Yaman Koray, Deniz İnsanları ve "Deniz Ağacı"
Deniz, insanlığın ekinsel birikiminde çok önemli bir olgudur. Uygarlıklar genellikle deniz kıyılarında kurulmuştur ya da onların denizle bir biçimde bağları, olanakları bulunur. Kişisel yönden de sanki insan soyunun bir yarısı denizdedir.
Türk yazınında, Türkçeye ve denize tutkusuyla dilimizin varsıllığını geliştiren, ancak üzerinde hak ettiği kadar durulmamış önemli yazarlardan biri daha vardır ki o güzel insan 6 Mart 2006 günü, bu kadar da olmaz dedirten bir kaza sonucunda yitirdiğimiz ve bu yazıda diğer romanları bağlamında, ilk romanı “Deniz Ağacı” üzerinde durulacak olan Yaman Koray’dır.
Erdek, Marmara ve çevresinden insan manzaraları, kuşlarıyla, derinlikleriyle, canlılarıyla, kayalıklarıyla, her şeyiyle deniz, balıkçılar; onların dürüst, alın teriyle kurulmuş tertemiz dünyaları; konuların geçtiği dönemlerin toplumsal koşulları çok kendine has bir yazar olarak Yaman Koray’ın yapıtlarını belirler. Deniz Ağacı (1962), Gelin Taşı (1963), Sığırcıklar (1967), Mola (1970), Büyük Orfoz (1979), Badanalı Yüzler (1983), Ne Cennet Şey Şu Deniz (2005), Kuyudaki Adam (2005), Bir Ömür Yetmez (2006), Annelerin En Güzeli Koray’ın en tanınan romanlarıdır. (Yayımlanmayı bekleyen öykülerinin, romanlarının da bulunduğu biliniyor).
Deniz Ağacı’nda Erdek yöresinde denizin ve deniz insanlarının zorlu, çatışmalı, inişli çıkışlı yaşamı güzel dille anlatılırken, dönemin Demokrat Parti izlencesiyle beslenen sınıfsal yapısı, insan-insan ilişkileri de yansıtılır. (Koray’ın kaleminde köylüler tipleştirilmeden, iç dünyalarıyla kişileştirilirler. Bu ayrıntı da ilgi çekicidir.) (Akın, 2008) Deniz Ağacı’nda özellikle ilk bölümlerde yer alan kılıç avı sahneleri az rastlanır üstünlüktedir.
Deniz Ağacı’nda yer, deniz ve Erdek yakınlarında bir köydür. Daha doğrusu adalarıyla, deniziyle tüm Marmara’dır. Hayırsız Adası, Fener Adası, Marmara Adası, Ekinlik Adası, Kapıdağ yer yer roman kişisi gibi gelir geçer olayların içinden. Geçim denizdendir, balıktandır. İlla da kılıç balığından… Kılıç büyük bir balıktır, değerlidir, saldırgandır. (Anlaşılıyor ki o dönemde Marmara’da boldur. Günümüzdeki durumu düşünmeden yapamıyor insan).
Ahmet, kılıç avının ustası, köyün gözdesi bir delikanlıdır. Daha dokuz yaşındayken babasını ve ağabeyini batan teknelerinde yitirmiştir. Anasıyla bir başlarına, kıt kanaat, balıktan kazandıklarıyla yaşarlar. Anası büyük acısını Ahmet’i büyütürken dindirmeye çalışır. Hele de ilk zamanlar bu hiç de kolay olmaz. Özüne kıymayı bile düşünür. Denizin acımasız olan yüzüdür bu, kötülüğüdür:
“Anası gelmiş, üstü başı, saçları rüzgârda dağıla savrula, Aba burnuna kadar yürümüş… sonra ağır ağır devam etmişti yoluna, denize doğru!
Ahmet, deli gibi koşup anasına sarıldığı zaman, yükselen dalgalar, kadının omzuna değiyor, sarsıp yıkmaya hazırlanıyordu onu.”(DA: 154)
Ahmet, Osman’ın Kaderim adlı teknesini çalıştırır Osman’la birlikte. Osman yeniyetmelik çağındadır. Gitgide yoksullaşmaktan elinde yalnızca Kaderim kalmıştır. Askerde geçirdiği kaza yüzünden yatalak kalan, günbegün eriyen ağabeyine ve ailesine de bakar, geçimlerini sağlar.
İnsan sevgisi Koray’ın belirleyici yanlarındandır. Özellikle Osman’ı, Ahmet’i anlattığı ayrıntılarda bu sevgi daha da belirgindir: “Alnında hafif bir ter belirmişti. Rengi kolay kolay değişmiyen, senenin her mevsimi yanık, o güzel, esmer yüzüne belli belirsiz bir pembelik yayıldı.” (DA: 10) diye yazar bir yerde.
Deniz Ağacı, ardından gelen romanların ipuçlarını verir. Hemen hemen bütün yapıtları deniz sevdasının verimleridir. Her sayfada denizin sesi duyulur. Her satır tuzdur, iyottur, gün ışığıdır, yakamozdur, mavidir, balıktır. Kitaba dokunan el ıslanacak gibidir. Denizsever okur için bu yapıtlar eşsiz önemdedir. Yazınsal anlatım güzelliği denizi betimlemelerinde doruğa çıkar. Şu bölüm yalnızca küçük bir örnek olarak verilebilir:
“Karşısında buluttan şapkasını başına sımsıkı geçirmiş Kapıdağ’la; üzerine vuran dalgaların, göğe doğru bembeyaz minareler halinde fırlayışı millerce geriden görülen simsiyah Voli kayaları arasında, Marmara adasını Anadolu topraklarından ayıran bu koca boğazda, ta İstanbul’dan kalkıp, hızlana hızlana, büyüye büyüye buralara kadar gelmiş deniz, bütün gücüyle şahlanıyor, kıvrım kıvrım, yumruk yumruk, kambur kambur oynuyordu.
Açıkta esen sert rüzgârın ‘kıvırmasiyle’ yarım dönüş yapan yakındaki dalgalar, tam poyraz istikametinde uzanan sahili yalayarak geçeceklerine, kudretlerini tatmin edecek bir toprak parçası bir toprak parçası bulmaktan memnun, doğrudan doğruya çakıla saldırıyor; öylece peşpeşe, birbirini iterek gümbür gümbür koşuyor, taşıdıkları yükten kurtulmanın, içlerindeki o sonsuz kavgayı bitirmenin rahatlığıyla kıyıya serilip kalıyor, köpük köpük binlerce göz şeklinde, yeni bir hayata açılıyorlardı.
Her gelen dalga sönüp, tekrar geri çekilirken, az evvel getirdiği bir kucak dolusu çakılı da ‘şakır şakır’ diye birbirine çarptırıp yuvarlayarak, kendisiyle beraber sürüklüyordu geldiği yere doğru... Asırlardan beri devam eden, hiç bitmeyecek bir alış-veriş; durmadan yenisi başlayan bir tükenişti bu.” (DA: 152)
“Altında, gölgesinde; çılgın bir deniz üstünde, çılgınca kaçmaya çalışan yüzlerce küçük tekne, yüzlerce kıymıkla alay eden ilk kahkahalar da duyulmakta gecikmedi. Trakya dağlarına düşen yıldırımlar, o eğilmek bilmez tepelerin deldiği bulutların öfkeli şimşekleri, birbirini kovalıyan çentik çentik aydınlıklar, peşpeşe patlayan gök gürültüleri halinde, bütün Orta Kanalı doldurdu.” (DA: 309)
Bu bağlamda Koray, “koşmak” sözcüğünü çok özgün bir söyleyişle kullanır. “Dalgalar geliyordu”, “Bulutlar uzaklaşıyordu” demez “Dalgalar, bulutlar, tekneler ‘koşuyordu’” der.
Yaşamın alın teri demek olduğu balıkçıların günleri kılış avıyla geçer. Köyün kahvesinde yeniden yeniden kılıç anıları anlatılır. Deniz Ağacı’ndaki kılıç avı sahneleri de çok etkileyicidir.
Av sahnelerinin ayrıntılarındaki zenginliğin yarattığı görsel güçtür ki sinema filmi için öneri almasını sağlar. Gerçekten de sinematografik nitelik çok yoğundur. Yaman Koray roman sanatını ayrıntıların var ettiğini iyi bilir. Böylesi satırlarda aktarılan ayrıntı varsıllığı Koray’ın sanatını belirler niteliklerdendir. O denli yoğundur.
Deniz Ağacı’nda Sınıfsal Vurgu ve 27 Mayıs Devrimi
Deniz Ağacı’nda bir köy ve çevresi uzamında, dönemin politik ve sınıfsal olayları da konu edilir. Fuat Reis, yörenin en güçlü adamlarındandır. Çok partili rejime geçilmesiyle iktidar olan Demokrat Parti, kendi tek parti rejimini kurmayı amaçlar. Fuat Reis DP’nin balyozudur. Parti olanaklarıyla devleti sömürdükçe, yoksulların tepesinde her şeyi yapmayı kendine hak gördükçe, acımasızlaştıkça varsıllaşır. Varsıllaştıkça Parti’deki gücü artar.
Bu sınıfsal çatışma ortamı bir aşk öyküsü üzerinden işlenir. Ahmet, Veli Reis’in yeğeni Meryem’le sevişir. Meryem, annesinin ardından, hapisteki babasını da yitirince iyi yürekli Veli Reis onu yanına alır. Ahmet’le Meryem evlenmeyi düşlerler.
İşte bu Fuat Reis’in oğlu Aziz de Meryem’in ardındadır. Meryem’in Ahmet’i deliler gibi sevmesine karşın, Aziz, gene babası gibi her yolu geçerli sayarak Meryem’le evlenmek ister. Babası da onun yanındadır. Fuat Reis banka müdürü üzerinden Veli Reis’in kredi borcunu tahsile sokar. Parasal yolla baskı kurar. Bir tertiple Veli Reis’i hapse attırırlar. Ahmet Veli Reis’e destek olmak, evlilik parasını sağlamak için daha çok avlanmak istedikçe, Aziz koca denizde onun peşinden ayrılmaz. Saldırarak avlanmasını önlemeğe çalışır. Her an önünü keser. Ahmet ve Osman uzun da sürse, yine de kılıç avlamayı başarırlar. Parayı denkleştirmek için son bir kılıç daha avlamak zorundadırlar. Ahmet ve Osman açık denizdedirler. Aziz hemen yetişmiştir. Son kılıcı kayığa almak üzerelerken Aziz teknesiyle Kaderim’e çarpar. Tüfeğiyle Ahmet’e ateş eder. Denizde kavgaya tutuşurlar. Ahmet ağır yaralıdır. Osman Ahmet’i güçlükle tekneye çeker ve kurtarmak üzere hızla köye doğru yol verir. Hasar gören Aziz’in teknesi su almaya başlamıştır. Adamları Aziz’i tam kayığa çekmek üzerelerken, avlanmasına engel olduğu kılıç olanca hızıyla saldırır, tam sırtından Aziz’i kayığa saplar, Aziz orada can verir. Ahmet ertesi gün başucunda Meryem, annesi, Osman olduğu halde kendine gelir. Başlayan gün 27 Mayıs 1960 günüdür. Dışarıdan sevinç sesleri gelir. Fuat Reis tutuklanır. Meğer iyice çaresiz kalması için Meryem’in hapisteki babasını da o öldürtmüştür. İnsanlar baskıdan, hukuksuz uygulamalardan, eziyetten, sahipsizlikten kurtulmuşlardır. Deniz de güneşli, pırıl pırıl bir güne uyanır. Kıyılarına mavi ışıklar saçar.
Deniz Ağacı’nın genelde özetlediğimiz akışının yanı sıra, onurlu insan balıkçı Aziz’in toplumsal baskının acımasızlığı, sürekli yüz yüze kaldığı iftiralar, yaşamı dar eden dedikodular, önyargılar karşısında özüne kıyışı; köye gelen kumpanyadaki genç kadınla Ahmet arasındaki cinsel gerilim, romana dengeli bir çeşitlilik, anlatı varsıllığı sağlar. Ayrıca dürüst insan Rıza Reis, Tonyalı, Tavşan Reis, Abduk gibi yan roman kişilerinin işlenişi, Osman’ın ağabeyinin sevda öyküsünün geçmişe dönüşle anlatılışı, Kaderim’in deniz çekildiğinde kuma oturuş olayı, sırrını veren balıkçı bölümü, öylesine bir Erdek yolculuğunda teknede rastlanılan mahkûmun ilginç ve karmaşık öyküsü yapıtı güçlendiren öğeler olarak belirginleşir. Köy kahvesinin bitişiğindeki deniz ağacı romanın adıyla kendiliğinden bütünleştirici bir sezgi oluşturur. Bu dengeli yan örüntü çalışması senfonik bir kurgu özelliği kazandırır, yazına yeni tatlar getirir. 1960’lı yıllarda bu düzeyde bir yapıtla yazına başlamak büyük bir başarıdır.
Senfonik bütünlük denilince, Deniz Ağacı’nda yer verilmese de Koray’ın romanlarında senfonik müzik felsefesel anlatım içinde özenle işlenir. Var olan derinliği artırıcı işlev görür. Büyük Orfoz’da ve Kuyudaki Adam’da açıklıkla görülür bu durum. Denizcilik alanındaki, müzikteki bilgi birikimini usturuplu, kuralına uygun biçimde sanatına katar. Onun üslubundaki doğal akışı hiçbir yerde bozmaz. Evet, çok doğal yazar. Adeta dönüp bir daha bakmazcasına, silmemecesine doğal yazar. Yine yaşamının sıradışılığından, renkliliğinden olacak, özyaşamsal unsurlar bu romanlarda hiç yadırganmayacak bir tarzda yer alır. (Akın, 2008)
Kendisiyle yapılan söyleşilerden birinde: “Bence, ben, sırf denize tutkun adamları değil; insanın kendi kendini tutsak ettiği, yaratılışına ve yaratılışa ters, bir yapma, uydurma, yalan, reklam, para, hırs dolu dünyayı boşlayıp araması, bulması gereken hemen yanıbaşındaki doğal dünyayı; doğayı (ve o arada elbette denizi de) keşfetmesi, ona dönmesi gerektiğini vurgulamaya çalışan bir budalayım. Bir Don Quichotte’um, ama elimde değil.” der. (Öztop, 2006) İyi ki tutkularının, gerçek aşkın ardına düşme yürekliliğini gösterdi, yaşamakla yetinmeyip o güzelim romanlara dönüştürdü, halkıyla buluştu.
Deniz, o gizemli, “sonsuz” su, o değin çekici bir izlek oluşturur ki ozanlar, yazarlar ilgisiz kalamamak bir yana, belki de en güzel şiirlerini, öykülerini, romanlarını onun etkisiyle yazdılar.
Yine deniz yazılıyor, yaşam güzelleniyor. Tersi olanaksız. Yazınımızın bugününde de çok düzeyli yapıtlar var denizle ilgili. Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Cemil Kavukçu, Nurduran Duman, anamadığımız bir dolu yazar, bir dolu yürek, denizin öyküsünü, şiirini yazıyor, yazacak. Ağırbaşlı, hırçın, dingin, değişken, delişmen, dost, düşman, acımasız öyküsünü…
Kaynak:
Akın, Hüseyin “Roman Yaşayan Adam”, Radikal, 18.01.2008
Koray, Yaman 1962, “Deniz Ağacı”, Remzi Kit. Yay,
SanattanYansımalar, Günay Güner
Öztop, Erdem “Yaman Koray’ın Ardından, Uğurlar Ola Kaptan!...”, Cumhuriyet Kitap, 30.3.2006