Kavga etmişler. Öfkeli. Ayrılmışlar. Aşk bitmiş. Deniz güzelmiş. Bir daha ne olsa o kızın yüzüne bakmazmış. Kimsesi yokmuş benden başka, o nedenle gelmiş, kapıma dayanmış.
Bunları söyleyerek geldi Bay-Te, çantasını teknesine bırakmasıyla selam sabah vermeden Masal’ın havuzluğuna atlaması bir oldu. Tam da kebabımı yiyorum! Buyur ettim sofraya.
-Gitmek istiyorum abi dedi Bay-Te, ama öyle bir gidiş olmalı ki, hep denizler ve hep uzaklar. Kimse olmasın. Sevgilim bile olmasın. Nasılsa birileri sever beni yeniden. Bir sürü konserve aldım. Yola çıkacağım, dönmeyeceğim bir daha. Az bi param var, yeter bana. Cebelitarık… basıp gideceğim, durmayacağım. Orayı çıktım mı nasılsa bir yer vardır bağlanacak. Konuşuyor da konuşuyor. Uzun uzun dinledim, sakinim.
- Ödümü koparttın dedim, az daha bir "kıyı kasabasına" yerleşmeyi düşündüğünü söyleyeceksin sandım.
- Abi o da aklıma geliyor da yer bulamadım, hem o fikrin nesi var?
- Palavra olmasından başka bir kusuru yok diye yanıtladım. Soğanı ekmeğin arasına yerleştirdiğim kebabımın üzerine serdim. Yineledim : Palavra olmasından başka bir kusuru yok öyle bir dileğin. Bu sırada, Bay-Te 'yi iyice alaya almak, söylediği sözün kıymetini iyice yerlerde süründürmek için ağzımı şapırdatarak yemeye koyuldum. Soğan tanelerinden birinin bıyığımda şöyle hafifçe sallandığını da duyumsuyor, tam sinir bozmak için hiç de müdahale etmiyordum.
- Abi dedi, soğan, bıyığına takıldı.
Parmağımla soğanı alıp ağzıma götürdüm. Yutkundum. Şapırdattım ağzımı bir daha. Rakımdan bir yudum aldım.
- Nere dedim mesela? Kıyı kasabası nere ola ki? Bodrum, Ayvalık, Sığacık, Datça? Buralar mı "kıyı kasabası"? O senin dediğin Avrupa filmlerinde olur. İşte bir barı olur, küçük bir limanı olur, yerel gazetesi olur, evler güzel rengarenk olur, barda yaşlı bir amca oturur, bilgedir, kördür, seni sesinden tanır. Bodrum kasaba mı lan? Yiyorsa Melleç'e git.
-Ora nere abi dedi.
-Sahici kıyı kasabası oğlum işte. Yüz kişi ya var ya yok. Anamur'u geçince, iki dağın arası, denizi de güzel, bakir, kimse gelip geçmez, arada kamyoncu durur. Bir de restoranı var. Balık yapıyorlar, şahane levreği patatese yatırıyorlar, patates mi yiyorsun levrek mi belli değil. Belki kasabanın öğretmenine aşık olursun. Bayan-Ka’yı unutursun. Kasabalı da öğretmenle aşkını acayip hoş karşılayıp sizi noel yemeğine filan davet eder. Serada domates eker, teknenle arada açılır gelirsin. İnsanlara dişlerini fırçalamaları gerektiğini anlatmak gibi bir sosyal aktivide de bulunursun.
- Abi ben kıyı kasabasına gitmeyeceğim, uzaklara başka ülkelere gideceğim dedi. Uzaklaşmak istiyorum.
- O da mümkün değil oğlum dedim, bir lokma daha alarak etimden.
- Niye abi, Guatemala'ya gitsem mesela... benim tekne gider oraya da.
-Gider de uzaklaşamazsın buradan.
-Neden abi?
-Çünkü Dünya yuvarlak . Yerinden tepredin mi, aynı yere diğer yönden yaklaşıyorsun demektir. Hiç mi matematik okumadın? Dünya düzken mümkündü bu. Şimdi değil.
- Abi burada delireceğim. Sevmiyorum artık. Herkes ve herşey üstüme üstüme geliyor.
- Bunu da dert etme, nasılsa kimse sevmiyor kimseyi. O da eskidendi. Şimdi olsa olsa sevmeye çalışıyoruz. Bunun da pek mümkün olduğunu sanmıyorum ya, hadi öyle diyelim, yumuşatalım.
- Ne yani abi biz birbirimizi sevmiyor muyuz şimdi?
- Ölürsen arkandan kesinlikle ağlarım.
- Hepsi bu mu?
- Sanıyorum. Bu çağ için çok da fena değil. Amma hızlı yedin kebabı, çok güzel değil mi? Canın sıkkın olunca iştahın açılıyor anlaşılan.
- Evet, stres iştahımı arttırıyor.
- Haz çağı dedikleri bu işte, o nedenle, dert etme, ye. Canının sıkkınlığı hazdan mahrum kalmanı sağlamıyor baksana.
- Abi dünya yuvarlak bir yere gidemiyoruz, kıyı kasabası olmaz, ne edeceğiz?
- Kavafis oku, rakı iç!
-Sen öyle mi yapıyorsun?
- Hayır, başka şeyler okuyup rakı içiyorum. Nasılsa devrim filan da olmayacak, rakı bu nedenle gayet iyi. Soluğumun peşine gidiyorum ben de.
- O nasıl abi?
- Şu adamı görüyor musun dedim hemen bir kaç tekne yanımızdaki adamı göstererek. Ne güzel bir teknesi var değil mi, baksana güvertede tek bir leke yok, hep düzenli, hep pırıl pırıl. Ama bak, tam gördüğün gibi, bir portuç daima açık. Hep bir şeylerle uğraşır. Pek az konuğu gelir. Gelene içecek hazırlar, bir kaç çeşit meze koyar, oturup onların sohbetini dinler. Hiç bir söze karışmaz, davranışlarıyla konuklarının çok da uzun süre oturmamasını sağlar. Arada bir sohbet ederiz BayCe ile. İşi gücü yavaş yavaş bırakmış. Varlığı da yerinde işin doğrusu. Burada, hep bir şeyler yapıyor. Kendime yapıyorum diyor, hiç bir şey kazanmak için değil, hep sahiden bir şeyler kazanmadan bir iş yapıyorum.Tıpkı senin gibi o da, belli ki yorulmuş, gerçi sen hayli gençsin, ama bu zamanda yorgun olmak için yaşlanmaya gerek yok, zamanın kendisi yorucu zaten. İşte bu adam, bildiğin soluğunun peşinden gidiyor. Nerede nefes aldığını duyumsuyorsa orada. Ben de öyle yapmaya çabalıyorum.
- Abi ama burada kalırsam para kazanmam lazım.
- Kim kazanmıyor? Herkes kazanıyor, sen arada, işten başka kendine de bir iş yap.
- Hobi yani.
- O da saçmalıktır. Hobi ne demek? Boş zamanı mı olur doğru insanın. Şimdi bu adam boş zamanı mı değerlendiriyor yoksa zamanı mı değerlendiriyor. Kimi zaman boş zamanı değerlendirmek maden işçiliğinden daha yorucudur Bay-Te... yaşamın kendisidir belki de. Çöp şiş de söyleyelim mi? Güzel yapıyorlar, yarım saate getirirler?
- Söyleyelim abi.
Çöp şişlerimiz geldi. Yedik bir güzel.
Hava karardı. Biminiyi topladık. Havuzluğun bir yanına o bir yanına ben ,uzandık.
“Yıldızlar güzel be abi” dedi. “ Çok güzel dedim”. “Sence benim kız beni hâlâ seviyor mudur?”, “Seviyordur” dedim. “Bence de seviyordur” dedi.
“ Evet” dedim, “Seviyordur”.
“Melleç ha abi” dedi, gülümsyerek.
"Bir daha bana kıyı kasabası deyip germe beni olur mu?" dedim.
"Peki" dedi.
Kavafis oku sen.
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.