Tarihsel olarak yeri var, ama pratikte karşılığı yok çok zamandır. Hatta tersini söyleyecek kadar çok veri topluyoruz gün be gün. Eğer hukuk üzerinden tartışacaksak, şunu söyleyebilirim iç huzuruyla; Human Rıghts dediğimiz İnsan Hakları kavramı, daha 1950'lerde, İlk mülteci akınında öldü. Marksçılar, bu kavrama genellikle kahkaha ile yaklaşırlardı zaten. "Hele bir göreyim, üretim biçiminiz zarar görsün neler edeceksiniz" diyerek.
Ama yine de bu kavram sayesinde yerkürede bir şeyler üzerine konuşabiliyoruz.
Eğer bir karşılaştırma yapacaksak, Homo Europus, en azından kendi aklını eleştirme üzerine keskin bir geleneğe sahip. Bunu hayli zamandır, neredeyse bin yıldır yapıyor. Anımsayalım Arendt'in Kötülüğün Sıradanlığı kitabını. O denli keskin bir eleştiridir ki, yer yerinden oynamıştır. Lucaks'a ne demeli? Ortodoks Marksçılara bakalım, sürekli bir üstüne koyma, diyalektiği kendi aleyhine, kendi kusurlarını araştırma yönünde kullanma uğraşı...
Zizek'ten Eagleton'a, Fuko'dan Larrain'e, Kızıl Tugaylar adına cinayet işlediği gerekçesi ile cezaevinde yatmış Negri'ye, Wallerstein'e... hepsi Batı üniversitelerinde ders veriyor, tüm dünya liderlerinin pisliklerini durmadan yazıp çiziyorlar. Bizde durum nedir?
Doğu Halkları ise, bütün kabahati başka şeylere, dış etkenlere bağlayıp duruyor. O nedenle makul konuşma, ister sizin dediğiniz yöntemle isterse Batı tarzı kritikle yapmıyor. Yapmadıkça, ne Yunus kalıyor, ne Karacaoğlan, ne Mevlana. Rüşt-Haldun-Farabi, kim konuşuyor bunları? Kimse! Az sayıdaki saygıdeğer istisna dışında kimse! Sonuç? Eğer bir düşünce sistemi bir yerlerde konuşulmuyor, onun üzerine yazı yazılmıyor söz söylenmiyorsa, o düşünce bütün etkisini yitirir. Daha kötüsü hücre tipi değişmiş kanser gibi, hızla büyüyen saldırgan bir biçim alır.
Sizin anlatımlarınızda açıkça ve içtenlikle karşı çıktığım husus ise şu; Düşünme uğraşını, Felsefeyi ayrı parçalarmış gibi görmeniz ve/veya bu şekilde anlaşılacak ifadelerde bulunmanız.
Ama Demokritos- Aristoteles olmasaydı, İbn Sina, İbn Rüst- Haldun, Bunlar olmasaydı Spinoza, Spinoza olmasaydı Marx, Marx olmasaydı ne Arendt, ne Benjamin ne Edward Said konuşamazlardı.
Yoksa bir düzlemde kesiştiğimiz ortada.
Son söz, yazımdan alıntıladığınız bölümü tartışmak için değil, zira sizle aynı kanıdayım, yeri değil, yalnızca konunun nereye uzanabileceğini belirtmek için söylemiştim. Doğru anlamış ve konuya girmemişsiniz.
Şahane sohbet için yeniden teşekkür ederim.
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.