Ana Menü

KAYIKEVİ

Başlatan Tan Kaan Özkan, 21 Aralık 2016, 18:21:51

« önceki - sonraki »

Bülent Büyükdağ

Bu arada Heyamola Hey, Karl Marx, Benjamin ve Baudelaire üzerinden amatör denizciliği tartışan herhalde ilk topluluk oldu. :)
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

Tan Kaan Özkan

Alıntı yapılan: Bülent Büyükdağ - 09 Ocak 2017, 11:41:13
Bu arada Heyamola Hey, Karl Marx, Benjamin ve Baudelaire üzerinden amatör denizciliği tartışan herhalde ilk topluluk oldu. :)

Dimi ama  ;D

Sorulara cevaplar bir miktar verilebilese de belki bir kaç kelime ile açıklamak yeterli gelmiyor. Düşünsenize dünyada hızla modernizmden ve sisteminin içinden mümkün olduğunca kaçma eğilimi başladı son 5-10 yıldır özellikle. Tamamen doğanın içinde, kendine yetebilen ve komün yaşamlar, özellikle okuyan, dünya ile bir olmaya çalışan, felsefi fikirlere sahip gençler arasında hızla ilerliyor. İmkana sahip olanlar tamamen bu yaşama geçmiş, halen kopabilmek için şartlarını olgunlaştırmaya çalışanlar ise çabalamakta.

Aynı şart ve düşüncelerde olan insanları denizlerde, daha doğrusu ülkemizde pek göremiyoruz. Az kişide olsalar tamamı ile deniz yaşantısına geçmiş ve deniz komünleri kurmaya başlamış insan grupları ve bunu gerçekleştirmeye çabalayan insanlar var.
Bu kişiler, maddi dünyanın garantilerine sırtlarını dönmüşler ve gerçekci olarak bu hayatı ve mavi vatanı gerçek anlamda yaşamaya başlamışlar.
Aslında sorularımın sebebi belki de budur. Biz neden denize yada doğaya ön koşul olmaksızın dönemiyoruz. Bizi gerçekten engelleyen nedir ?

Özgür Ökten

><(((º>

Bülent Büyükdağ

#48
Alıntı yapılan: Tan Kaan Özkan - 09 Ocak 2017, 11:56:05
Alıntı yapılan: Bülent Büyükdağ - 09 Ocak 2017, 11:41:13
Bu arada Heyamola Hey, Karl Marx, Benjamin ve Baudelaire üzerinden amatör denizciliği tartışan herhalde ilk topluluk oldu. :)

Dimi ama  ;D

Sorulara cevaplar bir miktar verilebilse de belki bir kaç kelime ile açıklamak yeterli gelmiyor. Düşünsenize dünyada hızla modernizmden ve sisteminin içinden mümkün olduğunca kaçma eğilimi başladı son 5-10 yıldır özellikle. Tamamen doğanın içinde, kendine yetebilen ve komün yaşamlar, özellikle okuyan, dünya ile bir olmaya çalışan, felsefi fikirlere sahip gençler arasında hızla ilerliyor. İmkana sahip olanlar tamamen bu yaşama geçmiş, halen kopabilmek için şartlarını olgunlaştırmaya çalışanlar ise çabalamakta.

Aynı şart ve düşüncelerde olan insanları denizlerde, daha doğrusu ülkemizde pek göremiyoruz. Az kişide olsalar tamamı ile deniz yaşantısına geçmiş ve deniz komünleri kurmaya başlamış insan grupları ve bunu gerçekleştirmeye çabalayan insanlar var.
Bu kişiler, maddi dünyanın garantilerine sırtlarını dönmüşler ve gerçekci olarak bu hayatı ve mavi vatanı gerçek anlamda yaşamaya başlamışlar.
Aslında sorularımın sebebi belki de budur. Biz neden denize yada doğaya ön koşul olmaksızın dönemiyoruz. Bizi gerçekten engelleyen nedir ?

Özgür'ün önerdiği filmi izleyeceğim.

Ama ben senin sorunu, deniz ve amatör denizcilik düzleminde sınırlandırmayı istiyorum, hazır randevum yok ve Istanbul-Ankara yolları kapalıyken.

Sezer Ateş Ayvaz Gölgem Deniz Atı Öyküsünde temelde senin sorduğun soruya yanıt verir;

  "....DÜŞTÜM!
     Bir baş dönmesiyle ayağa kalktım ve yerdeki gölgemi gördüm.
     ....Denizde değil, toprakta debelenen bir denizatı olmuştum birdenbire."
 
  Tek sözcüklük ilk tümceden önce gelen üç nokta ve düştüm sözcüğünün büyük harflerle yazılması insanın dünyaya fırlatılmasını imlediği düşünülebilir. Üç nokta, bilinmez önceyi, "düşmek", büyük söylenceyi.

     Öykü doğumu erkeklerinin gerçekleştirmesiyle bilinen Denizatı üzerine kurgulanmış. Böylece hem erkek hem de kadınlığın nitelikleri bir canlıda toplanmış. Bu, bütün insanlığın öyküsü olarak düşünülebilir. Anlatıcının kadın olması, "mor köpük" tarafından denizlere itilmek, tanrıça gaia'yı da çağrıştırıyor.  Öyküde kullanılan bütün imgeler çarpıcı. "...kalbim ibis kuşuydu". İbis kuşu, Thor üzerinden imgelenir ve cehaletle savaşımı da simgeler. İlk düşüşten sonra yaşadığı duygulanımları anlattığı bölümde kullanmış bunu.     Yazar, öykünün ileri bölümlerinde hüt hüt kuşunu da imge olarak kullanacak, sorumluluğu, sadakati, değerlere bağlılığı anlatan kuşu. İnsanlığın bütün macerası bir öyküye sığdırılmış gibidir. Durmuyor yazar, aynı öyküde bizi bize anlatmaya devam ediyor:
     
     " Titredi daldı derin sulara, yasayı çiğnemek, dip akıntılarına karışmak istiyordu, bedeni par par parlıyordu bu arzuyla(...) kapıldığı esrikliği anlayınca dinleniyor, birdenbire yukarılara doğru yol değiştiriyordu. Sonra gene... Ah! Nasıl böyle doyumsuz olabilir bir canlı, sanki hiç tuzak yokmuş, hiç vurgun yokmuş gibi bu denizlerde... Kendini ölümsüz sanıyordu"
   [/b]

      Terry Eagleton, yıkıcılığımızın temel kaynağının " kendi ölümsüzlüğümüze duyduğumuz bilinçdışı bir güven" olduğunu söylemişti. Sezer Ateş Ayvaz bunu anımsatıyor, ölümün yaşamlarımıza düşürdüğü gölgeyi, ama acımasızca yapıyor bunu. Her şeye, deneyimlediğimiz her şeye özel bir anlam yükleme çabası altında ezildiğimizi, artık körleştiğimizi de söylüyor: "Ah! Bu kadar anlam yeterdi kör etmeye".  Bu çağın insanı bunca gerçeği bir arada taşıyabilir mi? Fakat bu yazarın değil, bizim sorunumuz.  Öykü, yeniden bir "yükselişle" biter. Umut ve umutsuzluk, belki de örtülü bir teolojik bakış kendini gösterir:
      "... DÜŞTÜĞÜM yerden kalkmıştım, suyun yüzüne bıraktım onu ve denizatı olmuş bedenimi.
   Toprağa çıktım o gün.
   Denizi umutsuz aşklara terk ettim."
   [/b]

Belki de umutsuz aşklara(analoji olarak anlayın lütfen) mahkumuz da, o nedenle mazot, fiber,katran, nem kokulu denizler cazip geliyordur bize? Mümkün mü?

Ben  ellisine dayanmış yaşımda hâlâ kuyruğumla kavgalı olduğumdan böyle düşünüyorum.

Öte yandan, senin dediğine "pek çok az" sayıda diyorlar. Sahiden pek çok az sayıda insan denizleri seçiyor ve görüyoruz ki bunlar öyle görünmez kişiler de değiller. Yalnızca bu forumda bile Dilek ve Kaan korsanlar bunu başarmışlar. Kuşkusuz radikal bir tavırla, dünyadan elini eteğini çekerek değil. Ama hiç olmazsa Antalya Körfezini geçecek kadar ve bu, hiç az bir şey değil.

Şu ibis ve hüt hüt kuşu ile, bütün dinsel kitaplardaki "düşme" işine kafa yormak, amatör denizciliğe bir de buradan bakmak lazım derim.
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

Tan Kaan Özkan

Hani bazen deniyor ya, şu forum, fb sayfaları,grup tarzı yerlere çokta anlam yüklememek lazım diye, ben aksini düşünürüm hep.
Şu, ibis ve hüt hüt kuşu imgelerinin bize anlam katmış olduğu değerler var ya, amatör denizcilik bağlamında bakıldığın da tam da bunların bizim ihtiyacımız olan şeyler olduğunu düşünüyorum.

İbis kuşu ile mütevazi bakarsak, belli bir tema üzerinde ki cahilliğimiz ile ısrarla savaşmıyormuyuz ? Onu yenmek uğruna her bir kelimeyi daha dikkatli okuyup, hafızalarımıza kazımıyormuyuz ? Her bir paylaşım bizde ki bilinmezliği biraz daha azaltıp, bizleri yükseltmiyor mu ?
yada
Hüt hüt kuşu imgesinin anlattığı, sorumluluk duygusunu, değerlere bağlılığı yine bizim temamız olan denizle bağdaştırmak kolay olsa gerek.

O yüzden ben önemsiyorum, bu tür gruplarda ki her bir kelimeyi ve düşen bizleri düştüğümüz yerden kaldırmasına yardımcı olacağını düşünüyorum

Bülent Büyükdağ

Ve artık, senin bir sonraki paylaşımına kadar, yalnızca okuyucuyum, yoruldum  :)
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

Âli San

" Gizli bir yetimler ittifakı öneririm. Birbirimize göz kırparız. Hiyerarşiyi reddederiz. Her türlü hiyerarşiyi. Dünyanın pisliğini olduğu gibi kabullenir, buna rağmen nasıl hayatta kaldığımıza dair hikayeleri paylaşırız. Münasebetsiziz biz, kopuğuz. Evrendeki yıldızların yarısından fazlası hiçbir takımyıldıza ait olmayan yetim yıldızlardır. Takımyıldızların hepsinden fazla ışık verirler "

John Berger

Takımyıldızlardan fazla ışık verme gerçeği de o kadar önemli değil bence...Iddia niye ? İşte birbirimize göz kırpmamız tamamen yeterli

Tan Kaan Özkan

Çok severim bu satırları.

Belki de "Dünya yetimleri" gerçekten çoktur ve münasebetsiz kopuklar, devam ederler hiyararşiyi reddetmeye.
Biraz ben de böyle hissederim hep. "Dünya yetimi"

Olsun yada olmasın, dediğiniz gibi göz kırpmaya devam. Elbet bakan vardır.

Bülent Büyükdağ

#53
Alıntı yapılan: Ali San - 09 Ocak 2017, 19:37:33
" Gizli bir yetimler ittifakı öneririm. Birbirimize göz kırparız. Hiyerarşiyi reddederiz. Her türlü hiyerarşiyi. Dünyanın pisliğini olduğu gibi kabullenir, buna rağmen nasıl hayatta kaldığımıza dair hikayeleri paylaşırız. Münasebetsiziz biz, kopuğuz. Evrendeki yıldızların yarısından fazlası hiçbir takımyıldıza ait olmayan yetim yıldızlardır. Takımyıldızların hepsinden fazla ışık verirler "

John Berger

Takımyıldızlardan fazla ışık verme gerçeği de o kadar önemli değil bence...Iddia niye ? İşte birbirimize göz kırpmamız tamamen yeterli

Bunu nasıl atlamışım... "birbirimize göz kırpmamız tamamen yeterli". Bunu şiar edinmeliyiz. Çok sevdim.Çok da ilginç bir rastlantı, Berger'e göz atıyordum şimdi.
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

Öcal Turan

İşiniz bitince biz şurada köşede bekliyoruz.   ;)

Bülent Büyükdağ

Alıntı yapılan: Öcal Turan - 11 Ocak 2017, 12:45:33
İşiniz bitince biz şurada köşede bekliyoruz.   ;)

Okuyoruz abi. Geliriz de.
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

Cem Gür

Alıntı yapılan: Özgür Ökten - 09 Ocak 2017, 12:19:46
Basit bir balıkçı üstünden sistem eleştrisi filmi;

http://www.birgun.net/haber-detay/ag-ideolojilerin-kiskacinda-bir-balikci-142488.html

öZgür

Filmi seyretmek istiyorum. Çalışan bir web sitesi bulamadım.
Bilen varsa paylaşırsa memnun olacağım. :)
"İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez... İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir" diyordu Oscar Wilde.

Tan Kaan Özkan

Ege'den bir Çingene güzeli Efsanesi

Antik çağlarda Ege kıyılarında, birçok Yunan uygarlığı vardı. Bunlardan biri de İzmir yakınlarında idi. Adına Yaban Gülü Uygarlığı denirdi. Bu uygarlık adını bir Ege efsanesinden almıştı.

Rivayete göre Ege kıyılarında dünya çingenelerinin başı olan, bir büyük çeri yaşardı. Bu çerinin aşiretinde adı dillere destan olan bir kız vardı. Bütün çingene kızları gibi sıradan bir güzelliği olmasına rağmen, çok güzel sesiyle öyle danslar ederdi ki, ünü bütün dünyaya yayılmıştı.

Yaşlı çeribaşı bu kızın cilve, işve ve danslarına kapıldığından her akşam Ege sahillerinde yaz eğlenceleri düzenlerdi. Bu eğlencelerde tahta fıçılarla, at arabaları dolusu şaraplar gelir, dünya çerileri arasından seçilmiş en iyi kemancılar, zurnacılar ve darbukacılar sahilde toplanırdı. Çok geniş dev halkalar oluşturulur, ortada çam odunlarından bir büyük ateş yakılırdı. Kuzular çevrilir, toprak testilerle şaraplar fıçılardan alınır, herkese dağıtılırdı.

Herkes bir büyük merak içinde çingene kızının çıkmasını, ünlü büyülü danslarını yapmasını beklerdi. Sonunda güzel çingene kızı, saçlarına taktığı yaban gülü, parmaklarında zilleri, uzun eteği ve şuh edasıyla ortaya çıkardı. Bir anda bütün sesler kesilir, saz ekipleri en oynak parçaları çalmaya başlar, çingene kızı da kıvrak bedeniyle dans ederdi. Hızla döndükçe etekleri bir gül gibi açılır, güzel bacakları ay ışığında Venüs heykelleri gibi parlardı.

İri kahve gözleri, can yakan endamı, şen şakrak neşeli sesi, zillerinin şıngırtısı bütün sahilde yankılanırken, toprak şarap testileri dolar dolar boşalırdı. Çingene kızının nereden geldiğini, kim olduğunu, hatta adını bile bilen yoktu. Ancak ipek saçlarına taktığı yaban gülü her zaman yerinde dururdu. Onu ne yatarken, ne dansederken, ne de bir başka zamanda gülsüz gören olmamıştı. Bu nedenle çingene kızına herkes Yaban Gülüm dediğinden adı Yaban Gülüm olmuştu. Bu da yetmemiş, çerinin adı da Yaban Gülüm Çerisi olarak ünlenmişti.

Anadolunun içlerinde, Ege'nin karşı sahillerinde, hatta arap kıyılarında Yaban Gülüm'ün methini duymayan kalmamıştı. Uzak iklimlerden onu izlemeye gelenler çoğunluktaydı.

Yaşlı çeribaşı sonunda sevdalandığı bu kıvrak çingene kızıyla hiçbir şeye aldırmadan kırk gün, kırk gece sürecek bir düğünle evlenmeye karar verdi.
Düğünün her gecesi Ege sahillerinde şölen düzenlendi.

Düğünün son gecesiydi. Eğlencede su gibi şarap aktı. Aşirette Yaban Gülüm'e aşık olanlar, çeribaşını kıskanmaktaydılar. Herkesin sarhoş olduğu bir anda, kir, pasak ve yama içindeki bir çingene genci, çeribaşına saldırarak, onu bıçakladı ve öldürdü. Akan kanlara dayanamayan Çingene kızı denize doğru yürümeye başladı, herkesin gözü önünde...

Hayret!!!! Çingene kızı suya batmıyor, su yüzeyinde yürüyüp gidiyordu. Yürüdü, yürüdü, uzaklaştı, bir nokta gibi kaldı mavilerde ve kaybolup gitti.
Efsaneye göre çingene kızı kendisini çok seven çeribaşının üzüntüsünden çirkinleşti o gece...

Sadece her dolunayda eski güzelliği, eski endamı, eski yakıcılığıyla Ege sahillerine çıkar, görünmez sazların eşliğinde çingene danslarını yapar, sonra da geldiği denize yürür, suların üzerinde, mavilerde kaybolur gider.

Bu yüzdendir ki, Ege sahillerinde yaban gülleri her dolunayda açar, ormanlardan çigan müziği sesleri gelir. Egenin sularında her günbatımındaysa, bir çirkin çingene kızının hayali belirir, ve bu hayal bulutlara vururdu...

Anonim hikaye

O.Utku Uçkan

Seçim heyacanı sardı herkesi.Sanata ve düşünceye dair yazılara zaman kalmadı zahir  :'(
DeDe

Bülent Büyükdağ

Alıntı yapılan: O.Utku Uçkan - 15 Ocak 2017, 18:11:16
Seçim heyacanı sardı herkesi.Sanata ve düşünceye dair yazılara zaman kalmadı zahir  :'(

Valla abi ya. Bitireydik bir.
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.