Bir şekilde gidiyorsun işte.. Hele hele yelken açtıysan, öyle çok yormayacak bir rüzgar da varsa.. Güneş yakmaya başlamış. Uzun seyrin ilk günlerinde , hemen koruma faktörlü en pahalısından aldığın güneş kremlerini sürünüyorsun.
Aradan bir hafta geçtiğinde , sürekli elinin altında olan bu krem ve benzeri modern her şey , sana çapariz vermeye başlamış, bir güzel bronzlaşmışsın, ilk sıcağa alışık olmayan derin soyulmuş gitmiş. Yepyeni güneşe dayanıklı bir cilt yerini almış, bir bakmışsın ki hava öyle sıcak ta gelmiyor artık.
Yol aldıkça , koskoca şehirler yerini küçük kasabalara , kasablar tek tük binalara sonra bir bakmışsın kara da kalmamış.
Önce serinlemek için sonrasında saatlerce suda kalmışsın, bir bakmışsın ki aburcubur da yemiyorsun artık. Sadece acıktıkça..hayatındaki en önemli problem demir atmak olmuş.
Gittiğin koyda demir atacak yer var mı, kıçtan kara mı olacaksın bu.. Bu kadar..
Önceleri telefonda hava raporu siteleri elinden düşmezken , şimdi bulutlardan gelen havayı da okumayı öğrenmişsin. En az altı saatlik tahmin yapabiliyorsun. Ufuk önünde , onu kesen binalar yollar dağlar tepeler de yok çünkü..
Görüş mesafen nereden baksan on mil..
Bir süre sonra saat maat da hak getire.. Güneş battı ay doğacak, ay batıyor, çoban yıldızı yükseldi, güneş doğacak .. Zaman ölçütün bu oluveriyor işte..
Bir bakmışsın günleri unutmuşsun. Kaç gündür o limanda ya da koyda olduğunu unutursun inan bana.. Çarşamba mı geldiydik..? Bu gün günlerden neydi sahi..?
Sabah güneşle uyanırsın, akşam ay doğarken sızarsın güvertede. Gün nasıl geçti anlamazsın.. Kendi rutininde bir sürü iş yapmışsındır .. Hayret hiçbirşey yapmadan da yorulur mu insan?
Yılların yorgunluğudur o , geç farkedersin. Sızıp kaldıysan güvertede bir iki birşey içip, sabah uyandığında biraz üşümüş ve tutulmuşsa kemikler, eh yaşlılık ta var artık.. O sabah güneşi nasıl da tatlı tatlı ısıtır seni.
Gerinirsin, güneş çam ağaçlarının arkasından yavaş yavaş yükselirken, o zümrüt rengi gıcır gıcır suya bırakırsın kendini. Sodalı gibi sudaki kabarcıkar okşar tenini, bir daha bir daha elinle kabarcıklar yapıp, beklersin sarsınlar seni.
bağırsın gelir tek başına yüzdüğün koyda.. Bağırırsında .. Hiç bağırmayı denediniz mi..?
Konuşmaktan bağırmayı unuttuğunuzu farkedersiniz. Bağıran binlerce yıl önceki hayvandan başkası değildir üstelik. Hele bunu bir de akşam olurken denemişseniz..
İnsanın aslında ne derece korkunç olduğunu da anlarsınız. Önce , stres atmak için bağırdım sanırsınız. Sonra bağırmak hoşunuza gider. Sesiniz koyda çınlar geri gelir. Kendi hayvan sesinizden korkarsınız emin olun. Kedi miyavlaması, köpek havlaması gibi benzer bir insan çığlığı olduğunu da farkeder şaşırırsınız.
Sonra neden bağırdığınızı hissedersiniz. Anlarsınız demedim bakın özellikle . Bağıran siz değil binlerce yıl önce soyundan geldiğiniz , doğada yaşayan hayvansı atalarınızdır. Ben bu gece bu koydayım. Ben buradayım.! Bana ilişmeyin ,! burası benim bölgem. !
Çok tuhaf birşey olur o anda.. Daha önce hiç duymadığınız başka hayvanların , kuşların sesi gelir siz bağırdıkça. Onlar çıkardığınız sesi bilirler ..
Artık yarattığınız o sanal, saçma dünyanızda olmadığınızı hissedersiniz. Artık vücüdünuz sanki başka bir hormon salgılıyordur. Gece zifiri karanlıkta da görebildiğinizi, kıyıdan gelen küçük bir çıtırtı ya da denizdeki hafif bir çırpıntıyı bile rahatlıkla duyduğunuzu görürsünüz. Kendinizi daha zinde, daha güçlü, daha cesur hissedersiniz de şaşırırsınız.
Sonra bir gece seyir ederken ilk defa görürsünüz o nu.. Gecenin karanlığında binlerce denizin gözü yanıp söner öylece. Üstünde yüzdüğünüzün canlı olduğunu , sizi kavrayıp tuttuğunu hissediverirsiniz.
İşte o an geldi mi bırakın kendinizi.. Sonra bir daha hiç denizden korkmadığınızı farkedeceksiniz çünkü..
Ama en önemlisi , kendi yarattığınız sanal dünyayı terkedebilirseniz , bu dünyada size verilenlere ihtiyacınız olmadığını, ihtiyacınız olanların size çok önceden zaten verildiğini göreceksiniz. Yeteri kadar ama.. İhtiyacınız kadar..
Budur .. Bu kadardır..