Bilen bilir, üç yıldır bir de bakımını yaptığım, kendimi eylediğim bir motoryatım vardı Kaş SETUR Marina'da. Final Fling 1992 yapımı bir Canados 60'tı. Artık di'li geçmiş zaman kullanıyorum, çünkü bir kaç gün önce South Hampton'da inmek üzere bir kargo gemisinin ambarında yerini aldı.
Üç yıl önce Göcek'te gördüğüm gibi kanım ısınmış, gerçekten motoryat sevmeme karşın ikinci kayığım oluvermişti bu yaşlı ama gösterişli tekne. Bana göre Feretti ayarında bir kayıktı kendisi. Müthiş işçilik, dönemine göre üst düzey konfor, sıkı donanım ve trajikomik bir şekilde durduğu yerde sürekli yeni sorunlar üretme kapasitesi ile son üç yılıma renk kattı.
Derken geçen yazın ortasında sahibinin sağlık sorunları baş gösterdi ve ne yazık ki tekne macerası sona erdi. Hal böyle olunca da kayığın tekrar anavatanına dönmesi gündeme geldi. Tabi ilk aklıma gelen denizden götürmek oldu ama neyse ki sahibi daha rasyonel bir adam olarak bir taşıma firması aramaya başladı.
Biraz geriden gelirsek aslında Final Fling sayesinde geçtiğimiz üç yıl bana bayağı farklı bir tecrübe kazandırdı. Yengeç'ten sonra rölantideki hızı yaklaşık 6 knot olan bir kayıkla manevra yapmak, hele bir de bu manevrayı flybirdge'ten, yani iskele ile olan mesafeyi göremeden yapmak tam benlik bir deneyimdi.
2 adet 820 HP gücünde MAN makine ilk başta hayatı kolaylaştırıyor gibi görünse de asıl önemli olanın makine değil donanım olduğunu her seferinde zihnime kazıdı bu tekne. Arkadaş ben Lazım ve dört yıldır koca götlü ve hantal bir tırhandille seyrediyorum. Bir mors kolum var ve ne desem düşünmeden yapmayan bir teknem. Oysa Final Fling'in dümenine geçince manzara şöyle: iki gaz kolu, iki transmisyon, yani dört tane kol! Bir de üzerine sancak transmisyon kolunun boşunu bulmak maharet istiyor, çünkü arada bir parça kaput.
Neyse, anlatmakla bitmez, asıl konumuza dönelim. Sonunda gün geldi çattı, Final Fling için Fethiye'den gemiye yüklenmek üzere plan program yapıldı. Bunun Türkçe meali ne sahibi, ne de çocukları gelmediğinden transfer mevzuu tabiri caizse bana girdi. Ama cidden girdi. Daha hazırlık aşamasında sorunlar başladı. Önce seyre bir kaç gün kala mors kolları su koyverdi. Kaş'ta bunu yaptırmak atomu parçalamak gibi bir şey. Kavga dovüş Göcek'ten br usta bulundu ve ucu ucuna sorun çözüldü.
Derken bizim İngiliz hangi akla hizmet bilmiyorum hala bir kaptan buldu, gençten bir çocuk. Ben de oldum mu donatan. Bu arada söz konusu tekneyi benden iyi tanıyan -sahibi dahil- yok. Sıyrılamıyorum bir türlü. Hem adamı seviyorum, hem tekneyi. Ama bir yandan da son üç yıldır bir kez Kekova, bir kez Meis dışında seyir yapmamış yaklaşık 40 tonluk bir motoryatla içinde Yediburunlar olan bir seyre çıkmam söz konusu.
Bir yandan yola çıkmaya hazırlanırken bir yandan da nasıl olacak bu iş diye başladım düşünmeye. Çünkü öğrendim ki klasik bir kargo gemisi kendi vinciyle kaldıracakmış Final Fling'i. Ben de sanıyorum ki Seven Stars'ınki gibi batan gemi falan gelecek. Endişenin kaynağı bir önceki seneye dayanıyor aslında.
Önceki yıl görkemli motoryatımızı karaya almaya çalışırken akla karayı seçtik. Çünkü kıçta eksoz çıkışları olduğunda kaldırmak bayağı bir çetrefilli. Bir de üzerine iskele tarafta tam su kesiminin altında soğutma sisteminin boruları var. Dahası teknenin postaları da bir tuhaf; güverte hizasının altında bitiyorlar ve daha lift yüke bindirdiği anda tekne çatırdamaya başlıyor. Bu yüzden önceki yıl bayağı bir uğraştıktan sonra iki görkemli takoz kullanarak çözebilmiştik sorunu.
İşte yola çıkmamıza iki gün kala bizim İngiliz en afili gollerinden birini attı bana; Allahın Kaş'ında 200*40*30 boyutlarında, bir de üzerine yamuk iki adet takoz yaptırmam gerekti. Çünkü bir ton para alan taşıma firmasının uygun takozu ya da yastığı yokmuş!
Bu da çizimi.
Önceki yıl böyle kalkmıştı.
Neyse, elde bir fotoğraf, bir çizim başladım Kaş'ın nadide marangozlarını gezmeye. Sonunda biri yaparım dedi. Yaparım dedi ama bir türlü anlatamıyorum adama ne olduğunu, ne işe yarayacağını. Fotoğrafları gösterdim, çizdim... tamam dedi ama ne yaptığına dair en ufak bir fikri yok. Aynı gün fahiş fiyatla ağacını alıp attım kamyonete, doğru marangozun atölyesine yollandım. Pazartesi akşamı olduğu kadarına fit olarak takozları tekneye yükledim. Bu arada her biri olmuş 60-70 kg...
Salı sabahı kaptan ve kaptanın kaptan arkadaşı ve bendenizden oluşan ekibimiz sabah 06:45'te palamarı çözdük, yakıt iskelesine yollandık. Bu arada bizim İngiliz zeki bir adam ve iyi bir mühendis ama şöyle bir hesap yapmış; ilk 20 km 9 knot hızla, sonraki iki saati 14 knot hızla, kalan kısmı da yine 9 knot hızla gidersek sadece 450 lt mazot yakarmışız! Ulan tekne zaten seyir hızında (14 knot) saatte 220 litre mazot yakıyor. Mesafe 50 mil. Sonuçta ittire kaktıra fikrini değiştirterek 900 €'luk yakıt aldım. İstasyondaki adama 900 € demeden önce bayağı bir düşündüm. Boru mu lan! 900 €! Benim sezonluk tüketimimden fazla...
Sabahın en neşeli sürprizi atık tankını bastıktan sonra patlak verdi. Kaptanlar sintineleri kontrol edelim dediler. Dedim ben daha dün ettim ama boş durmayın, edin. Sıra master kabinin altına geldiğinde gözlerime inanamadım, bow truster'ın altına kadar su dolu! Lan daha bir gün önce hiç bir şey yoktu. Sabah tekneye geldiğimde boşa çalışan hidroforu farkedip kapatmıştım ama pek kafa yormamıştım. Meğer sabaha kadar çalışmış ve bizim duble kaptandan yekinin bile aklına kapatmak gelmemiş. Görünen o ki o civardaki bir kaçaktan tüm tatlı suyu sintineye basmış gece boyunca. Tek tesellim zaten taşıma firmasının direktifi gereği tankları boşaltacak olmamdı
Atık pompasını salladık kamara camında içeri ve başladık pompalamaya. İşlem bittiğinde pompanın dijital ekranında yazan rakam tam tamına 670 lt idi...
08:10 gibi nihayet ağır ağır Bucak Denizi boyunca ilerlemeye başladık. Hava nefis, rüzgar yok, deniz sakin. Yol boyunca hiç bir pürüz görünmüyor. Tek endişemiz uzun zamandır uzun yol yapmamış teknenin olası yaratıcı hamleleri.