Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: KAYIKEVİ

T
  • *
  • İleti: 2171
Ynt: KAYIKEVİ
#90: 27 Şubat 2017, 15:21:37
Deniz Canlıları Hakkında Bunları Biliyor Musunuz?

• Denizlerdeki yaşamın karalarda olduğu gibi büyük oranda bitkilere bağlı olduğunu,
• Denizlerdeki başlıca besin kaynağının "bitkisel plankton" denilen mikroskobik bitkiler olduğunu ve bunların fotosentez yaparak oksijen ürettiklerini,
• Erkek balinaların 24 m derinliğe dalarak şarkılarını yüksek sesle yarım saat ya da daha uzun süre söylediklerini,
• Denizlerde bilinen 20.000 tür balık olduğunu, yalnızca 22 türün ticari olarak avlandığını,
• Akdeniz foklarının günümüzde dünyada sadece Yunanistan, Türkiye, Fas, Moritanya ve
. Madeira Adaları'nda yaşadıklarını ve toplam sayılarının 450-550 kadar olduğunu,
• Deniz çayırları denilen deniz bitkilerinin denizlerde oksijen üretmekle kalmayıp, kökleri ile
de erozyonu önlediğini ve birçok deniz canlısı için korunak görevi gördüğünü biliyor musunuz?
  • IP logged

T
  • *
  • İleti: 2171
Ynt: KAYIKEVİ
#91: 27 Şubat 2017, 15:21:56
Golf Stream

Golf Stream akıntısı, Meksika Körfezinden doğduğu için İngilizcede “körfez akıntısı” anlamındaki bu isimle anılmıştır. Genişliği 50 kilometreyi, derinliği 1000 metreyi bulan akıntının akış hızı saatte 4–5 kilometre civarındadır. Yaz kış hep sıcak olan bu akıntı Batı Avrupa kıyılarının ılıman bir iklime sahip olmasında önemli bir etkiye sahiptir.
  • IP logged

T
  • *
  • İleti: 2171
Ynt: KAYIKEVİ
#92: 27 Şubat 2017, 15:24:19
“Mor yelkenli” diye bir canlı olduğunu biliyor musunuz?

Mor Yelkenli (V. velella), okyanus yüzeyinde serbest yüzen sölenterlerden (cnidaria) hidralar (hydrozoa) sınıfına dahil kozmopolit bir türdür. Deniz raftı, rüzgar denizcisi, mor yelkenli, küçük yelkenli ya da Velella olarak bilinir. Velella cinsine (genus) ait tek tür olarak önem ihtiva eder.

Velella, oldukça rahat bir şekilde tanımlanabilecek bir türdür. Üzerinde bir kaç santimetre genişliğinde havayı tutan ve yüzme işlemine yardımcı olan eş merkezli halkaların bulunduğu düz mavi disk şeklinde bir yapı bulunur. Bu yapı üzerinde canlının rüzgardan faydalanmasını ve hareketini sağlayan mavi-mor bir yelken bulunur. Disk şeklindeki yapının alt yüzeyinde ise üreme, beslenme ve planktonların yakalanmasını sağlayan dokunaçlar bulunur.



Yelkenli yapı, türden türe iki yönlü (sağa ya da sola meyilli) gelişebilmektedir. Bu gelişim tamamen canlının aldığı rüzgarın yönüne bağlıdır. Bu durumda iki farklı yönde gelişim olduğu için, rüzgar bu canlıları okyanus’da farklı yönlere ilerlemelerini ve bu şekilde canlı dağılımın gerçekleşmesini sağlar. Genellikle tropik ve ılıman iklimin hakim olduğu sularda yoğun populasyonlar halinde rüzgarın da etkisi ile kıyıya vurabilirler ve sahillerde toplu ölümler gerçekleşebilir. Bu noktada ilgi çekici olan bir diğer gerçek ise, iki farklı yönde yelken tipine sahip olan türlerin, bir tipi okyanusun doğu yakasına bakan sahillerde kıyıya vururken, diğer tipi ise doğu sahillerine vurur.



  • IP logged

T
  • *
  • İleti: 2171
Ynt: KAYIKEVİ
#93: 27 Şubat 2017, 15:25:13
KURGU İLE GERÇEĞİN HARMANI HİKAYELER SEVERMİSİNİZ ?

TİTANİC


Tüm zamanların en ünlü gemisi Titanik, herkes tarafından bir deniz faciası nedeniyle tanınır oysa dev yolcu gemisinin ardında inanılmaz bir gizem saklı.

Bir düşünün, Titanik’i batıran gerçekten bir buz dağı mıydı?

Hiç kimse onun dünyanın en büyük kehanetlerinden birisini yaptığını bilmiyordu. Hatta kendisinin dahi haberi yoktu. Adı; Morgan Robertson´du, Amerikalıydı, 1861´de doğdu, gençken denizcilik yaptı, sonra ise bir elmas eksperi oldu ve New York´da kuyumculuk yaptı. Sonra Kipling´in bir öyküsünü okudu ve yazar olmaya karar verdi. İlk öyküsü 25 $´a satıldı, daha sonra yazdığı 10 öyküden ise 1000 $ kazandı. Yazmak ona artık kolay ve kazançlı geliyordu. 1897 yılının bir kış gecesinde 24.Caddedeki dairesinde yeni bir deniz öyküsü yazmayı planladı. Bu bir uzun öykü olacaktı.

Hayali “Titan Kazası”Hayalinde dev bir yolcu gemisi vardı, asla batmayan bir gemi. Bir aşk teması üzerine kurulu olan öykünün kahramanları bu dev gemiye binip, İngiltere´den ABD´ye gidiyorlardı ve aşk hikayesi dünyanın en lüks gemisinde sürecekti. Ama öykünün hayali kahramanları beklenmedik bir sürprizle karşılaşacaklar ve bir deniz kazası batmaz denen gemiyi okyanusun dibine yollanacaktı. Robertson´un teması buydu, oturup yazmaya başladı ve öyküye iki isim verdi; "Futility"yani "Nafile" ve "Titan Kazası"... Evet, yanlış okumadınız; Titan... Şimdi beraberce Robertson´un romanından bİr bölümü; "Titan"ın batış sahnesini okuyalım.

"Gözcü haykırdı; ´buzdağı! Birinci subay, kaptana haber verdi ve derhal makine dairesine tornistan yani geri git emri verildi. Fakat dev gemi durmuyordu, hızını kesmesi için zaman lazımdı ve sisler arasında görünen buzdağı yaklaşıyordu. Aşağıdan ise orkestranın ve eğlenen insanların sesleri duyuluyordu. Sonra buzdağı gemiye ulaştı, bu arada gemi ters çalışan pervanelerin gayretiyle yan dönmüştü ama yetersizdi ve kaptanla yardımcılarının çaresiz bakışları arasında buzdağı Titan´ın sancak tarafına çarptı. Darbe hafifti hatta pek hissedilmedi, kaptan o anda ucuz atlattık diye düşünüyordu. Ama birkaç dakika sonra gemi birden yan yattı, buzdağı asıl yarayı su kesiminin altında açmıştı, yara öldürücüydü çünkü uğursuz buzdağı Titan´ın bordasını jilet gibi keserek, parçalamıştı."

Daha sonra Robertson öyküye; gemi hızla su aldığını. Alarm verildiğini, filikaların indirilerek, önce kadınlar ve çocuklar bindirildiğini, yardım çağrıları yapılırken, Avrupa´nın en ünlü ve zengin ailelerinin mensuplarnın birbirlerine ebediyen veda ederken, dev yolcu gemisi Titan’ın buzlu kutup sularına hızla gömüldüğünü anlatarak devam ediyordu.

İnanılmaz kehanet gerçekleşiyor...

Ve Robertson 1898 yılında öyküsünü küçük bir kitap olarak yayınladı. Kitap onu çok daha sonra ölümsüz yapacaktı, dünyanın en çarpıcı ve en dehşet verici kehanetini yazmıştı ama sonuç yayınladığı dönem için aynen kitabın adı gibiydi yani "Boşyere" Aradan 14 yıl geçti ve başka bir zamanda, başka bir gemi, asla batmaz denen dünyanın en lüks ve en büyük yolcu gemisi Titanik, İngiltere’nin Southampton limanından yeni dünyaya doğru denize açıldı. Sonra, 1912 yılında 14 Nisan´ı, 15 Nisan´a bağlayan gecede sisler arasından birden ortaya çıkan bir buzdağı batmaz denen Titanik’in katili olacaktı. Yukarda okuduğunuz Robertson´un romanındaki batış sahnesi aynen gerçekleşti. Sadece o kadar mı? Bakın Morgan Robertson Titanik´den 14 yıl önce yazdığı romanında daha neleri bilmişti;

Robertson´un romanındaki Titan adlı gemi Southampton limanından yola çıkıyordu ve 14 yıl sonra Titanik de aynı limandan yola çıktı.

Romandaki gemi ile, Titanik arasında sadece 4 metre fark vardı. Titan 248 metre, Titanik 252 metreydi.

İki geminin ağırlıkları da çok yakındı. Robertson romanında Titan´ı 70.000 ton ağırlığında yazmıştı; Gerçek Titanik ise 66.000 tondu.

Her iki geminin de üç pervanesi vardı ve her ikisi de 3000’er yolcu taşıyorlardı. Gerek romandaki hayali Titan´a gerekse de gerçek Titanik´e Avrupa´ nın sayılı zenginleri ve ünlü aileleri binmişlerdi.

Daha da ötesi var;

Robertson´un romanındaki dev Titan, New Foundland yakınında; Kuzey Atlantik´ de bir buzdağına çarparak battı ve işte inanılmaz ama gerçek; Talihsiz Titanik de 14 yıl sonra aynı koordinatta, aynen romandaki benzeri gibi bir buzdağına çarparak okyanusa gömüldü.

Ve her iki gemide de; yeterince cankurtan filikası yoktu; Robertson romanındaki gemide 24 filika bulunduğunu yazıyordu; Titanik´de ise 22 filika vardı ve bu yüzden can kaybı büyük oldu.

Sonra...Gerçek kazanın sonucunda 1513 yolcu boğularak öldü ve kayboldu. Aynen 14 yıl önceki romanda yazıldığı gibi... Robertson´un romanındaki Titan´da ise 1500 kişi ölüyordu. Her iki gemi de 3000 kişilikti ve Titanik´e 2224 kişi binmişti.

Aynı asla batmaz denen gemi,

Aynı yerden aynı yere yolculuk,

Aynı tarihte, aynı yerde kaza,

Aynı buzdağı ve aynı tür batış,

Aynı yolcu ve ölü sayısı,

Hatta iki gemi de batarken orkestranın ilahi çalmasına kadar...

Bir kez daha okuyun ve düşünün...

Büyük kehanet farkedilmiyor...Morgan Robertson başarılı olamadı, kitabı satmadı, daha sonra yazdıkları da ilgi görmedi. Bunalıma girerek, bir hastanede psikolojik tedavi gördü. Sonra yeni biröykü yazdı, bir Fransız dergisinde yayınlanan bu öyküde de, denizaltılardan söz ediyor ve periskopu tarif ediyordu. Ama yine ilgi görmedi. Başarısız bir yazar olarak, Mart 1915´de bir otel odasında ayakta geçirdiği bir kalp kriziyle yaşama veda etti. Asıl inanılmaz olay burada çünkü Robertson mart 1915´de öldü. Yani gerçek Titanik´ in batışından üç yıl sonra...Ve hiç kimse Robertson´la ilgilenmedi, yine kimse farketmedi ve hiç kimse onun 14 yıl önce Titanik´i aynen nasıl anlatabildiğini merak etmedi.

Kimse onu anımsamadı, ta ki 1980´lerde inanılmaz olaylarla ilgili araştırmalar yapılıncaya kadar... Morgan Robertson;Titanik batmadan 14 yıl önce, gemiyle ve kazayla ilgili herşeyi tıpatıp aynen nasıl yazmıştı ? Raslantımıydı? O, başarısız bir yazar olarak tarihin karanlıkları arasında kayboldu, şimdi ise ruhu hatırlanmanın sevinci içinde olmalı... Kehanet sıradan bir iş değil, ve asıl gizem kendi yapısında, ne zaman ve nerede ortaya çıkacağı hiç belli olmuyor; oysa gelecekte nelerin olacağı konusunda çevremiz sayısız ipucu dolu; yeter ki görmek için çaba gösterelim. Titanik´ in gizemi burada da bitmiyor. Biri daha var;

"Denizde tehlikede olanlar için dua ediyoruz..."

Kanada, Winnipeg´de Rosedale Metodist Kilisesi´ndeyiz, Rahip Charles Morgan bir pazar sabahı erkenden kalkmış, o günkü ayin için hazırlık yapıyordu. Okunacak ilahinin numarasını karatahtaya yazdı. Tüm hazırlıklarını bitirdikten sonra, ayine kadar biraz uyumak amacıyla odasına çekildi ve derin bir uykuya daldı. Birden kendini çok canlı ve etkin bir rüyanın içinde buldu. Karanlıkların içinde, dev bir kütle vardı, dalgaların sesleri duyuluyordu, çanlar çalıyor ve Rahip Morgan´ın çok uzun yıllardır işitmediği bir ilahi duyuluyordu. Rüya o kadar etkili ve rahatsız ediciydi ki, Morgan uyandı, ilahi ve çan sesleri kulağından gitmiyordu. Saatine baktığında, fazla zaman geçmemiş olduğunu gördü, rüyanın kötü etkisinden kurtulmaya çalışarak yeniden uyumaya çalıştı ve yeniden uykuya daldı. Rüya tekrar başladı, ilahi, çan sesleri, karanlık, dalga sesleri ve devrilen dev kara kütle. Morgan bu kez, panikle uyandı ve kendini boş kiliseye attı, karatahtaya giderek o bir türlü kulaklarından gitmeyen ilahinin numarasını yazdı. Ayin saati gelmişti, cemaat toplanıyordu, Rahip Morgan ilahiyi başlattı, notalar kilisede çınlarken, aynı anda binlerce mil ötede okyanusun ortasında aynı ilahi buzlu denizi çınlatmaktaydı; "Duy, Kutsal Baba, Sana denizde tehlikede olanlar için dua ediyoruz." İlahi biterken, Rahip Morgan´ın gözlerinden yaşlar akıyordu. Aynı günün sonraki saatlerinde, Rahip ilahiyi okudukları sırada Atlas Okyanusu´nun derinliklerinde büyük dramın yaşandığını öğrendi. O gün, 14 Nisan 1912´idi ve Atlantik´in kuzeyindeki buzlu sularda Titanik suların içinde yokolmuştu.

Titanik’de bir gariplik var...

Titanik battığında, ünlü İngiliz gazeteci William T. Stead gemide bulunuyordu.1892 yılında Stead hikayeler yazarak yaşamını kazanıyordu. Gazeteciliğinin yanısıra Stead, ölüm ötesi ve Spiritüaliizm ile yani Ruhçuluk’la da ilgileniyor, araştırmalar da bulunuyordu. O yıl yazdığı kısa hikayelerden birinin adı neydi biliyormusunuz? "Titanik" ve yine Titanik´den 20 yıl önce...YineTitanik´de olduğu gibi, Stead´ın hikayesindeki Titanik´de bir buzdağına çarparak batıyordu. Ve Stead´ın yazdığı hikayede, Stead kendisini kazadan kurtulan biri olarak anlatıyordu. Ve; 20 yıl sonra gerçek Titanik batarken, o buzlu ve soğuk denize gömülenlerden birisi Stead´ ın gerçekten kendisiydi. Ama; sonu romandaki gibi olmadı çünkü kurtulamayacaktı. Zira bu roman gerçekti ve başka bir romancı tarafından yazılmıştı. O anda Stead ne düşünmüştü? 20 yıl önce yazdığı hikayeyi düşünüp, kurtulacağına inanıyormuydu? Bunu asla bilemiyeceğiz...

Biri daha var. Ama çok daha sonra; 1935´ de... William Reeves adlı bir denizci bu; İngiltere´den Kanada´ya giden "Titanian" adlı kömür yüklü buharlı gemi; soğuk bir Nisan gecesinde Kuzey Atlantik´de seyrediyordu. Bütün denizcilerin ezbere bildikleri o uğursuz yere; Titanik´in battığı noktaya varmışlardı. Reeves, güverteden denize bakarak yıllar öncesindeki olayları düşlüyordu. Ve o gün Reeves ´in doğum günüydü, olabilir ama Reeves´ in doğduğu tarih çok önemliydi, çünkü Reeves 14 Nisan 1912´ de doğmuştu. Yani Titanik´in battığı günde. İşte tam o günde; Titanik´in battığı günde Reeves doğum gününü; Titanik´ in battığı yerde kutluyordu. Ve birşey oldu... Reeves birden, suların kaynaştığını ve dev bir buzdağının geminin yolu üzerinde belirdiğini gördü. Tam o anda da, köprüden alarm verildi. Uzaklık yeterliydi. Mürettebat gemiyi zamanında durdurdu, buzdağının yanından geçeceklerdi ama olmadı... Çünkü bir saat içinde çevreleri; yüzlerce buz kütlesi tarafından sarıldı. Artık hareket etmelerine imkan yoktu. Reeves ve arkadaşlarının içinde bulundukları Titania adlı gemiyi, ancak 9 gün sonra yetişen buz kırma gemileri kurtardılar. Neden? Buzdağları o korkunç gecenin yıldönümünde, bir grup denizcinin orada bulunmasını mı istemişlerdi ?

Evet... İnanılmaz ama gerçek zira Titanik´ in gizemi şaşırtıcı. Titanik şimdi okyanusun derinliklerinde uyuyor sadece bir kez ziyaret edildi. 1 Eylül 1985´de Amerikalı ve Fransız uzmanlardan kurulu bir sualtı ekibi onu buldu ve görüntüledi. Morgan Robertson; Titanik batmadan 14 yıl önce, gemiyle ve kazayla ilgili herşeyi tıpatıp aynen nasıl yazmıştı, raslantımıydı? William T. Stead 20 yıl sonra içinde öleceği geminin adını ve kendisinin de içinde bulunduğu öyküsünü, hangi raslantı sonucunda yazmıştı? Titania adlı gemiyle, Titanik´in battığı günde doğan ve doğum gününde Titanik´in battığı yerde bulunan Reeves´ in buzdağları tarafından 9 gün hapsedilmesi de raslantımıydı? Düşünür Voltaİre diyor ki; "Belki de raslantı dediğimiz şey; belirli bir şeyin bilinmeyen nedenidir..." Robertson, Stead ve Reeves bizim gibi birer insandılar. Bizler gibi normal ama bilinmeyen yönleri olan insanlar. Her insan gibi... Ve siz de; bilinmeyen raslantılarla her an karşılaşabilirsiniz...

Titanik´den sesler;

Kazadan kurtulanların anıları;"Kazadan bir gece önceydi, karım başıma Titanik´in sahibi olan White Star Şirketi´nin ambleminin bulunduğu kepi giydirdi, güvertedeydik ve tam o anda gökde bir yıldız parçalara ayrılarak dağıldı. Karım bundan hiç hoşlanmadığını söyledi. "

Kamarot Arthur Lewis

"Babam heyecanlı, annem moralsizdi ve hayatımda ilk kez onun ağladığını gördüm. Umutsuzdu ve birşeylerin yolunda gitmediğini söylüyordu. Yedi yaşındaydım ve daha önce hiç hiç gemi görmemiştim. Çok büyüktü, herkes çok heyevanlıydı, kamaraya indik, babam anneme yatmasını ve sakinleşmesini söyledi ama annem bütün gece oturdu, ta ki kazaya kadar ve sadece ben kurtuldum. "

Eva Hart

"Woolston´da yaşıyorduk, okul öğleyin tatil edildi ve Titanik´in limandan ayrılışını görmeye götürüldük. Öğretmenimiz başımızdaydı, sonra Titanik yavaş yavaş iskeleden ayrılmaya başladı; bu onu son görüşümüzdü, Southampton sularında gittikçe uzaklaşıyordu. Yanımda yaşlı bir adam vardı, eliyle iyi şans işaretleri yaptıktan sonra başını salladı, sonra yüksek sesle hiç umut olmadığını söyledi."

Lois Brown Jacobs

Nasıl battı?

Titanik nasıl battı? O kadar çok kuram var ki; bunların en yenilerinden bir tanesi kasıtlı batırıldığı yolunda; tabii ki sigorta parası için. Ama buzdağının nasıl gemiye çarptırıldığının cevabı yok, yanlız ilginç iddialar ortaya atılıyor. Titanik´in Kuzey Atlantik´in derinliklerinde yattığını hepimiz biliyoruz. Buzdağı, gemiye sancak tarafından çarpmış ve çelik levhaları yarmıştı. Ünlü tiyatrocu Thomas Andrews gemi batarken ön tarafta bulunan beş su geçirmez kamaranın birisindeydi. Çarpmanın hemen ardından kamaralara buzlu deniz suyu dolmaya başladı. Aslında kamaraların sadece birisi delinmişti ama su kolayca diğerlerine de geçti, Andrews olayın tanığıydı yani su geçirmez denilen kamaralar su geçiriyordu. Aynı şey su geçirmez denilen alt bölümlerde de oldu ve Titanik bu yüzden kolayca battı. Jack Thayer, Titanik´in batmadan evvel su yüzeyindeyken iki bölündüğüne inanıyor ve anlatıyondu ama çok kişiye göre kaza böyle olmamıştı fakat 1985´de

Dr. Robert D. Ballard, Titanik´i okyanusun dibinde iki parça olarak buldu. Ballard ve ekibi Titanik´in pruvasından kırıldığını belirledi çünkü yara alınca gerilime dayanamamış ve denizden evvel içeri dolan sert havanın basıncıyla ikiye bölünmüştü. Bugün iki parça birbirlerinden yarım kilometre uzaklıkta ayrı yönlerde duruyor.


Titanik´in batış nedeni söylenceleri az değildir;

* Titanik, kardeşi Olympic´le beraber sigortalanıp, ikisi de kasıtlı mı batırıldı?

* Mürettebat ve Kaptan Smith sarhoş muydular?

* Gemi subayı Murdoch, neden kendini öldürdü?

* Kaptan Smith´in de intihar ettiği, telsizle gerçekten bildirilmiş miydi?

* Niçin görevliler dürbünle çevreyi gözlemediler? Oysa bu yapılsaydı, buzdağı çok önceden görülebilirdi.

* Titanik buzdağını son anda görüp dönmeye çalışırken, önce kıçından sonra da önünden iki defa mı yara aldı.

* Su geçirmez bölmeler neden açıktı?

* Söylendiği gibi Californian adlı gemi veya bilinmeyen bir diğer gemi, Titanik´i batarken görmesine rağmen yardıma gelmedi mi? Kurtulanlardan birçok kişi, bir geminin ışıklarını gördüklerine dair yeminler ediyorlardı.

Bunları biliyor musunuz?

* Biliyor muydunuz... Bazı yolcuların köpekleri güvertede bulunan köpek kulübelerindeydi. Bunlardan birisinin değeri 750 £´du ve 1912 yılında bu miktar çok büyük bir paraydı. Bugünkü değeri 300.000 £ olarak hesaplanıyor.

* Biliyor muydunuz... İkinci Dünya Savaşı sırasında, adı "Titanic" olan bir propaganda filmi yapıldı. Gemide gizli olarak bulunan bir Alman subayının hikayesiydi.

* Biliyor muydunuz... Yolcuların bazıları, gemi batmadan biraz evvel, jimnastikhanede bisiklete biniyorlardı.

* Biliyor muydunuz... Titanik´in birinci sınıf kamaralarının ve dinlenme salonunun bazı pencereleri ve kepenkleri, İngiltere Alnwick´de bulunan White Swan Oteli´nden alınmıştı.

* Biliyor muydunuz... Titanik´den kurtulan gemi subaylarının ve mürettebatın hiçbirisi yaşamlarının kalanında mesleklerini sürdürmelerine rağmen asla kaptan olamadılar.

* Biliyor muydunuz... Titanik, Southampton´dan ayrıldıktan hemen sonra kömür depolarında yangın çıkmış ve söndürülmüştü.

* Biliyor muydunuz... Kurtulanlardan birisi olan gemi subayı Murdoch, gemi batmadan evvel intihar etti, aslında elindeki tabancayla kalabalığın filikalara hücüm etmelerini engellemekle görevliydi.

* Biliyor muydunuz... Gemi batmaya başladıktan sonra uzaklaşan ilk cankurtaran filikasında sadece 28 kişi vardı, oysa filika 64 kişilikti.

* Biliyor muydunuz... Titanik limandan ayrılmadan evvel demirlerini alırken, çıpaların birisi yakınındaki bir geminin iplerine takıldı ve neredeyse onu batırıyordu ve geminin adı Titanik´in asla göremeyeceği limanın adıydı; "New York"



* Biliyor muydunuz... Faciadan hemen sonra, New York´da bir söylenti yayıldı; Titanik´in batış nedeni bulunmuştu çünkü kargonun konulduğu yerin gizli bir bölmesinde demir kafesli bir sandığın içinde bir lahit vardı. Lahit ve içindeki Mısır kralının mumyası, ABD´de gizlice satılmak üzere eski eser kaçakçıları tarafından gemiye yüklenmişti. Mısır inançlarına göre bu hırsızlık, tanrılara karşı bir hakaretti ve Anubis´in kudreti buna izin vermezdi. Tanrılar Titanik´i batırdı ve mumya denizin dibini boyladı. Belki... İki yıl sonra, söylenti yine başladı ama bu kez farklıydı; mumya batmadan evvel kaçırılmıştı yani gemide bulunan kaçakçılar veya kaçakçı gemicilere rüşvet vererek, mumyayı ambardan çıkarttırmış ve bir filikaya yükletmişti. Ve şirketin subaylarından birisi bu öyküyü onaylıyordu. Sonra kaçakçı rüşvet vermeye devam ederek, mumyayı Carpathia gemisine yüklemeyi de başararak, New York´a getirdi. Ama şansı orada sona erdi, satış yapılamadı, kimse mumyayı almıyordu. Kaçakçılar mumyayı geri götürmeye karar vererek, bu kez Empress Of Ireland adlı gemiye yüklediler ve Empress Of Ireland´da battı ama mumya yine kurtarıldı ve Ameriya´ya geri döndü. Sonuncu kez yine bir gemiye yüklenerek, yola çıkarıldı ama kader kararından dönmüyordu. Üçüncü gemi de torpillenerek batırıldı. Geminin adı Lusitania´idi. Kimliği bilinmeyen gizemli firavun sonunda huzura kavuşmuştu.

* Biliyor muydunuz... Titanik mitleri neredeyse sonsuzdur. Örneğin Kaptan Smith´in bir bebeği kurtararak, bir filikaya kadar yüzerek götürdüğü ve sonra yine yüzerek geriye döndüğü ve gemiyle beraber battığı anlatılır. Weekly World News gazetesine göre olay gerçektir. Titanik´de bulunan altınların ve mücevherlerin miktarı bilinmiyor zaten kargo kesin olarak belgelenmemişti; ama gemide kesin olarak bulunan Ömer Hayyam´ın el yazması mücevher işli "Rubaiyat"ı büyük kayıptı. Kargo listesinde, bir de yeni Renault otomobil vardı,

Kim uğursuzdu?



İki gazeteci olan John Eaton ve Charles Haas´a göre, mumyanın kaderini paylaşan gerçek birisinden söz ediyorlar; adı Frank "Lucky-şanslı" Tower. Tower, belki de gezegenin en uğursuz denizcisiydi. İlk önce Titanik´de ateşçiydi, kazadan yüzerek kurtulmuş ve ölümü atlatmıştı sonra o da Empress of Ireland´ın mürettebatına katıldı ve o da battı, Tower bu kez çok zor kurtulmuştu. En son işini bulduğunda mutluydu ama bu uzun sürmedi, Lusitania´da iş bulmuştu, gemi ayaklarının altında sulara gömülürken Tower haykırıyordu; "Şimdi zamanı geldi mi?" Bu öykü iki gazeteci tarafından anlatılmasına ve Ripley´in ünlü "İster inan, ister inanma" külliyatında yer almasına rağmen, tarihçiler tarafından onaylanmadı; tarihçiler üç geminin mürettebat listesinde bu isimde birisinin bulunmadığını söylüyorlardı. Ripley ise, gemicinin adının farklı olduğunu söylerek, işin içinden sıyrıldı; peki üç gemide de aynı isimli biri var mıydı? Evet, bir değil, birkaç kişi vardı ama bunların aynı kişiler olup olmadığı asla anlaşılamadı. Fakat bunlardan birisinin öyküsü kesin gerçekti; Aslında Titanik´in kamarotlardan Violet Jessup, White Star Gemi Şirketi´nin gerçekten de lanetli kişisidir. Genç kadın, önce şirketin Olympic gemisindeydi, geminin Hawke şilebiyle çarpışıp batmasından kurtuldu, sonra Titanik´de de hemşire asistanı olarak görevlendirildi ve yine kurtuldu. Violet, Şirketin üçüncü gemisi olan Britannic´de görevini yaparken son yolculuğuna çıkmıştı. Violet´in kaderi White Star Şirketi´nin gemileriyle aynıydı.

Kaynak : Ata Nirun
  • IP logged

T
  • *
  • İleti: 2171
Ynt: KAYIKEVİ
#94: 03 Mart 2017, 12:48:40
18. yüzyıldaki bir deniz savaşında en çok denizciyi ne öldürmüştür?

Adi bir kıymık. Hollywood filmlerinde gösterilenlerden farklı olarak 18. Yüzyılda kullanılan gülleler aslında patlamıyordu. Bunlar geminin gövdesini parçalayarak kocaman tahta kıymıkların yüksek bir hızla güvertede uçuşmasına neden oluyordu; bu kıymıkların isabet ettiği denizciler de ağır yaralar alıyordu.
  • IP logged

T
  • *
  • İleti: 2171
Ynt: KAYIKEVİ
#95: 03 Mart 2017, 12:48:57
Kanarya Adalarının ismi hangi hayvandan gelir?

Köpeklerden. Aslında kuşlar adaya değil, ada kanarya kuşlarına ismini vermiştir. Bu takımada adını, en büyük adasında bulunan hem vahşi hem de evcil çok miktardaki köpekten dolayı, Romalılar tarafından verilen ‘Köpek Adası’ isminden (Insula Canaria) almaktadır.
  • IP logged

T
  • *
  • İleti: 2171
Ynt: KAYIKEVİ
#96: 03 Mart 2017, 12:49:12
Dünyanın etrafını dolaşan ilk insan kimdir?

Zenci Henry... Ferdinand Macellan dünyanın etrafındaki turunu asla tamamlayamadı. 1521’de Filipinler’de henüz turun yarısındayken öldürüldü. Macellan 1511’de Portekiz’den çıkıp Hint Okyanusu’nu geçerek önce Uzakdoğu’yu ziyaret etti. Zenci Henry’yi 1511’de Malezya’daki bir köle pazarında buldu ve onu geldiği yoldan Lizbon’a götürdü. 1519’da çıkılan dünya turu girişimi de dahil olmak üzere bundan sonraki tüm yolculuklarında Zenci Henry, Macellan’ın yanında gitti. Bu yolculuk diğer yönden, yani Atlas Okyanusu’nu ve Büyük Okyanus’u geçerek gerçekleşti, bu yüzden 1521’de Uzakdoğu’ya vardıklarında Zenci Henry dünyanın etrafını tam olarak dolaşmış olan ilk insan oldu.
  • IP logged

T
  • *
  • İleti: 2171
Ynt: KAYIKEVİ
#97: 03 Mart 2017, 12:49:30
Eski devirlerde teknelerin su almaması için ne yapılırdı?

Antik gemiler konusunda uzman olan Lionel Casson, Roma döneminde gemi yapan kişilerin sızıntıyı önlemek için önce armuzları, yani tahtalar arasındaki boşlukları doldurduklarını söylüyor. Sonraki işlem hakkında da şöyle diyor: “Genellikle zift [bitüm] veya zift ve mum karışımı kullanarak armuzları, hatta teknenin tüm dış yüzeyini sıvar ve iç yüzeyini ziftle kaplarlardı.” Romalılardan uzun zaman önce Akadlar ve Babilliler de teknelerinin su almasını önlemek için zift kullanmışlardır.
  • IP logged

T
  • *
  • İleti: 2171
Ynt: KAYIKEVİ
#98: 03 Mart 2017, 12:49:48
Antik çağlarda balıkları saklamak için hangi yöntem kullanılırdı?

Antik çağları anlatan bir araştırma kitabında bir balık saklama yöntemi anlatılır. Bu yöntem büyük ihtimalle eski Celile’de kullanılmıştır ve günümüzde de bazı yerlerde kullanılmaktadır. Öncelikle balıkların içleri temizlenirdi. Ardından da suda yıkanırlardı. Kitapta şöyle anlatılır: “Balıkların solungaçlarının içi, ağzı ve pulları işlenmemiş tuzla ovulurdu. Daha sonra bir kat balık bir kat tuz üst üste dizilir ve üzeri kuru bir hasırla örtülürdü. Yapılan bu istif 3-5 gün bekletildikten sonra ters çevrilir ve yine aynı süre boyunca bekletilirdi. Bu kurutma aşaması sırasında balıklar sularını bırakır ve tuzlu çözelti balığın içine işlerdi. Balıklar kuruyunca da sertleşirdi” (Studies in Ancient Technology).

Bu yöntemle kurutulan balıkların ne kadar dayandığı bilinmiyor. Ancak eski Mısırlıların Suriye’ye salamura balık ihraç etmesi bunun iyi bir saklama yöntemi olduğunun göstergesidir.
  • IP logged

T
  • *
  • İleti: 2171
Ynt: KAYIKEVİ
#99: 03 Mart 2017, 12:50:13
Çimariva Nedir?

Çimariva; personelin gemi boyunca düzenli bir şekilde selamlama için yanyana dizilmesidir. Personelin aynı hizada nizami olarak durabilmesi için fiziki olarak aynı yapıda seçilmesi ve aynı tip giyinmesi gerekmektedir.

Çimariva seremonisinin Türk donanmasına hangi tarihte ve ne şekilde girdiğine dair somut bir bilgiye ulaşılamamıştır. Bununla birlikte; Erol MÜTERCİMLER tarafından kaleme alınan "Destanlaşan Gemiler-HAMİDİYE, YAVUZ, NUSRAT ve ALEMDAR" adlı eserde, Hamidiye Gemisinin, İstanbul Boğazı geçişlerinde, Padişahı selamladığından bahsedilmektedir.

Dünyada Çimariva geleneğinin bugünkü anlamında olmasa bile çeşitli başka sebepler ile uygulanmasının, en az denizcilik tarihi kadar eski olduğu sanılmaktadır. Çımariva ile ilgili çeşitli kaynaklardan edinilen ve çimariva seremonisinin tarihini oluşturduğu değerlendirilen uygulamalar ise şu şekildedir:
Manning Ship

Bu geleneğin, gemilerde mevcut personelin güverte üzerinde dizilerek gemilerinin ve tüm personelin silahtan arındırıldığını simgelemek, yani bir nevi barış göstergesi olarak kullanıldığı bilinmektedir (tarihte şövalyelerin, karşısındaki savaşçıya barış simgesi olarak başlıklarının siperliğini kaldırmaları gibi). Günümüzde ise selamlama seremonisi olarak kullanılmaktadır. Ancak daha sonraları (kısmi olarak günümüzde de uygulanmaktadır) personelin seren direkleri üzerinde sıralanması ile, tüm personelin güverte üzerine dizilmesi uygulamasından vazgeçilmiştir.
Manning The Side

Bu uygulamada; güverte nöbetçi subayının genel anons devresinden yaptığı anons ile, o anda güverte üzerinde ve gemi lumbarağzını gören tüm personel, cephelerini lumbarağzına dönerek, lumbarağzından gemiye giriş yapan subayı selamlama seremonisine katılır. Yapılan anons "MAN THE SIDE" şeklinde olduğundan; lumbarağzı nöbetçi personeli ile, anonsu duyan ilgili personel bu selamlama seremonisine katılır. (Bu uygulama Fransız gemilerinde halen mevcut olup, gemiye grup olarak gidilse dahi, tüm subaylar için ayrı ayrı bu selamlama seremonisi uygulanmaktadır)

Bu uygulamanın temelinde; personelin gemiye giriş-çıkış için kullandığı şeytan çarmıhlarında üst rütbeli personelin geçişine engel olmamak amacıyla, ast rütbeli personelin trafiği engellememesi için uygulanan bir gelenek yatmaktadır. Personel gemiye giriş/çıkış yaparken kullanılan tek araç şeytan çarmıhı olduğundan, daha üst rütbeli bir subay gemiye giriş veya çıkış yapmak istediğinde; daha ast rütbeli personel basamaklardan açılarak, şeytan çarmıhının kenarındaki halatlara geçici olarak asılmakta, böylece üst rütbeli subayın geçişine yol açmaktadır. Bu işlemi bir disiplin haline getirerek, tüm personelin bilgilendirilmesi ve gelen-giden subay ikazını yapmak amacıyla, "MANNING THE SIDE" anonsunun yerleştiği tahmin edilmektedir. Şeytan çarmıhının kenarlarındaki halatlara asılarak, yol açan ast rütbeli personele "SIDE BOYS" denilmiş ve bu terim denizcilik literatürüne de girmiştir. (İngiliz Kraliyet donanması tarihi)
Manning The Rails

Donanma gemileri tarafından, bir selamlama ve saygı gösterme metodu olarak kullanılmaktadır. Denizciliğin başladığı ilk yıllardan beri kullanılan bir ritüel olan gemiye gelen seçkin bir misafir veya çok üst rütbeli bir personele saygı göstermek, onu onurlandırmak amacıyla; seren direklerinin belli aralıklarla personel ile donatılarak, verilen komutla üç defa tezahürat yapılması (Örnek: Yaşasın kral, Yaşasın kral, Yaşasın kral, gibi) geleneğinden gelmektedir(Manning The Yards -Serenlerin personel ile donatılması). Günümüzde ise personel, serenler yerine küpeşteler/güverteler boyunca sıralanarak, seçkin bir misafirin selamlanması veya saygı geçişi esnasında personelin bir role dahilinde sıralanıp verilen komutla kendi dillerinde bağırarak, seremoniye renk katması şeklinde uygulanmaktadır. (Manning The Rails- Küpeştelerin / güvertelerin personel ile donatılması)
  • IP logged

T
  • *
  • İleti: 2171
Ynt: KAYIKEVİ
#100: 03 Mart 2017, 12:51:29
Balıklarla İlgili

En büyük deniz balığı:
Bir balinanın uzunluğu yaklaşık olarak 15 m.'dir. Büyük beyaz
köpekbalığının uzunluğu ise 12 m.'dir

En büyük nehir balığı:
Güney Amerika nehir sularında görülen Arapaima balığı, 2 m. uzunluğunda ve 111 kg. ağırlığındadır.

En küçük balık:
Filipinler'de yaşayan bir kaya balığı 1 cm. boyundadır.

En uzun yaşayan balık:
Karadeniz'de yaşayan Mersinmorina'ların 120 yıl kadar yaşadığı görülmüştür. Bu balıkların ağırlıkları bir tondan fazladır.

En az yaşayan balık:
Afrika ve Güney Amerika nehirlerinde en fazla bir yıl yaşayan 26 cins balık vardır. Yağmurlu mevsim sonunda nehirler kuruduğu zaman ölürler. Ölmeden önce, kuraklığa dayanıklı yumurtalarını yumurtlarlar. Yağmurlu mevsim başladığı zaman yumurtalardan yavrular çıkar. Bu balıklar bir yıldan daha az yaşarlar.

En hızlı balık:
Yelken balığının saatte 68 mil (109 km.) hızla yüzdüğü bilinmektedir.

En zehirli balık:
Hint Okyanusu'nda ve Büyük Okyanus'ta yaşayan taşbalıkları en zehirli balıklardır. Son derece acı veren zehirleri altı saat içinde ölüme sebep olur. Fakat bütün sokmalar öldürücü değildir


Elektrikli yılanbalığında kaç volt elektrik vardır?
Elektrikli yılanbalığında 550 voltluk elektrik vardır.

En yükseğe sıçrayan balık:
Bir tarponun 5 m. yükseğe sıçradığı ve 9 m.'lik yay yaptığı bilinmektedir.

En büyük balık sürüsü:
Ringa balığı sürüsünde 300 milyon balık bulunur.

Kılıçbalığını tanıyor musunuz?
Bir kılıçbalığı kılıcının; bakır zırhı 10 cm.'lik levhayı, 30 cm.'lik beyaz meşe kerestesini, 65 cm.'lik sert meşeyi delip geçtiği bilinmektedir.

Oltayla tutulan en büyük balık:
1959'da Güney Avustralya açıklarında 1.208 kg. ağırlığında bir büyük beyaz köpekbalığı yakalandı.

Yaprak balığını tanıyor musunuz?
Güney Amerika'da yaşar ve rengi kahverengidir. Tehlike yaklaştığında kendini bırakır, ölü bir yaprak gibi yüzer. Burnunda yaprak sapına benzeyen kısa bir uzantı vardır.

Balıkların hızlarını biliyor musunuz?

Mandagöz mercan balığı 2 km/s
Dikence balığı 10.9 km/s
Tatlı su kayabalığı 11.2 km/s
Yılanbalığı 12 km/s
Sazan 12.2 km/s
Barbunya 12.8 km/s
Sazancık 13.1 km/s
Sarıbalık 14.9 km/s
Kızılkanat 16 km/s
Tatlı su levreği 16.4 km/s
Bıyıklı bayık 17.7 km/s
Levrek 19.3 km/s
Turna balığı 32.9 km/s
Alabalık 37 km/s
Som balığı 40.2 km/s
Pamuk balığı 42.6 km/s
Tarpon 56.3 km/s
Uçan balık 56.3 km/s
Ton (Orkinoz) 70.8 km/s
Kılıç balığı 96.5 km/s
Yelken balığı 96.5 km/s

Balıkların hızlarını vücut biçimleri etkiler. Sazan ve sarıbalık gibi yavaş haraket eden balıklarda yüzgeçler sırtın ortasındadır. Turna balığı ve yelken balığı gibi daha hızlı haraket eden balıklarda yüzgeçler vücutlarının iyice gerisindedir.
  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 1178
Ynt: KAYIKEVİ
#101: 03 Mart 2017, 14:17:12
Kaan reis,

Teşekkürler ilginç bilgilermiş.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 5811
    • Son Denk Kayıkçısı
Ynt: KAYIKEVİ
#102: 03 Mart 2017, 14:55:52
Balıklarla İlgili

Kılıçbalığını tanıyor musunuz?
Bir kılıçbalığı kılıcının; bakır zırhı 10 cm.'lik levhayı, 30 cm.'lik beyaz meşe kerestesini, 65 cm.'lik sert meşeyi delip geçtiği bilinmektedir.



Fiberin hiç şansı yokmu yani?

Bilgiler için çok teşekkürler.
  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

T
  • *
  • İleti: 2171
Ynt: KAYIKEVİ
#103: 08 Mart 2017, 19:29:19
TROPİKAL HAYAL ADALARINA DOĞRU

- şişşşt sessiz olun, pala amcayı uyandıracaksınız.

Elimle hastanelerde ki hemşire resimlerinde ki gibi sus işareti yapıyordum bir yandan iki arkadaşıma. Neredeyse doğduğumdan beri arkadaşım olan, Ö ve 6 yaşımda tanıştığım G. ye.

Hele Ö, ki kankardeşim olur, ailelerimiz biz daha doğmadan önce tanışmışlar. Şimdi büyüdük. On bir yaşındayız. Hayallerimiz aynı, okuduklarımız şekillendiriyor bizi.

Uçurtmalarımız var boyumuz kadar. Denize yakın kocaman çimenlikler var, uçurtmalarımızı uçurup, rahatça koşabileceğimiz. Yanımıza aldığımız yeşik erik, tuz...tek ihtiyacımız bunlar. Bahçelerde su akıyor nasılsa.
Yatıyoruz hafif bir tepeye, uçuruyoruz ve bir taraftan okuduklarımızı konuşuyoruz.
Dünyanın ucunda ki fener'e biz de gidebilir miyiz ? ya Esrarlı adalarda biz neler yapardık ? Robinson Crusoe gibi bir adaya düşsek ama biz bize olsak mesela. Üç kafadar.
Tom Sawyer'dan neyimiz eksik, biz de eğrelti otlarından yatak yapar, gökyüzünün altında uyuruz sıcak memleketler de.
Zaten bütün adalar hep sıcak değil midir ? Hiç kış olmaz oralarda. Böğürtlenler, Ahududular, ağaçlarda elmalar, muzlar vardır. Balıklar zaten kendiliğinden atlıyorlar kıyıya. Bütün hayvanlar ile insanlar zaten güzel anlaşmaz mı ?

Evet evet gitmeliyiz.  Ama ada bu, denizden gideceğiz elbet. Problem değil babamın sandalı var, hem ben biliyorum kürek çekmesini, öğretti bana, yelkeni  de var, ben de size öğretirim. Peki ya başka ? başka ne lazım bize ? Akşam buluşalım yine. Liste yapalım en çok gerekenleri, atlamayalım hiç bir şeyi. Orada bize lazım olacakları unutmayalım, bir de ne kadar paramız var? Herkesten harçlıkları toplama vakti, anne, baba, abla, abi, amca, dayı, teyze, hala kim varsa dolaşalım, toplayalım ihtiyacımız kadarını.

Akşam oluyor, yemeğe çağrılmadan önce halletmeliyiz bu işleri. Çetenin karargahında toplanıyoruz. Başlıyoruz liste yapmaya ;
K- Çadır lazım bize adada, yağmur filan yağınca gireriz içine, tabii ki sandalla gideceğiz, yağmurluk lazım, hani balığa gidince giyiyoruz ya,
Ö- İçme suyu lazım, iki üç bidon yeter herhalde, sandviç yapalım bir sürü, bisküvi, çikolata filanda alalım yanımıza.
G- Elbise lazım bize, şort, tişort bir de atlet alalım..Hasta oluruz sonra.
K- Bıçak, halat, olta ama onlar zaten sandalda var bir sürü. Balık tutacağız zaten giderken hep. 
G- Nasıl pişireceğiz sandalda ?
K- Babamlar, küçük tüpte her şey yapıyorlar, tava, yağ her bir şey var. Akşam da lüks yakarız. Ama tüpü doldurmak lazım, bitmesin yolda.
Başka ne lazım bize ? Ne lazım olabilir ki ? Herşey doğada var, hem macera değil mi bu ? Ada da buluruz bizden önce gidenlerden kalanları, belki korsanların bıraktıklarını, hatta, hattaa belki hazine bile buluruz.
 
O zaman, okullar kapanır kapanmaz yola çıkıyoruz. Alt tarafı 15 gün var. Evveeet, bekle bize macera dolu adalar, geliyoruuzz.

15 Gün dediğimiz ne ki.. Geçiverdi. Artık zamanıdır yollara düşmenin.
Evden anlarlar dimi bizi ? Kızmazlar. İzin istesek vermezler ama. Daha küçüksünüz derler. Ne küçüğü, koca adamlar olduk, okula başka semte bile yalnız gidiyoruz, kendi başımıza yüzmeye gidiyoruz, kocca İstanbul'u dolaşıyoruz, hemde çoğu zaman bisikletle. Niye gidemeyelim.
Evet özleyeceğiz belki ama büyümenin bedeli bu belki de. Kendi yolumuzda ilerleyeceğiz. Kendi maceramızı yaşayacağız. Yine de üzmeyelim, güzel bir mektup yazalım, anlatalım hayallerimizi. Hem kızsalar bile biz çoook uzaklarda olacağız.
Sabah 5 daha saat. Bir kaç gündür hazırladığımız eşyaları ufak ufak taşıyıp bizim kayıkhanenin deposuna koymuştuk zaten, hepsini çıkartmak zor olur diye. Yavaşca sıvıştık evlerimizden. Zaten uyuyamamıştım heyecandan. Hemen buluştuk karargahta, atladık bisikletlere, yollar daha boş, istikamet, Küçükçekmece barınak.

G- Biz şimdi evden mi kaçtık ?

Hepimiz birbirimize baktık bir an, hiç böyle düşünmemiştik aslında. Biz hayallerimize yelken açacaktık. Belki de niyet o değildi ama dürüst olmak gerekirse resmen evden kaçıyorduk.

Kısa sayılacak bir sürede  vardık o hızla, bisikletlerle girdik hemen alana.
Bizimkilerin çenesi durmuyor ki,
- şişşşt sessiz olun, pala amcayı uyandıracaksınız.

Pala dedikleri bir amca var hep buralarda, herşeye göz kulak oluyor. Beni tanıyor ama, izin vermez duyarsa, sabaha kadar içer, sızar diyorlardı hep onun için. Köpeklerle de aram iyi havlamıyorlar bize. Yavaşça ilerledik, kulübeye, eşyalarımızı aldık, yerine bisikletlerimizi bıraktık. Sandalın varagelesi var, çektik yavaşca, yerleştirdik herşeyimizi. Zaten hepi topu 3 çanta özel eşya, 2 çanta diğer ıvır zıvır işte. Hemen taktım kürekleri ıskarmoza, attık halatı arkamızdan ve yavaşca süzülmeye başladık açığa doğru, deniz dümdüz, hiç rüzgar yok. İstikamet önce Avcılar, sonra Büyükçekmece. Onu geçince Çanakkaleye ne kadar kalacak ki zaten.

Devam edecek ;)

  • IP logged

T
  • *
  • İleti: 2171
Ynt: KAYIKEVİ
#104: 09 Mart 2017, 14:27:12
Ufffff, çok karnım açıktı. Hepimizin öyle. Alışkın değiliz öyle kahvaltı etmeden evden çıkmaya ama Allahtan yanımıza simit, poğaça filan almıştık. Halen ılıklar, ne güzel. 
5dk mola, kahvaltımızı edelim.

Denizköşkler gözüküyor, bayağı bir gelmişiz.
Büyük haritamız yok ama Atlasımız var, hem poğaçaları yiyor hem de atlas üzerinde konuşuyoruz.

Ö- Kaç günde gideriz acaba oraya ?
K- Önemli olan Çanakkale’den çıkmak, sonrası için babamlar hep aşağı diyorlar, demek hızlı bir şekilde gideceğiz , yolumuz üzerinde ki adalara baka baka.
G- Hangisine gideceğiz ?
K- Kanarya adaları, okyanus, beyaz kumlar, palmiyeler, meyveler, masmavi deniz, herkes özgür orada galiba.
Ö- Çok uzak orası yaa, Egedekilere gitsek, Kanarya adasına nasıl gideceğiz ?
K- Geze geze gideriz işte. Hem en güzeli oralarda ki adalar. Bir de okul yok o adalarda.
Ö,G- ahaha, tamam o zaman.

Yola devam ediyoruz, güneş yakmaya başladı, iyi ki şu şapkaları almışız. Geçen sene başıma güneş geçmişti. Çok hasta olmuştum, akıllandım şimdi, bir daha şapkasız dolaşmam.

Sol  tarafımız kocaman bir deniz, sağ tarafımızda bomboş araziler var, rüzgar biraz çoğaldı, sallanıyoruz, sırayla kürek çekiyoruz ama ellerimiz açımaya başladı. En başta 10 dk da bir ben çekeyim, ben çekeyim diye sıraya giriyorduk. Daha şimdiden sıramızı diğerine vermeye gönüllü olmaya başladık.

Aaaa diyorum, bizim yelkenimiz var, açalım, kendi kendine gitsin. Direğin dibinde ki iki sırığa bakıyoruz, padişah fermanı gibi sarılmış ve bağlanmış. Açıyoruz bağlarını, halatları takip ediyoruz, hangisi yukarı çekiyor diye, biraz uğraşıyor ama buluyoruz, yahu neydi bunların isimleri, yabancı dilde bir şeylerdi, hem babam arkadaşları ile konuşuyordu. Keşke daha iyi dinleseymişim.
Çekiyoruz iki kişi yukarıya, düşmesin diye bağlıyoruz. Eeee nasıl ayarlanıyor bu, sağa sola dönüp duruyor, çokta ses yapıyor. 
G, daha önceden sadece bir iki kez binmiş sandala, korkuyor haliyle. Biz ise daha alışkınız denize, hem alışmalıyız zaten, kolay mı belki ileride korsan gemimiz bile olur.
Biraz rüzgarla doluyor yelkenler, sandal biraz hızlanıyor, biraz yatıyor sonra diğer tarafa hızla dönüyor. Offf zaman kaybediyoruz, olmayacak böyle, en iyisi kürekle devam etmek.

İki kişi aynı anda mı çeksek yan yana oturup. Belki daha az yoruluruz.
 
G, başaltında ki malzeme dolabının kapağını açmış, içine kafası sokup gölgelik yapmış kendine uyuyor, hem korktu hem de biraz deniz tuttu galiba.
Biz sohbete devam ediyoruz bir yandan kürek çekerken, sohbet iyi geliyor, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz.
Sohbet etmeyince söylemiyoruz birbirimize ama moralimiz bozuluyor, bak bak hep aynı yerdeyiz sanki. Oysa bu kadar zamanda bisikletle ooooohoo nerelere gitmiştik.
 
Akşam nerede uyuyacağız, sandalı bir yere bağlamak lazım, aslında hep gitmek isterdim ama çok yorulduk, kürek çekerken zorlanıyoruz, dinlenmemiz lazım.
Hava kararmadan albatrosa varabilir miyiz acaba ? Orada kumsal var, sandalı oraya çeker, uyur, sabah güneşle tekrar yola çıkarız.
Evet en iyisi bu, herkes hemfikir. İstikamet albatros, yada en yakın yer. Sandalı sağlama alalım. Pek gözükmeyen bir yer olsun ama.
 
Artık bir hırsla çekiyoruz küreği, biran evvel varmalıyız ama hava bulutlandı, rüzgar arttı, dalgalar rahatsız ediyor artık. Bu da kürek çekmeyi zorlaştırıyor. Birde yağmur atıştırmaya başladı, offf ıslanacağız şimdi.
Neredeydi bu yağmurluklar. Bir taraftan ıslan, bir taraftan dalgalar beşik gibi sallasın, arkadaşlarım yüzüme bakıyorlar, tedirginler. İşte diyorum, kendimden emin onlara, bunun için gidiyoruz tropikal adalara, oralarda olmaz böyle şeyler. Hem korkacak bir şey yok, daha kötüsünü de gördüm boğaza balığa çıktığımızda, bu bir şey değil.

Birkaç saat sonra varıyoruz kumsalın hemen öncesine. Kayaların arasından uzanan eski ahşap bir iskele var. Kimseciklerde yok. İlerlemek istemiyoruz daha fazla, hem fazla göz önünde olmayalım hem de gücümüz bitti zaten. İlerleyecek hal kalmadı. Önce çadır kurmayı düşünüyoruz, sonra birbirimize bakıp bir sürü bahane uyduruyoruz yorgunluktan. Biraz dinleniyoruz, hava karardı iyice. Lüksümüzü yakıyoruz. Çantamızda ki sandviçlerden çıkartıyoruz bir tane. Usulca ama hızlıca bitiriyoruz. Biraz sohbet ediyoruz, ağırlık çöküyor iyice, oysa daha erkendi ama gözlerimiz kapanıyor üçümüzün de. Hepimiz bir yerde uykuya yenik düşmek üzereyiz sandalın içinde. Hava kaldı, rüzgar yok, yine güzel bir haziran gecesi. Lüksü söndürüyorum, battaniye veriyorum diğerlerine ve birkaç dakika sonrasında, kendimi palmiyeler altında kumsalda uyurken görmeye başlıyorum. Taaa ki sabah serinliğinde ürperene kadar…

Devam edecek ;)
  • IP logged

 
Yukarı git