K- Hadi kalkın beyleerr, sabah oldu.
Heyecandan mıdır yoksa heves midir bilmiyorum, çok dinç ve dinlenmiş hissediyorum. Enerji doluyum. Oysa gece gayet güzel bir uyku çekmeme rağmen yine de defalarca çıtırtılara uyandım. Malzeme dolabının içinde kaçak bir yolcumuz var belli ki. Küçükçekmece de sandalın bağlı durduğu yer, Gölü ve içeride ki barınağı denize bağlayan kanal. Haliyle kanalda su yılanlarından, fare’ye bol miktarda mevcut. Kırıntılar tekne de kalırsa imkanı yok kurtulamazsınız, ertesi gün bir misafiriniz vardır.
Ö ve G uyanıyorlar bu arada, söyleyip söylememe konusunda emin değilim, bilmiyorum, acaba korkarlar mı ?
Acıkmışız, şöyle biraz kediler gibi gerindikten sonra, hemen kahvaltımızı edip yola çıkmaya niyetliyim.
Hızlı hareket ediyoruz. Yolumuz beklediğimden uzun sürecek sanki. Her şey tamam tam yola çıkmak için iskeleden ayrılıyorum ki...
G- K, benim tuvalete gitmem lazım.
Haydaaaa diyorum ama haklı, kitaplarda yazmıyor böyle şeyler ama doğa kanunu işte. Ne yapsın çocuk.
"Kimsecikler yok, git şurada ki kayaların arasına, deniz kenarına" diyorum aklıma başka bir şey gelmiyor önce. Olmaz, yapamam diyor.
Eeee ne yapacağız derken o sırada gözüme bir minare takılıyor ileride, bekle biraz diyorum oraya doğru gidelim, hazır gitmişken hepimiz sırayla cami’yi ziyaret ederiz. Başlıyorum kürek çekmeye, bir taraftan da hesap yapıyorum, kumsala yanaşırım, cami yakın görünüyor, ikisini beraber gönderir sandalda kalırım, onlar gidince ben de misafiri göndermeye çalışırım.
Ama nasıl ?
5-6 yaşlarındayken, yazları ananemin evine giderdik Adapazarına, evi bahçeli idi. 70’li yıllar, halen tel dolap, divan filan var. Divanların altına kolilerde nohut, fasulye, mercimek filan istiflerler, tabii ki bahçeli tek katlı ev olunca, fareler buralara dadanır. Divanda yatan gece sesi duyunca, el lambası ile sesin geldiği koliyi çeker, fındık faresi çıkınca, ışık yardımı sayesinde, çoban köpeklerinin bir o yana bir bu yana koşması gibi, ışık oyunun yardımı ile dış kapıya doğru yönlendirir ve kapıdan dışarıya çıkartırdık. Bahçede ki kediler sanki hep bu anı beklerler gibi gece parlayan gözlerle duvarların üzerinde dururlardı. Ama şimdi gece değil, nasıl göndereceğim bu misafiri diye düşünürken geldik mümkün olan en yakın yere. Kumlara yasladım sandalı, orada ki bir büyücek taş parçasına dolayıverdim halatı.
G ve Ö koşarak gittiler, yola çıkmak için mi acele ediyorlardı yoksa etrafı batırmamak için mi bilemiyorum.
Onların arkalarına dönmelerine ihtimal yoktu bende hemen işe giriştim. Malzeme dolabını açtım, içindekileri dışarıya çıkartmaya başladım.
Aaaa, hazır çapari takımları burada. Üstelik kurşunu bile üstünde. Harika, giderken sallarız arkadan.
Bir kaç halat parçası, torba, malzeme derken bir kıpırtı görüyorum. Torbadan mı, orada ki kutudan mı emin değilim. Korkmuyorum ama elime değecek diye de çok huylanıyorum. İki parmakla malzemeleri hareket ettiriyorum, kıpırtı çoğalıyor, daha da dibe doğru gidiyor. Isırır mı acaba ? diye düşündükçe çekincem artıyor, o sırada göz göze geliyoruz, tam köşede kağıt kırpıntılarının altından burnu ve gözleri görünüyor.
Küçük bir şey, cesaretim yerine geliyor. Orada ki kalınca bir bez parçasını alıp birden üstüne kapatacak şekilde atıyorum ve hemen aynı hızla toplayıp sandalın dışına doğru atıyorum. Aradan kaçıyor ve kumların üzerinde hızla sandalı bağladığım taşın altına doğru kaçıyor. İyi, misafirimizi yolcu ettik en azından.
Birkaç dakika sonra, sesler duydum, bizimkiler ellerin de torbayla geliyorlar. Camiden sonra açık bir bakkal bulmuşlar, hepimiz ikişer tane sandviç yaptırmışlar.
İyi, azalmaya başlayacaktı zaten yemek stokları.
Onlar geliyor ve ben de bir koşu gidip geliyorum. Hepimizin keyfi yerinde.
Ö, hazırlanmış, küreklerin başında bekliyor. Hemen halatı çözüp atlıyorum sandala, yavaşca açılmaya başlıyoruz yine, hava sakin, sıcak ve rüzgarsız.
Dağınıklığı soruyorlar ne oldu diye, hemen olta takımını söylüyorum, onu arıyordum buldum diye. Tedirgin olmasınlar şimdi.
Suların sesi ve küreğin suya çarpışı, ilerimizde pancar motorları ile denize açılan diğer tekneler, iyot ve yosun kokusu, Allah’ım, ne şanslıyız, iyi ki bu maceraya çıktık. Bu nasıl bir huzur diye düşünüyorum. Sanki huzursuzluktan çok anlarmışım gibi.
Ö, hem kürek çekiyor hem şarkı söylüyor G ise sanki sözleri biliyormuş gibi eşlik etmeye çalışıyor. Yüzümde kocaman bir gülümseme ile oltayı hazırlamaya başlıyorum, arkadan salıyorum yavaşça belli mi olur belki balık tutarız.
Diğer sandalların yakınından geçerken selam veriyoruz ağabeylere, hepsi güler yüzle bakıyorlar bize, küçük bir kamarası olan bir motorlu tekne yanaşıyor, “ rastgele çocuklar” diye gülümsüyor, biz de ona. Tuttunuz mu balık diyor, hayır diyorum daha yeni attık sayılır, hem gidiyoruz zaten ileriye doğru, şansımıza gelirse işte.
Güneş yükseldi diyor, olan balıkta kesecek zaten, ben geceden çıkmıştım, şansıma sadece bir tane küçük mercan geldi, alın oda sizin olsun, hevesiniz kırılmasın diyor. Sorada ekliyor, denizle şala olmaz çocuklar, dikkatli olun her zaman gözünüzü dört açın, size doğru gelen bulut görürseniz, hemen kaçın sahile. Hadi Allah'a emanet olun.
Seviniyor, teşekkür ediyor ve yolumuza devam ediyoruz. Zaten bildim bileli bu tekne sahipleri hep etraflarına yardım eden iyi insanlardır diyorum bizimkilere, babam bunun önemli olduğunu söyler hep, “deniz dediğin ayrı bir vatan, muhtaç olmasa da yardım elini uzatmayan, olmaz adam”
G- Sıra bende birazda ben çekeyim kürek diyor, öğrenmem lazım.
O kürek çekmeye başlayınca, sarhoşlar gibi oluyor sandal, bir o yana bir bu yana. Gülüyoruz ama dediği gibi. Öğrenmesi lazım.
Bir taraftan açıyoruz yine atlasımızı, bakıyoruz oradan, gideceğiz yerlere, şöyle bir hesap yapıyoruz, bir günde bu kadar yer geldiyseeeekkk, e yuh nasıl yani, bir hafta da gideriz diyorduk bir yılda gidemeyiz oraya. Yok yok, Çanakkale’den sonrası önemli, aşağı doğru hızlı gideceğiz, bir haftada varamasak bile Ege’yi geçeriz herhalde. Neyse moral bozmaya gerek yok, hele bir gelelim de oralara bakarız.
Ö- Giderken Çanakkale şehitliğine uğrayabilir miyiz ? Çok merak ediyorum, hiç gitmedim.
K- Uğrarız tabii ki, geze geze gideceğiz nasılsa. Hem benim büyük dedemin orada mezarı var, ziyaret etmiştik tatile giderken. İsmail çavuş adı.
Hava ısındı iyice, denize girme zamanı geldi aslında ama geç kalmak istemiyoruz, bir yerlere varmalıyız her gün. Hedefimiz Kumburgaz, akşam üstü orada olursak eğer, denize de gireriz hem. Orada sahilde hortumlar var, banyoda yaparız. Işıl ışıl oluyor geceleri orası, tatil yeri nede olsa.
O zaman daha fazla oyalanmaya gerek yok, Geçeyim ben küreklere, hadi bakalım, hızlanalım biraz.
Devam edecek