toparlanıp doğru kayıklara. Bu sırada fenerin altındaki çeşmeden küçük su bidonumuzu dolduruyorum. Her zamanki gibi oradaki başıboş köpekler kovalıyor ve ben kaçıyorum. Sonra rahmetli kahveci süpürgeyle onları kovalıyor.Zaten bu yüzden hayat boyu hiç köpekleri sevemedim. Üçü beşi bir araya geldikleri her yerde beni kovalarlardı. Kasaba ve çevresinde o kadar çok köpek vardı ki belediyenin kadrolu adamı vardı köpekleri itlaf ederdi.Tüfek omzunda dere kenarlarında dolaşırdı.
Ardından kayığa biniş operasyonu; önce kayığı çekiyor ve baş ipini iskeledeki babaya volta ediyoruz böylelikle rahat rahat eşyalarımızı baş üzerine koyuyor ve kendimizde rahat binebiliyoruz. Aksi takdirde birimizin sürekli kayığı yaklaştırmak için çekmesi lazım. Çünkü bizim liman aşırı solugan aldığı için çok sağlam tonoz zincirimiz ve çapamız olurdu.Her şeyi kayığa attıktan sonra , kayıktan boşlanabilecek şekilde tek volta bırakıyor ve kayığa bende atlıyorum. Halatı küçük bir hareketle babadan atlattıktan sonra tekne hızlıca geriye ve yerine gidiyor. Bu işlemi yaparken küçük bir dikkat eksikliği denize düşme yada eşya düşürme sebebi olurdu.
Sonrasında hızlıca eşyaları yerleştiriyoruz.Eğrilerin arasına göre tasarlanmış sepet ve kutular, her şeyin bir yeri var.Makinanın kaputunu açıyor ön kapağı dışarıya çıkarıyor ve kanara kaldırıyoruz.Hemencecik lombardininin küçücük deposunu dolduruyoruz. Bu işlemi bakır bir huni yardımıyla ve içine tülbent koyarak yapıyoruz. Bu işlemi öyle bir yapardık ki tekneyle uyumlu bir şekilde bidonu da sallantıya uyarlardık. Neredeyse her havada bu işlemi hiç dışarı mazot taşırmadan hala yapabiliyorum. Burada huniyi tutanda bidonu tutan kadar önemlidir. Mazot tamam; ardından yağ çubukları çekilir ve kaytan ipini dolamaya başlarım. Lombardini pancar motorun aksine sağa dönüşlü bir makinadır. Kaytan vuracağımız kasnakta ok ile bu yön gösterilmektedir. Buna rağmen ters çalıştıranlarda olurmuş.Nasıl oluyorsa artık. Kaytan ipini doladıktan sonra senteye getirip atlatana kadar boşluğu alıyorum. Bu makinalar rölantide soğukken kolay çalışmaz bu yüzden yarı yolun üzerinde yol veriyoruz. Ve reis ambarda ben kaputun üzerinde birlikte bir asılıyoruz makine tek kaytan vuruşuyla alıyor. Hemen yol kesiyor ve çalışan makinayı ısınana kadar rölanti devrine düşürüyorum. Bu esnada kaytan ipini bilmem kaç yıllık sapına roda ediyor her zamanki yerine kaldırıyorum.
Balıkçı usulü tonoz bırakma biraz farklıdır. Baş ipleri ile tonoz ipleri hep çifttir ve batar halatlardır. Aralarında her zaman bağlı duran bir ince vardır. Bu incenin tonoz tarafında derinliğe göre kaloma verilmiş bidon , şamandıra, mantar veya buna benzer bir yüzer nesne bağlı bulunur. Bu ip ve halatlar hep rüzgar üstü taraftan denize besmele çekilip bırakılır. Manevra esnasında pervaneye halat kaptırmamak için bu işlem bu şekilde yapılır.Kamaralı kayıklarda ise bu işlemde incenin iki ucunda karabina bulunur.İnce çözülüp rüzgar üstü tarafa yeniden bağlanılarak yapılır. Mantıklı bir uygulamadır.Tekne hiçbir zaman halatların üzerine akmaz.Zaten bu sürede halatlarda batar.
Takip eden süreçte tornistanla çıkış manevrası yeke rüzgar altına alabanda basılmış vaziyette bir buçuk boy geri, bu esnada tekne yarı dönmüş olur.ardından ters tarafa alabanda ve ileri yol ve bir boy gitmeden teknenin kıçı atmış olur bile. Motorlu teknelerin başı dönmez, hep kıçları atar diğer tahrik unsurlarında durum farklıdır tabi ki.
Olta suyuna doğru yolculuk başlar. O yıllarda toplamda yedi sekiz tane oltacılık yapan tekne olurdu. Bir de yaz olduğu için amatörlerinde tatil günleri oltaya çıktığı olurdu. Hepimiz aynı yerde iç içe bulunurduk.Birimiz balığı bulduğumuzda hepimiz aynı yere toplanırdık. O zamanlar balık bulucumuz falan yok. Kıskançlık ve nazar had safhada olurdu. Birbirimizin oltalarını yan gözle bakar keserdik. Bir de bakmıyormuş gibi yapardık. Sezonda sırasıyla çinekop,istavrit ve mezgit oltacılığı olurdu.Arada sardalya, tirsi ve uskumru tutulduğu da olurdu. Bizim asıl işimiz oltacılık olmadığı için ağ balıkçılığı olmadığı dönemi değerlendirirdik. Aslında mezgitin peşinden Çingene palamutu başlardı biz onuda on gün kadar tutup sonrasında ağ balıkçılığına dönerdik.O zamanlar Ağustos 15 ten sonra voli ağlarıyla palamut tutmaya başlardık.Şimdi yasa gereği başlangıç 1 eylüldür.
Bizim kullandığımız olta kayıklarında livar olmazdı. Bunun yerine biz sintineyi kullanırdık. Bizim olta kayıklarımız açık güverte olduğu için farş tahtalarının kenarından eğrilerin arasından balıklar aşağıya sintineye giderdi. Levke deliğini açıp kayığa biraz su doldurur balıkların yaşayacağı alan oluştururduk. Limana gelince de farş tahtalarını tek tek kaldırıp altından balıkları alıp leğene doldururduk.Bazen gözümüzden kaçan balık olurdu.Suyu da bastığımız için sintinede ölürdü ve iki gün sonra kokudan kayığa girilmezdi. Balığı bulup sintineyi de sabunlu suyla yıkardık.
Tüm olta balıkçıları hem komşu, hem bazılarımız akraba en önemlisi de rakiptik. Bazılarımız hırsından iki olta birden sallardı. Bi birini çekip ayıklar sonra diğerini çeker ayıklardı. Fırıncı , Kayabaş, Çolak, Somak gibi lakapları olan bir avuç güzel insan vardı.Hepsi rahmetli oldular.Şimdi basbas bağırılan modern, havalı kelimelerle ifade edilen “sürdürülebilir balıkçılık” falan o zamanlar harika bir şekilde uygulanırdı. Belli bir büyüklüğün altında kanca kullanılmazdı bu yüzden küçük balık kapmazdı. Belirli boyutun üstündeki balıkları tutardık. Olta bağlamak için herkes gidip martı vurmazdı. Birimiz martı yada ördek vurmuş olurdu onun tüylerini herkese paylaştırırdı. Bir martının tüyleri herkese yeter artardı bile. Karışan olta denize atılmazdı. Kancalar tek tek çakı ile temizlenir yeniden bağlamak üzere saklanırdı. Şimdi dalış yaptığım yerlerde hırsız avcılık yapmaya devam eden dipte takılmış ya da atılmış bir sürü çapari görüyorum. Sallantıyla balık kapıyor, o balığı başka balık yada yengeç yiyor yeniden bu döngü devam ediyor. Aynı dipte kalan, kaybolmuş yada dibe takılmış balık ağları gibi, doğanın dengesine maksimum zarar.
Biz güneş yakmaya başlayana kadar avlanmaya devam ederdik. Yaz ayları olduğu için saat sekize doğru toparlanırdık. Çünkü güneş yükselir daha dik açıyla gelmeye başlar ve rüzgar henüz indirmediği için dayanılmaz olurdu. Karadenizde batılı rüzgarlar saat 11: gibi esmeye başlar ve ikindiden sonra yumuşamaya başlar ve kalır.Doğulu rüzgarlar ise 09:00 gibi başlar yatsıdan öncede kalmaz. Sabah erken ikisi de esemez, “dışarı rüzgarı” diye bilinen bizim “danaz” dediğimiz karasal rüzgar bunların esmesini engeller. Doğulu rüzgarların aksine batılı rüzgarlarda deniz döker(yani dalga kaldırır)
Neyse biz güneş yükselince hepbirden toparlanır kıyıya dönmeye başlardık. Hepimizde emsal sandallar ve neredeyse herkeste aynı makine var. Hepimiz aynı iskeleye yanaşacağimız için çaktırmadan yarışıyoruz aslında. Usül tamyola yakın gitmek, çünkü bunların hepsi tamyolda siyah duman atar. O zaman birbirimizle dalga geçerdik. Dalgalarla cığarak akıntıyı hesap ederek yarışırdık. İnsanlığın doğasında var demekki rekabet. 65-70+ insanlar bile yarışıyorlardı. Bu arada gittiğimiz mesafede 5 dakika bile ara açmak mümkün değildir. O kadar yakın yani.
Limana girip iskeleye yanaşana kadar balıkları kasa, çiten(fındık dallarından yapılmış yayvan sepete verilen isim) yada leğenlere doldurur üzerlerine su vururduk. Eğer istavrit yada çinekopsa canlı kalırlardı zaten. Mezgit , palamut vs. balıklar hemen ölürdü . Mezgit suyunda olduğumuz için çok sık kum çarpanı(Trakonya) takılırdı en alt kancalara , mezgit sanıp tuttuğunuz anda yandınız. Farklı bünyelerde farklı etkilerini gördük. Ne derece doğru bilemiyorum ama biz bize zarar veren balığı fileto şeklinde ikiye ayırıp ; iç tarafını zarar gören yaralı yere yapıştırırdık.Bir nebze sızısını alırdı.Ama hastaneye kadar dayanabilmek ve mutlaka gitmek lazımdır.
Sonuçta iskeleye yanaşıp balığı satma telaşı başlar.Bizim “madrabaz” dediğimiz kabzımallar iskelede beklerler.Onlarında hepsi birbiriyle kavgalı ve küstürler zaten.Arasıra dövüşürlerdi de. Neyse en yüksek parayı verene satarız balığı, yada verdikleri para hoşumuza gitmezse, bizim üç tekerlekli tahtadan balık arabamız vardı.Ona dökerdik balığı hemen köprübaşına kahvenin önüne giderdik. Son denk kayıkçısı Kahvenin Çardağında oturur bana kimse bir şey demesin diye gözetlerdi. Bende balıkları satar öğlene kadar bitirirdim. Bu yüzden kabzımallar bu restimizi görüp bizim balığı en yüksek paraya alırlardı.Çünkü bizi rakip yapmamak için ortak hareket ederlerdi. Sonuçta biz gitmeyince köprübaşında bir balık tezgahı eksik olacaktı. Diğer insanları bir şekilde yıldırılardı ama Dedemden ve Son Denk Kayıkçısı Hasan Dayımdan çekindikleri için bize bir şey deme cesareti gösteremezlerdi. Düzen bu şekilde işler giderdi. Okul arkadaşlarımı ve öğretmenlerimi gördüğüm anda arabadan uzaklaşır konuyla alakam yokmuş gibi ortamı uzaktan izlerdim. Çünkü bu madrabaz grubunda o zamanlar seviye çok düşüktü aralarında görünmek hoşuma hiç gitmezdi. Ama yine haftada bir iki kere bu işi yapardık.
Gelelim hasılata; işin en sevdiğim kısmı buydu.Rahmetli hesabı bana tuttururdu. Kitapçı Ömer Efendiden alınmış bir küçük defterimiz vardı.Günlük hesap görürdük, her sayfasına bir günü yazardık.Hesap çok basit “hasılat-kumanya/kişi sayısı.” Rahmetli beni çocuk olarak görmez karı direkt ikiye böldürürdü.Kumanyayı serbest bıraktırırdı.Oysa kendisi benim üç katım balık tutardı, beni bazen deniz tutardı hiç çalışamazdım.Ama yinede her zaman tam pay almamı isterdi. Sanırım o günlerin oltacılarından kimse kalmadı hepsine Allah’tan Rahmet diliyorum.
Selam Olsun Hepsine….