Efendim çoğunuzun malumu Ahmet, İnebolu 'lu.. Birçok akrabası ve artık yaz aylarında Annesi ve Babası da İnebolu'da yaşıyor.
Geçtiğimiz Pazartesi, Ahmet ile ben de İnebolu'ya gittim.. İki gün içerisinde gördüklerim yaşadıklarım gerçekten inanılmazdı. Eh malum forumda yazı yazma konusunda tecrübelendik. Ama emin olun bu yazıya nereden başlamalı bilemedim. İnebolu ile ilgili sadece 12 saat kaldığım bir ilçe ile ilgili ne yazabilir ki insan..?
Öyle değil işte.. Bir kere İnebolu coğrafyası her şeyi öylesine etkilemiş ve değiştirmiş ki..
İnebolu ismi İyon şehri anlamında İoniapolis ten geliyor. Çok eski ve tarihi bir yerleşim yeri.
Tamam ama , bu yerleşim yerinin buraya kurulmasını gerektirecek hiç bir neden yok. Bir körfez değil, düz bir tarım arazisi hiç değil, Dümdüz bir sahil şeridi ve hemen akabinde başlayan dağlar var. Ne sığınılabilecek bir koy, ne de geniş bir avuç arazi yok bu ilçe de. Belki, eskiden beri bilinen 10 km ilerideki bakır madeni, Belki de Anadolu 'nun Kırım ' a deniz yolu ile en yakın yeri olması, Karadeniz dağlarının , Anadolu'ya geçit veren vadisine denizden ulaşım için en yakın nokta olması belki mantıklı nedenler olarak görülebilir. Belki de kasabanın içinden geçen çay , eskiden liman olan küçük koyu doldurmuştur. Kim bilir..?
Yani demem o ki..o kadar zor bir coğrafya ki , hani burada bir yerleşim yeri kurmak, ya da yaşamak gerçekten akıllı işi değil.. Kasabada yaşayan denizcilere takılan lakapların birçoğunun "deli " ile başlaması belki de bir rastlantı değildir.
Hele balıkçılık yapmak bu coğrafyada gerçekten çılgınlık.
Limanda bile koca gemilerin battığı bir deniz var burada bir kere. Balıkçı teknelerinin her gün karaya çekildiği , ve her gün geri indirildiği bir balıkçı kasabası düşünün. Gecenin bir yarısı, dedenizin tüm aileyi uyandırıp, kim var kim yok , çıkan fırtına yüzünden kayıkları daha karaya çekmek için sahile yollandığınızı düşünün. sonra o havada ve o yorgunlukla, o saatte tepenin üstündeki evinize geri döndüğünzü hayal edin.
sabah saat en geç 4 gibi denizde olup, en geç sabah saat 10 gibi dönmek zorunda olduğunuzu bir hayal edin. Ben hep, Ahmet'in hava drumunu nasıl bu kadar iyi bildiğine şaşırırdım. Oysa İnebolu da herkes Ahmet.
Poyraz'mı karayel eseceğini bilemez iseniz , ölürsünüz .. Şaka değil . Karayel eserse akşam kalır . sabah saat 4 ile 10 arası hava sakin olduğundan bu zaman dilimi içerisinde gidecek, balığı bulacak, avlanıp geri geleceksiniz. O yüzden buralarda yaşayacaksanız, havayı kitap gibi okuyacaksınız. Başka yolu yok.
Ben safdillik edip, tekneleri hava sakinken bile neden karaya aldıklarını soracak oldum. Hem Amerikalı hem Ahmet, nasıl da gülmeye başladılar.
Bir gün , bir yelkenli tekne , havayı o an için sakin bulup, sahile demir atmış. İnebolu'lu denizciler kendisini uyarır , tekneyi limana al diye. Çok bilmiş yelkenci havaya bakar ve uyarıyı dikkate almaz. Bir iki saat sonra hava patlar. Adamcağız daha kıyıdan teknesine gidemeden tekne batar. Batsa iyi , Karadeniz resmen yutar tekneyi. Alır götürür.
İŞte bu yüzden , bu ülkedeki en iyi denizciler İnebolu'dan çıkıyor. Zor yaşam şartlarına erkenden uyum sağlayan İnebolulu gençlerin çoğu kaptan, çarkçıbaşı gemi adamı oluyor. ,
Biz çok kalamadık. Havlar da daha tam ısınmadığından limandaki gemici kahvesi kalabalık değildi pek. ancak şimdi yaşlanmış bir çok denizciyi (çoğu kaptan v.s. ) bu kahvede bulmak mümkün. Hepsi bir kaç dil bilen, dünyayı dolaşmış denizciler bunlar. Ne hikayeler, ne hikayeler.. Ahmet Eylül de gel.. O zaman görevde olanlarda burada olur. Şaşırır kalırsın dedi. Hikayeler dediysek şöyle şeyler.. bir örnek vereyim. " kese " lakaplı bir İnebolulu bir denizci , bir seyir sırasında Fransa da karaya çıkar. Ne var bunda diyeceksiniz değil mi ? Hikaye bundan sonra başlıyor. Bu " kese" ye Fransa Milli piyangosundan büyük ikramiye çıkar. Düşünün , sen kalk Fransa ya yerleş, o sırada sana en büyük ikramiye çıksın.. Hikayesini kendisinden dinleyip yazmalı..
Çok uç bir örnek diyorsanız bakın en sıradanını anlatayım size. Ahmet , Oto cam işi ile ilgilenir. Arabamız bir Kia. Arkada bir miktar cam var. İnebolu girişinde , aynı zamanda bir boyacı olan (böyle diyorum çünkü İnebolu da herkesin birden fazla işi var ) , otocam işi yapan Ahmet ustanın yanına geldik. Bu Ahmet usta aynı zamanda bir sürü dernekte ya başkan ya da sekreter. Bize çay söyledi. Çaylar gelmeden , iki dükkan yanda bir tekel var. Oraya girip, bisküvi aldım. Bir de baktım ki tekel bayi aynı zamanda çay ocağı. Adam biraz önce bizim için sipariş edilen çayları dolduruyor. (bu adamcağızın ismin öğrenmeye fırsat olmadı. aynı zamanda soğuk mezeciymiş.
)
Çaycı, (soğuk mezeci ve tekel bayii aynı zamanda ) Çayları dağıtırken ben de bisküvinin paketini açıyorum. Bir bakıyorum bisküviler bayatlamış. Çaycı ile aramızda şöyle bir diyalog geçiyor.
- bu bisküviler bayatlamış..
Çaycı paketi alıp, son kullanma tarihine bakıyor.
-süresi geçmemiş..
-tamam ama bayat..
-kardeşim ben mi yapıyorum bisküviyi.. kim yaptıysa git ona söyle ..
-tamam ama..
-aması maması yok . Bunu ben yapmıyorum. Kim yaptı ise git ona söyle..
O sırada , dükkanın içinde birden bire bir hoparlör sesi duyuluyor. Belediye bir konu ile ilgili anons yapıyor. Karadeniz kasabalarının çoğunda var bu sistem.Ben yine şaşırıyorum. Ne işi var ki belediye hoparlörünün dükkan kapısında. ?
benim irkildiğimi ve şaşırdığımı gören Ahmet usta gevrek gevrek gülüyor..
Malum ben şu şu derneklerin başkanı şu şu derneklerde de görevliyim. Burası şehir dışı olduğundan buraya da bir hoparlör taktırıdım. Şimdi olan biteni rahat rahat duyuyom..
Ahmet dayanamıyor araya giriyor. Basıyor şakadan odunu bunların kafasına.
Yahu ne yaptınız siz ya.. şu adam şu anda buraya gelen tek turist bu gün.. Yaptığınız muameleye bakın.. sonra şikayet ediyorsunuz turist gelmiyor diye.. Böyle yaparsanız turist mi gelir kardeşim?
Gülüşüyoruz.. Çaycı gidiyor. Gider gitmez tüm suçu çaycıya yıkıyor Ahmet usta..
gerisi de gün içinde reisler..
-