Denize Bir Adam Düştü
Oslo’da küçücük evinde yalnız olarak yaşayan bayan Lilly Nicolayasen’e, yılbaşının ertesi günü, “Hoegh Silverspray”in kaptanından gelen bir telgrafta, oğlu Arna Nicolayasen’in yılbaşı gecesi şorida açıklarında denize düştüğü bildiriliyordü.
Gene aynı telgrafta hadisenin bütün gemilere bildirildiği, fakat bir neticenin alınamadığı da teessürle ilave ediliyordü. Bü telgraf gonderildiğinde Arna Nicolayasen hala denizde idi.
Ancak yirmi dokuz saat sonra kurtarılabildi. Deniz ortasında can yeleksiz, tutunacak bir portakal sandığına sahip olmadan veya emecek bir portakal kabuğu bile bulamadan gecen yirmi dokuz saat… Karanlıkta, yakıcı güneşte yüzerek ve su üstünde durmaya çalışarak, bazen ümit dolu ve bazen de ümitsizlik icinde dua ederek, yalvararak geçen yirmi dokuz saat... uzaktan ve yakından gecen gemileri seyrederek gecen yirmi dokuz saat…
Muhakkak ki bu hadise denizde olanların en cesuranesi ve dayanılanı olarak deniz tarihinde yer alacaktır.
Ben, Arne Nicolayasen’i, bu inanılması güç olan yaşama mücadelesi hadisesinin oluşundan bir kaç hafta sonra gördüm. Deniz hayatına on altı yaşında iken atılmış olan bu sağlam yapılı, orta boylu delikanlının, adaleleri ve ciğerleri hakikaten insanüstü bir küvvete sahip bulunuyordü. Halen yirmi beş yaşında olmasına rağmen, kendisine olan güveni ve iradesi bakımından yaşının iki misli olanlarla müsavi durumdadır. Alnına dokülen sık ve dalgalı saçları, güldüğü zaman kırışan yüzü, gemi bodoslamasına benziyen burnu ile sıkı bir delikanlı.
Gözlerindeki ışık, “hayatı seviyorum ve yaşamak istiyorum” diyor.
Bugün Arne Nicolayasen, yılbaşı gecesi denize nasıl düştüğünü bir türlü hatırlayamamaktadır. Denize düştüğü akşam hava sıcak ve sakindi. Silverspray, şorida ile Küba arasında bir yerde idi. Yılbaşı gecesi hazırlık yapılmış toplantı başlamıştı. Yiyecek bol olmasına mükabil pek o kadar içki yoktu. Herkes şarkı soylüyor, eğlenmeye çalışıyordu. Saat onbire doğru, Arne aşağıya kamarasına indi. Ayakkabılarını çıkararak yatağına üzandı ve evini düşünmeye başladı. Arne, “Bundan sonra bildiğim yegane şey, denizde olduğumdur” diyor.
Arne, bunun bir rüya olduğunu düşünerek, uyanmaya çabalıyor. Gemide kabüslardan uyanmak icin yaptığı gibi, yumruğunu bölmeye vuruyorsa da, hepsi boşa gidiyordu.
Etrafa salladığı yumruklar zifos yapmaktan ileri gitmiyordu. Bir den maneviyatı kırılarak, panik içinde kalan Arne, kızıyor ve sövüp sayıyordu. Nasıl olmuştu da denize düşmüştü! uykusunda
yürümüş olmalıydı. ümitsizlik içersinde defalarca “imdat! imdat! Denize düştüm!” diye bağırmasına cevap veren olmadı. Birdenbire aklında bir şimşek çaktı.
Reader’s Digest’e denize düşen bir genc hakkında bir makale okumuştu. Bu delikanlı yüzmek bilmediği halde, kaptanının bir kürek taliminde: “Müşkül bir mevkide kaldığınız zaman
soğukkanlılığınızı muhafaza edin ve kafanızı işletin” sözlerini hatırlayarak kurtulmuştü.
Arne “bü makale aklıma geldikten sonra, bağırmayı ve suda çabalamayı bırakarak, durumu düşünmeye başladım” diyor. Silverspray artık çoktan gözden kaybolmuştu. Su fazla soğuk değildi.
Rahat rahat hareket edebilecek bir halde idi. Fakat yüzmenin bir fayda vermeyeceği aşikardı. Karanlıkta yüzmek bir fasit daire cizmekten başka bir şey olmayacaktı.
Vaktin gece yarısına yaklaşmakta olduğunu düşündü. Yapacak yalnız bir şey vardı. O da sabaha kadar yüzebilmek. Belki gemi geriye döner, onu görürlerdi. Sabaha kadar yüzmek Arne icin pek üzün zaman değildi. Zira iyi bir yüzücü idi. Gece toplantı icin giydiği gabardin pantalonu cıkarmak üzere iken, buz gibi bir elin arkasına değdiğini hisseder gibi olduğundan bundan vazgecti.
Köpek balıkları...
Bir sene evvel gene bü sularda, süpürge sapları vasıtasıyla köpek balıkları ile oynayıp eğlenmişti. Mübareklerin V şeklinde olan ağızları, süpürge saplarını muz gibi doğrayıp kesmişti.
Arne pantalonunu iyiden iyiye sağlamlaştırdı. Bu müthiş hayvanlar oldukça korkaktılar. ufak seslerin, (mesela pantalon pacalarının süda cıkaracağı sesler gibi) bu hayvanları korkutmaya kafi geldiğini biliyordu. Aynı zamanda da çoraplarının da konclarını topuklarından aşağıya bırakarak, sesleri arttırma yollarını buldu.
“Gece yarısından çok sonra, bana doğru gelen bir gemi gördüm” diyor Arne.
“Fakat gemi sanki rotasını değiştirmiş gibi bir kac yüz yarda açıktan geçip gitti. Sanki beni gördü de rotasını değiştirdi gibi geldi bana.”
Yarı tropikal güneş doğduğunda Arne biraz ısınır gibi oldu. Neşesi de yerine geldi. O sırada bir de gemi silüeti göründü. Geminin sür’atini ve rotasını, mesafeyi elinden geldiği kadar hesap ederek kat edeceği noktaya doğru yüzmeye başladı. Fakat bu yüzüş enerji kaybından başka bir netice vermedi. Buna rağmen ne olursa olsun, bir netice alacağına inanarak kendini teselli etti.
Zira gemilerin geçişi yerinde idi. Her geçen saatle beraber gemiler de sık sık geçmekte idi. Bazen uzaktan, bazen yakından görünerek geçen bütün bu gemilere Arne bağırıyor ve ıslık çalıyordu.
Hele bir tanesi o kadar yakından seyretti ki, pervanesinin gürültüsünü işitmek kabil olmuştu.
O gün sabahtan akşama kadar on beş veya yirmi gemi görmüştü. Fakat hepsi de sanki kör ve sağırdılar. Yaşama ümidinin zaman geçtikce azalmakta olduğunu görmesine rağmen, kızmaktan
da geri kalmıyordu. Nitekim kendisini görmeden yanından gecen gemilere yumruğunu sıkarak: “Esaslı bir gözcülük yaptırmadığınız icin, sizi kumpanyanıza şikayet edeceğim” diye bağırmaktaydı.
Bu bize onun bugün hala neden yaşadığını gayet güzel anlatmaktadır.
Kuvveti zaman geçtikce azalmakta ve kendini iyi hissetmemekteydi. Güneş yüzünü yakıyor, tuzlu su pişiriyordu. Bacaklarına kramp girmemesi icin devamlı şekilde masaj yapıyor, “bacaklarıma bir kramp girdiği takdirde yandığımın resmidir” diye düşünüyordu. Dili şişmeye başladı ve kafası içecek şeylerin hayaliyle doldu. Şu anda bir bardak soğuk su, buz parçaları ile beraber soğuk bir şişe bira ve biraz yemiş artığı bulsa, dünyalar onun olacaktı. Fakat bu tatil sabahında çöpleri denize atacak gemi adamı bulmak ne mümkün.
Sıcaktan uykusu geldi. Bir defasında ağzını dolduran tuzlu su ile uyandı. Arne’yi uyanık tutan esaslı sebeplerden biri de muhakkak ki köpek balığı korkusu idi.
İstirahata ihtiyacı çoktu amma, hareket etmeden de, bu denizde durulmuyordu ki!
“Ayaklarım daima hareket halinde bulunmalı” diyordu. Zaman zaman köpek balıklarının yaklaştığını hissettikçe yumruğunu denize sallıyarak zifos yapıyor, yahut başını denize sokarak acı acı
bağırıyordu. Köpek balıklarının sesten hoşlanmadıklarını bir yerde okumuştu. Aklına annesi, mektep, arkadaşları ve gemi arkadaşları geldi.
Arne: “Öyle zannediyorum ki hayatım birkaç kere gözlerimin önunden geçti” diyor.
Güneş battığı zaman büsbütün ümidi kırıldı. Bir kac defa boğulmak icin teşebbüste bulundu ise de yapamadı. Her seferinde kulaklarına muthiş uğultular gelmekte idi.
Gecen yılbaşı gecesinde olduğu gibi annesini karşısında gördü. Zaman mefhumunu artık iyiden iyiye kaybetmiş vaziyetteydi. Buna rağmen, kendi kendine söylenmekten de geri kalmadı.
“Deli oluyorum galiba.”
Annesine etrafındaki suyun tatlı mı, yoksa tuzlu mu olduğunu sordu. Annesi, “içebilirsin, göldesin” dedi. içti de. Kafası artık yerinde değildi, ictiği suyu tatlı sandı. iki gemi arkadaşını karşısında gördö. Bunlar sanki su üzerinde yürüyor gibi idiler.
Arne onlara: “Kara nerede?” diye sorunca, “Mehtaba doğru yüz, karayı bulacaksın” diye cevap verdiler.
Arne mehtabın gümüş gibi olan ışığı i.inde yüzmeye başladı. Sanki parlak bir halata tırmanır gibi idi. Belki de bu yüzüş onu kurtardı.
Birdenbire kendine doğru gelen bir geminin ışıklarını gördü. Bu bir serap değil, hakikatti... Makinenin gürültüsünü bile duydu.
Sür’atle gemiye doğru yüzmeye başladı. Defalarca, “imdat! imdat! Denize duştum!” diye bağırdı.
Heyecandan kalbini durduracak olan sesi nihayet artık iyiden iyiye duyuyordu. Makineler cu.. cuh.. cuuuh. diye durdu. Sesler işitiyordu.
Bir can simidinin denize fırlatıldığını gördü.
Pazartesi sabahının dördü idi. British Surveyor adındaki geminin kaptanı Arne’yi denizden alıyordu. Kaptan bir türlü Arne’nin yılbaşı gecesinden beri denizde olduğuna inanamıyordu. Elleri beyazlaşmış, şişmiş ve buruşmuş, kollan yara icinde, yüzü kararmış, vucudu üşüyordu. Fakat kaptandan bir bardak su isteyecek dermanı kendinde bulabildi.
Kaptan ise ona ancak bir yüksüğü doldurabilecek kadar su verdi. Ve kendisini yatırdılar.
Annesine de bir telgraf gonderilerek oğlunun kurtarıldığı mujdelendi. iki hafta sonra, Arne Nicolayasen evine hemen hemen iyileşmiş vaziyette döndü.
Annesi ona guzel guzel yemekler yaptı. Evin sokağının bir köşesinde Norvec bayrağı dalgalanıyordu. Komşular ona gümüşten yapılma bir bardak hediye ettiler.
Oslo’da bu hadiseden bir ay sonra kendisini gorduğum zaman gene bir gemi ile sefere çıkmak icin sabırsızlanıyordu. Bu anda eski gemisi (Silverspray) ise Hindistan’da bir
limana girmekte idi.
Arne gülerek diyordu ki: “Eğer bir daha denize düşersem, cebimde muhakkak surette bir ayna bulunacaktır. Bu suretle yanımdan beni görmeden geçen gemilere güneşin ışığını aksettirerek, kurtulmam hemen mümkün olacaktır.”
(1956 yılı Deniz dergisinden)
Robert LITTELL (Reader’s Digest)’den ceviri