Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: Amatör Denizcilik Üzerine Bir Deneme

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4275
Amatör Denizcilik Üzerine Bir Deneme
OP: 22 Aralık 2016, 22:18:46
       Bu yazıyı yazmama neden olan Ersin Böke’nin Göçmüş Denizcilerin Nefesleri başlıklı yazısı. O yazıyı severim. Samimi bir yazı olduğundan masal gibi gelir bana. İmla hatalarını bile görmem.       
        Bir Avrupalı gezginin yazdığı yazıların tınısını taşır. Geçmişle bugün, bugün ile gelecek arasında kurulan öznel duyguları anlatır. Hem bireyseldir, hem de bir kültüre aittir.
           
       “Hem de bir kültüre aittir” dediğim zaman, bu yazıyı , Böke’nin öznel alanından çıkartıp, bir başka alana taşımış oluyorum; Bir “kültür” e, Denizcilik Kültürü’ne. Ayrıca bir başka “özne”likten söz etmiş oluyorum; Denizci "özne"den!
           
     Kültür, Fransızca’dan Türkçemize geçmiş bir sözcük. Daha çok “bir şeyleri ekmek, üretmek”’ten türetilmiş. Arapça karşılığı “Hars” ‘tarla sürmek’ anlamına geliyor. Türk Dili Kurumu, Türkçe olarak “Ekin” sözcüğünü önermiş.
           
         Kültür, en geniş anlamıyla, “özgül bir grubun yaşam tarzını oluşturan değerler, adetler, inançlar ve pratikler bileşiğidir”. Denizcilik Kültürü dediğim zaman, frengi deliğinden, İskeleden, doklardan, halat vermekten ,, “ denize ekmek atmaktan , “apazdan” “İlyas’tan” ve “helesa yessa” dan da söz etmiş olurum. Bir dilin, kültürün içine girmiş olurum. Bir dilin içine girmek demek, onun içinde düşünmek, ona ait olmak demektir. Bir dili, ancak o dilde düş görüyorsanız öğrenmiş olduğunuz söylenir. Bir yandan da hangi dilde düşünürseniz o dilin kültürünün egemenliği altındasınızdır. Ama  bu durum bazen, garip sonuçlar da doğurabilir. Türkçe bilmeyen Türk kökenli biri Almanca düş görüp, ailesinin görenekleri nedeniyle yarı Alman yarı Türk gibi de davranabilir. Genellikle herhangi bir yere ait hissedemez kendini. Her yerde her şekilde yabancıdır. Bir Alman için Türk, Bir Türk için Alman. Buna da kozmopolit denir. Terry Eagleton bir yerlerde, “göçmen evine dönemez, kozmopolitin dönecek evi yoktur” demişti.
           
          Ben Türk denizciliğini buna benzetiyorum. Kozmopolit. Biz  denizcilik dilini öğreniyor, ama onun içine giremiyoruz. Almanca düş gören üçüncü kuşak Türkler gibiyiz.  Denizle doğrudan ilişki kuranlar için karacı, karadakiler için denizci. Her nereye gidersek sahiden onlar gibi değiliz.
         
        Pek azımız  bir teknenin inşasına tanık olur, balıkçılarla hasbıhal etmekten veya ahbaplık kurmaktan çekinmez. Ailece ilişkileri kuranların sayısı ise bir elin parmaklarını geçmez.
     
      Her nasılsa edinilmiş bir asilzadelikle, denizden ekmeğini çıkaran ve dolayısıyla denizle doğrudan bir üretim ilişkisinin içinde olan, bu ilişkinin geliştirdiği bir dile sahip ve bu nedenle de bir kültür yaratan deniz emekçilerine uzak duruyor, burunluyoruz. Dokların gürültüsünü çekmeden insanların neden kendi teknelerini yapmadıklarını sorguluyoruz. Oysa buralar, ekinin ekildiği yani kültürün yaratıldığı yerlerdir bana göre. 
 
          Marina kültürü ile denizde olmanın, bağlanacak iyi restoran arayışı ile deniz kültürünün bağını kurmaya çalışıyoruz ve teknelerimizdeki elektroniğe harcadığımız zihinsel emek, doğru trime yönelen bedensel emeğimizden kat kat fazla. Burak demeden Bravo’yu öğreniyoruz. Çoğu tekne sahibi, tekne sahibi olmayı sosyal bir ilişki türü olarak görüyor.

             Bu durum, ancak, kozmopolit bir kültür yaratabilir. Amatör denizcilikte kozmopolit kültür, kendisini yarışlarda ve iyi içki tariflerinde açığa çıkarır. Gerçi bu durum, çağımızın kültür anlayışına da ters düşmez. Zira bugünlerde “ Fransız felsefesine duyulan ilgi, yerini Fransız öpücüğüne gösterilen teveccühe bıraktı”.(Eagleton, Kuramdan Sonra).

            Marinaların Deniz Kültürüne sahip ülkelerin amatör denizcilerine yapacağı kültürel etkiyle, bizdeki etki bir ve aynı olamaz. Oralarda amatör denizcilik, bir üretim ilişkisinin, sermayenin birikmesiyle hobi haline gelmesi iken, bizdeki ilişki, sermayenin birikmesi ile yapacak iş bulamayan burjuvanın sonradan edindiği hobisi şeklinde tezahür eder. İlki, o dilin, kültürün içinden geldiğinden bu uğraşın olabilecek bütün değerleri ile barışıktır ve geçmiş denizcileri anma gereği duyar.  İkinci sözü edilen tip ise, boş zamanı değerlendirmenin çoğu kere bir maden işçiliği kadar yorucu olduğundan habersizdir. Biri teknesinin boyu ile uğraşırken diğeri işlevine bakar.

            Kuşkusuz ve tabii ki, denizci ülkelerde de marina yaşam biçimi belirli bir dönüşüme yol açacaktır veya açmıştır. Ama hiç olmazsa bir tarihleri var. Ve tarih dediğimiz  şey o ya da bu şekilde ruhunu daha sonraki kuşaklara aktarır.

            Bizde, balıkçı barınaklarına, limanlara, doklara hiç uğramadan marinalarda veya yalnızca amatör denizcilerin bağlandığı barınaklarda yeşeren amatör denizciliğin tarihi köklü ve kudretli değildir. Şimdinin amatör denizcileri olan bizlerin geleceğe aktaracak ve sürekli iyiye evrilebilecek bir kültürü olmaması tehlikesi ile karşı karşıyayız. Anlatacak çok az şeyimiz var.

            Eğer şimdiden belirli önlemleri almazsak, küçük bir meltem esintisi olarak etrafımızda dönüp duran denize ait az ya da çok kültürel mirasımız yok olup gidecek, kısa sürede sonradan görme arabesk yaşam tarzına dönecek. Barbey d’Aurevilly’den yapılan şu alıntı kültürel yapıların nasıl hızla dağılabileceğini göstermesi açısından çok çarpıcı;

            “Herculaneum, küllerin altından yeniden çıkarılabildi; ama birkaç yıl, bir kentin örf ve adetlerini bütün yanardağların küllerinden çok daha iyi gömer” ( Aktaran, Benjamin, Pasajlar,syf 184,YKY yayınları,2014)

            Bu tehlikeyi görmezden geldiğimizde, W. Benjamin’in şahane anlatımıyla söylersek çocuklarımıza “ Tarihselciliğin umumhanesinde ‘bir zamanlar’ adlı fahişeyle günümüzü gün ettiğimiz” ve toplumsal olarak hiçbir yararı olmayan günleri anlatma durumunda kalabileceğiz:“Sadun Boro ile yürüyüş yaptım”, “Atasoy ile kahve içtim”.

            Bu minvalde ben, deniz emekçilerinden kopuk bir amatör denizciliğin hiçbir şekilde tarih için anlam ifade eden bir kültür yaratamayacağını düşünüyorum. Çünkü elimizde birkaç saygı değer istisnayı bir kenara bırakacak olursak “kültür” olarak dayanacağımız başka hiçbir şey yok.

            Hem Zulu ne ya?
           

  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

  • *
  • İleti: 5847
    • Son Denk Kayıkçısı
Ynt: Amatör Denizcilik Üzerine Bir Deneme
#1: 22 Aralık 2016, 22:41:27
Bu yazının yorumlarını da taşımak lazım.
  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4275
Ynt: Amatör Denizcilik Üzerine Bir Deneme
#2: 22 Aralık 2016, 23:58:43
Bu yazının yorumlarını da taşımak lazım.

Sahipleri taşısın
  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

T
  • *
  • İleti: 2171
Ynt: Amatör Denizcilik Üzerine Bir Deneme
#3: 23 Aralık 2016, 00:01:59
Taşıma  ;D

"Kalemine sağlık, pek beğendim. Bir hayli derin konu aslında. Hani bir söz vardır "Bir yere uyuyor olman, oraya ait olduğun anlamına gelmez" derler. Bu konunun, ciddi ciddi tartışılması gereken ve kişilerin aslında gizli davranışlarla bilerek yada bilmeden birbirini sınıflandırdığı bir alandır bu amatör denizcilik."
  • IP logged

  • *
  • İleti: 5847
    • Son Denk Kayıkçısı
Ynt: Amatör Denizcilik Üzerine Bir Deneme
#4: 23 Aralık 2016, 00:14:43
Taşıma  ;D
Eski Deniz emekçisi yeni amatör denizci olaraktan yorumum "tek kelimeyle harika"
  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

  • *
  • İleti: 2306
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ynt: Amatör Denizcilik Üzerine Bir Deneme
#5: 23 Aralık 2016, 18:16:01
Bir yerde deniz kültürüne örnek olarak şu paragrafı vermiştim:
"Vendee Globe[1] yarışı sırasında uzunca bir süre bir albatros eşlik eder Isabelle Autissier’e[2]. Ona taktığı ad Bernard’tır. Albatros Bernard Moitissier’den[3] alır ismini; dünyanın belki de en ilham verici deniz gezgininden. Moitissier okyanusların Shakespeare’idir. Sayısız denizciye ilham kaynağı olmuştur öyküsü ve yazdıkları… Moitissier’in teknesinin adı Joshua’dır. Joshua kimdir derseniz…

Bir ihtiyar adamdır Joshua, Joshua Slocum[4]. Büyük yelkenlilerin çağı geride kalırken ıskartaya çıkan bir deniz ihtiyarı. 1895 Nisan’ında çözer palamarı, bırakır kendini tek başına okyanusların koynuna. 1898’de geri döndüğünde amatör denizciliğin başyapıtını yayınlar: “Tek Başına “Yelkenle Dünya Turu”.[5]

Ve bu eser ancak 113 yıl sonra buluşabilir Türk okuyucusuyla. Ve bir büyük deniz tutkunu yazar önsözünü; Sadun Boro. “Hoş geldin Slocum” diyerek başladığı önsöz şu satırlarla biter: “Aramıza gelişi yüzyılı geçmiş de olsa hoş geldin koca Kaptan Joshua Slocum, hoş geldin evimize, teknemize.”

Sadun Boro’nun Pupa Yelkeni[6] olmasa o sayı 14 bile olamazdı belki. Slocum gibi bir ilham kaynağı oldu Sadun Boro’da kendini okyanuslara bırakan Türk denizcilerine."

Başından beri Bülent'in bahsettiği anlamda bir amatör denizcilik kavramından bahsedebilmek için mutlaka deniz kültürünün izlerini aramak gerektiğine inandım her daim. Günlük yaşamda, edebiyatta, resimde, yontuda...

Bakın bir bozkır çocuğu olsa böyle mi anlatırdı Haliç'i Prokopios:
"Dalgalar gürültüyle yükselip taşlara çarpmazlar ve denizde olduğu gibi gürüldeyerek köpüklere bölünmezler; su, alçakgönüllülükle ilerler, sessizce karaya dokunur ve dinginlikle geriye çekilir.”

Hemen her açıdan mirası tartışılır Osmanlı'ya bakalım:



Bir tablo vardı, gözümün önünden hiç gitmiyor, bulamadım, Osmanlı döneminde sandalda tek başına balık tutan bir kadın...

Daha önceki yorumda da uzun uzun bahsettim, ben bir memur çocuğuyum. Bütün çocukluğum ciddi bir ekonomik imkansızlık içinde geçti. Ama bugün hala hatırladığım şeyler arasında babamın Kurbağalıdere'den sandal kiralayarak balığa çıkması, Dereağzı'nda beni denize atması var. Daha 10 yaşına gelmeden kendi çaparilerimi yapıp balık tutacağım diye İstanbul'un tüm kıyılarını arşınlayışım, okulu kırıp eski Kadıköy Evlendirme Dairesi önündeki mendirekten beyaz donumla denize girişim, biraz palazlanınca sandal kiralayıp saatlerce kürek çekmekten aldığım haz...

3 yıl önce Gümüşlük'te atmış demiri dışarıda hava sakinlesin diye beklerken İngiliz, Fransız bayraklı göt kadar fiber yelkenlileri ile seyir yapan çocuklu aileleri gördükçe önce kendimden ve tırhandilimden utandım. Sonra düşündükçe şunu farkettim kendi adıma; ulan yelken vardı da biz mi yapmadık. Adamlar el kadarken yelkenle başlıyorlar hayata, oysa bizim kürekle başladı deniz serüvenimiz. Ama asıl önemli olan kısmı şuydu; yaşadığım coğrafyaydı beni denize iten ya da denizci yapan.

2005 yaşantımda önemli bir dönüm noktası oldu. STH (Sualtı Temizlik Hareketi) deneyimi sayesinde deniz, denizcilik, deniz kültürü gibi kavramlar ister istemez yaşantımın merkezine yerleşti. Sualtından çöp toplayarak başlayan çaba sadece birinci yılın sonunda basit bir olguyu koydu karşımıza; deniz kültürü. Denizin insan yaşamındaki konumu, deniz kültürünün toplum içindeki yeri doğal olarak kentin, ülkenin insanının denizle ilişkisini, denizciliği, amatör denizciyi ve amatör denizcilik kavramını şekillendirecekti.

2011 yılına kadar patlıcanın bakanıyla levreğin bakanı aynıydı güzel memleketimde. Hala da bir şey değişmedi aslında; adı denizcilik olan ama deniz ticareti dışında vizyonu olmayan bir bakan bakıyor şimdi de. Çünkü hala altı tarafı denizlerler çevrili bu tuhaf ülkede ne devletin, ne de çoğunluğu topraksoylu halkının denize dair ne stratejisi, ne fikri, ne zikri... hiç bir şeyi yok. İstanbul'a bakın yeter. Tarihin en muhteşem deniz kentini yüzyılda ne hale getirdiğimize bakın. Hala altından tünel oyup, üstünden köprüler kurararak aşmaya çalışıyoruz Boğaz'ı.

Çok kolay dağılıp, zor toparlıyorum. Nedense sevdiğim bir konu olunca neredeyse panik halde yazıyorum.

Şimdi, İstanbul'da yaşarken en çok kıl olduğum mevzu 35 metrelik motoryat sahibi sonradan görmeyle aynı kefeye konulmaktı. Devletin gözünde birdik, halkın gözünde bir. Zaten marinada da komşuyduk. Bir barınağa kaçmamın en temel sebeplerinden biridir aslında bu. Bir marinaya ait değilim, bir marinada mutlu değilim.

Ve ne yaptım, tası tarağı toplayıp bir barınağa geldim. Çevremde deniz emekçileriyle yaşıyorum artık. İşte tam da bu noktadan sonra yepyeni bir dönem başladı hayatımda.

Her daim sevdiğim, gıpta ettiğim küçük balıkçı sadece bir kaç ay içinde düşman belledi. Neden mi, denizi temizlemeye çalışıyor, onları "kirletici" gibi gösterdiğimi düşündükleri için. Gel gör adamların bas bas bağırdıkları balıkçılık yasağının kalkması için çalışan da bir tek ben varım Kaş'ta.

Tur tekneleri apayrı alem. Adamın teknesi kıçını vuruyordu iskeleye. Sahibini tanımadığım için Liman Başkanı'nı aradım. 10 dakika sonra geldi ve ne yaptı biliyor musunuz, bana posta koydu, neden Liman Başkanı'nı aradın diye.

Geçenlerde şenlik kapsamında çocuklara denizcilik eğitimi verdim ve en çok neyi anlatmakta zorlandım biliyor musunuz, dalış ya da tur teknesi olmayan Yengeç'in ne işe yaradığını.

Uzun lafın kısası, Bülent, bugün ister denizcilikte, ister günlük yaşamda... hayatın hemen her alanında en önemli sorunumuz eğitim ve kültür seviyelerimiz arasındaki inanılmaz uçurum. Balıkçıya selam vermekten vazgeçmeyin, ama karşılığını da beklemeyin. 200 kadar tekne, bir o kadar kaptan ve balıkçısı olan ama bir tane bile denizcisi olmayan bir barınak hayal edin; işte size Kaş barınağı. Eminim tablonun biraz daha farklı olacağı noktalar vardır ama buraya varana kadar gördüğüm tablo neredeyse aynı.

Yani kalantoru da, emekçisi de bir benim gözümde. İnsanın insan olamadığı bir coğrafya da ne denizci olur, ne amatör denizci. Azınlık kavramının bile bol geldiği bir avuç kendini bilmez olarak tırmalar gider, en fazla bir kaç çocuğun aklını çelebilirsek umudumuzu tazeler, o gece biraz daha keyifli uyuruz belki. Ama ne kısa, ne de orta vadede daha fazlası zor görünüyor.



[1] Vendee Globe, tek başına, durmaksızın ve yardım almaksızın düzenlenen dünyanın en zorlu yelken yarışı.

[2] Isabelle Autissier, Vendee Globe 1996-1997

[3] Bernard Moitissier, 1968 Sunday Times Golden Globe Race’i kazanmak yerine yolculuğa devam etmeyi seçen, ardında bir çok denizciye ilham kaynağı olan eserler bırakan Fransız denizci, yelkenci, yazar.

[4] Joshua Slocum, Spray adlı teknesiyle tek başına dünya turu yapan ilk denizci.

[5] İlk Defa Tek Başına ‘Yelkenle Dünya Turu’, Kaptan Joshua Slocum (Naviga Yayınları)

[6] Pupa Yelken, Sadun Boro, [Hürriyet Yayınları (1969), Ege Yayınları (2004)]
  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • İleti: 16
Ynt: Amatör Denizcilik Üzerine Bir Deneme
#6: 23 Aralık 2016, 21:01:35
Şehir denize değmezse, kültürü olmaz.
  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4275
Ynt: Amatör Denizcilik Üzerine Bir Deneme
#7: 24 Aralık 2016, 13:09:06
Müfettiş Javert modunda profil fotoğraflı Hakan Erim'in üzerine konuşmaya değer tespitini bir kenara koyalım şimdilik.
Ben de benzer şeylerden söz ediyorum Tiryaki. Bir sınıfı aklamak için söylemiyorum, ama Kaş denizcilerinin kaç tanesi doğanın/bulunduğu coğrafyanın koşulları nedeniyle denizle hasbıhale girmiş, kaç tanesi yapacak başka iş yok diye ekmek parasına göçüp gelmiş Kaş'a? Ben bilmiyorum , sen söyle.

Ama ben, bana yakın bir yerden Karataş'tan söz edebilirim. Buradaki balıkçılar ikiye ayrılır. Birinci grup sahiden çok eskilerden bu yana ekmeğini denizden çıkaran, topraksız ama kayıklılar. Çoğunun hiç bir zaman kendi gereksinimlerini aşacak büyüklükte toprağı olmamıştır. Denize bağımlıdırlar uzun, çok uzun zamandır.

Bir de ötekiler. Toprağını kaybetmiş-barda payvonda miras kavgasında- balıkçılar. Yapacak başka iş yok diye denize gitmişler.

Aralarında çok belirgin fark vardır. Birinci grup, balığı yemekten de anlar avlamaktan da. Balık gibi yüzer, havayı koklarlar.
Öteki grup balık yememiştir desem, abartmış olmam, çünkü tanık oldum.

Her ikisinin yarattığı kültür (ekin anlamında) kuşkusuz ki farklı olacaktır. Elbette bu dediğim matematiksel bir doğru değil.

Ama şu ortada, Karaduvar-Silifke arası 1.500.000 yazlık konut -ortalama 15 katlı binalarda- vardır. Aynı 150 km içinde 5 tane balıkçı barınağı bulunur. Haa... 2 tane de Marina!
  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

  • *
  • İleti: 3585
Ynt: Amatör Denizcilik Üzerine Bir Deneme
#8: 24 Aralık 2016, 14:07:35
Benzer bir hikaye de benden.. Geçtiğimiz yaz Şarköy önlerinde feci sopa yemiş , ertesi günü Marmara Ereğlisi'ne gelmiştim. Oda Ne..? Liman da yer yok.. Bilenler bilir zaten biraz açıktan alsan karaya oturacaksın. Her havaya açık bir koy orası anlamadı gitti.

Birilerine aborda olmak için bakınıyorum. 10 Metre önümde bir sürü balıkçı da beni izliyor. Velhasıl yanaşacak yer yok.. Yer açmaya niyetli de kimse yok. Şantiyeci kimliğimi bürünüp , başladım adamlar söylenmeye. İnsafsılıklarından başlayıp, misafirperverliklerine kadar demediğimi bırakmadım. Öyle olunca bir ikisi gelip halatımı aldılar..

O gün Ahmet de beni ziyarete gelmişti. Benim anlaşamadığım balıkçılar ile ahmet bir iki dakika içinde kanka oluverdi. Çünkü onların dilinden konuştu.

Bence bu da var.. Bizler , Almanya da Türk asıllı bura da Almancı denilen Türkler gibiyiz. Ne o taraftayız ne bu tarafta.. Bir arada bir derede..
  • IP logged

  • *
  • İleti: 5847
    • Son Denk Kayıkçısı
Ynt: Amatör Denizcilik Üzerine Bir Deneme
#9: 24 Aralık 2016, 14:16:33
Müfettiş Javert modunda profil fotoğraflı Hakan Erim'in "üzerine konuşmaya değer tespitini" bir kenara koyalım şimdilik.


Hakikaten üzerinde konuşmaya değer tespit, atasözü gibi. :) :) :)

Ayrı bir konu başlığında bunu tartışıp Ankara'ya uyarlayalım.

  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

  • *
  • İleti: 1541
  • Bilen bilir
Ynt: Amatör Denizcilik Üzerine Bir Deneme
#10: 31 Aralık 2016, 11:33:38
Yazanların eline ve beynine sağlık.
Çok güzel yazılar bunlar.
Eski arkadaşlar yıllar sonra bir araya gelir.Oradan buradan derken sorar 2. tekil şahıs; senin kız neler yapıyor bu arada?
Anlatır 1. tekil şahıs;benim kız çook büyük bir firmanın ceosunun özel danışmanı oldu.Adam her gittiği yere yanında götürüyor.
O kadar memnun ki ev aldı,araba aldı,anlayacağın çok iyi durumda.
Cevaplar 2. tekil şahıs;haa anladım anladım,o da benim kız gibi orospu oldu desene (umarım kaka kelime kurallara aykırı değildir) .Ama ben senin gibi güzel anlatamıyorum.
Demek istediğim bir yerlerde, face de olduğu gibi like butonu olsada yazı sahipleri yazıları hakkında ne düşünüldüğünü(yazmaktan imtina eden(kaçınan) kişiler de (kısaca tembeller) ifade edebilseler güzel olmaz mı.Nasıl yapılır orasını bilgisayar özürlü bir üye olarak bilemem(ben anlamaz yani).

Tekrar merhaba.
Duble dede  8)

Önemli not:Bu fıkra kimsenin yazdıklarına gönderme yapmamaktadır.Başka taraflara çekiştirilmesi ve de anlamlandırılması yazarın amacı olmayıp,yapanı bağlar.

  • IP logged
DeDe

  • *
  • İleti: 3585
Ynt: Amatör Denizcilik Üzerine Bir Deneme
#11: 31 Aralık 2016, 12:09:38
Abi tekrar hoş geldin.. görüşemediğimiz sürede üslubundaki keskinlik diyeyim  :) hiç değişmemiş..

Fıkra tam yerinde ve cuk oturmuş..  ;)
  • IP logged

  • *
  • İleti: 1547
    • Classicboats Turkiye
Ynt: Amatör Denizcilik Üzerine Bir Deneme
#12: 11 Ocak 2017, 23:46:33

       ./....
            Hem Zulu ne ya?
         

 :) :) Kısaca ve basitçe 1970lere kadar önce yelken sonraları makinalı olarak kullanılan baş kıç bir açık deniz İrlanda balıkçı teknesi.
  • IP logged
“İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez… İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir” diyordu Oscar Wilde.

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4275
Ynt: Amatör Denizcilik Üzerine Bir Deneme
#13: 12 Ocak 2017, 00:54:46

       ./....
            Hem Zulu ne ya?
         

 :) :) Kısaca ve basitçe 1970lere kadar önce yelken sonraları makinalı olarak kullanılan baş kıç bir açık deniz İrlanda balıkçı teknesi.

Bir de G. Afrika'da kabile vardı değil mi abi?

Öte yandan nasıl bir tekne bu?
  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

  • *
  • İleti: 151
  • Keşke insanyürüyüşünü dünya ile bütünleştirebilsek
    • Kapina
Ynt: Amatör Denizcilik Üzerine Bir Deneme
#14: 01 Ocak 2019, 19:14:31
Bülent Büyükdağ ile Hakan Tiryaki'nin yazdıklarından benim anladığım, denizin, denizde olmanın, denizci olmanın ve karada, toprakla veya başka şeylerle uğraşmanın kendine has dünya algıları olduğu. Bu alanlarda ortaya konanların değer addedilebilecek kültürel değerler oluşturmaları, ancak insanın ne olduğu-dünyayı, hayatı inceden inceye tartan, değerlendiren, yorumlayan felsefelerle, sanata ve birikime yaklaşımları ile, kısaca "insanın akılsal estetiksel" donanımı ile ilgilidir. Daha basit bir şekilde anlatmaya çalışayım; alet bir nesnedir, mala bir alettir, sıva yapar ustası, tablo boyar ressam, adamın kafasını yarar öfkesine hakim olamayan zorba. Bülent Kaptan'ın "Çoğu tekne sahibi, tekne sahibi olmayı sosyal bir ilişki türü olarak görüyor." sözünün altında yatıyor aslında bana göre özeti.

Köyde, zeytin toplarken bir sürü hikayeler anlatılır. Can sıkıntısına çare. Hep aynı hikayeler, her sene biraz daha değişerek aktarılır. Biri var ki bu konuya biraz yakın galiba. Şöyle bu hikaye;
Usni dede kasabaya gitmiş. Ömrü hayatında sayılı zaten kasaba görmüşlüğü. Kalabalık var, arabalar var, tam bir keşmekeş. Kafası dönmüş ihtiyarın. Ona dikkat ederken, buna dikkat ederken, nasıl olmuşsa biri çarpmış hafifçe buna. Düşmüş yere. Kelli ferli, foterli kravatlı bir adam inmiş son model arabadan. Gelmiş başına, telaşla “Dede! Var mı bir şeyciğin? Atla arabaya da götüreyüm seni hastaneye,” demiş. Usni dede silkelemiş üstünü, kalkmış. Adamın önünde hafifçe paltosunu iliklemeye yeltenmiş olmayan düğmesiyle. “Var git yoluna beyim. Kanunda her zenginin üç fakir ezmeye hakkı var. Ne demek doktor? Iyiyim ben. Allah razı olsun,” dedikten sonra çeker gider.

Çok kişinin ağzından, olay oradayken görmüşçesine anlatana şahit oldum. Burada olayın doğru veya yanlış olması değil benim üzerinde durmak istediğim; Halkın, yoksul insanın varsıllığa, paraya, parası, mevkki, gücü olana bakışı. Bu bir olanak sorunudur sonuçta. Zengin olduğunda, paraya kavuştuğunda ne olacağını, nasıl olacağını bildiğinden.

İnce şeyler, sanat, felsefe, bir objeler, mekanlar yığınıdır sonuçta. Bir ederi vardır. Kültür dediğin de ayak bağı, laf salatası, varı yoğu tartışılır bir şeydir.
  • IP logged

 
Yukarı git