Geçen gün Hasan abi ile telefon ile görüştük. Abi yanına geliyorum dedim..
Pek inanmadı nedense.
Aynen şöyle dedi..
-sen şimdi Ayvalığa kadar gider, orada bir iki koy bulur, aman ne şahane yerler, çok sevdim , şöyle güzel böyle güzel diye yazar durursun .
Dedi iyi mi.
Gün yaklaştıkça heycanım artıyor. Hani insanın içinde birşeyler kıpraşır ya .. Neredeyse askerdeki gibi şafak sayacağım..
Aslında Hasan Abi inanmamakta haklı. Gidiş dönüş yaklaşık bin mil yol. Bu boyda bir tekne ve tek başına.
Tayo Mar yola hazır. Kumanyalar alınacak, hafta içi Kalamıştan mazot ve su ikmali yapılacak. Önümüzdeki hafta Pazar gününden itibaren Marmara da hava koklanarak bir an önce Çanakkale ye kapağı atmak için gece gündüz yol yapılacak.
Eğer uygun hava yakalarsam, gece seyrinde trinket ve bocurum ile yelken seyrine devam edeceğim.
Bu hafta, yeni diktirdiğim yelken kılıflarını alıp, koylarda lazım olacak , 50 m koltuk halatı alınacak.
Çok zaman kalmadı ama, ırgatı havuzluktan kullanmak için seyyar bir teşkilat kurmakta fayda var. Yetişirse artık.
Yoksa , kendi bulduğum ! Yöntem ile demir atmaya devam..
Bir de olta takımı hazırlıyorum. Bu yıl lidaki, karagöz peşindeyim. Teknenin arkasından rapala sallamak benim hoşuma gitmiyor.
Çocukken kullandığımız sarkıtma oltalardan hazırlayacağım. İki iğneli kurşunu altta , sarkıtma olta özellikle lidaki, karagöz, isparoz gibi balıkları yaklamakta çok iyi.
Bunlara özellikle siyah iğne takmak gerekiyor. Siyah , kıvrık sinek iğneler bu iş için ideal.
Çocukken babamdan öğrendiğim , büyük balıkları dahi sinek olta ile tutmaya yarayan bu iğne bağlama yöntemini buradan birazdan açıklayacağım. Ağ balıkçılarına selam olsun..
Bu bağlama yöntemi ile , sinek iğne büyük balık yakalansa dahi , misina dan sıyrılmıyor. Sinek iğneyi yem içinde çok iyi saklıyabiliyorsunuz. Üstelik , yakaladığınız kaya balıklarını, (millet bunları da yiyor, biz siyah balık yemezdik. ) çenelerini kırmadan bu iğne ile oltadan kurtarıp, denize atabiliyorsunuz.
Şöyle bir görüntü var gözümde.. Bir koya demirlemişim, gıcır gıcır bir deniz, tentemi germişim, teknenin iskele kıç omuzluğuna yayılmışım, bir elimde olta, bir elimde kitabım, hafiften müzik te çalıyor..hava sıcaklayınca yattığım yerden kıpırdamadan elimi sua atıp, başıma su serpiyorum.. O ne ? Balık geldi .. Kocaman bir lidaki.. Hatta çupura sayılır..
Öğlen yemeği geldi işte.. Yanına sıkı bir salata, bol soğanlı, kan kırmızısı domates, salatalık, üzerinde bolca zeytinyağı.. Nar ekşisi, biraz da ceviz.
Sonra serinlemek için suya bir batıp çıkıyorum, geri gelip , aynı köşeye oturuyorum, ellerim ıslak , kitap ta ıslanıyor biraz. Olsun ne gam.. Elle çekilmiş Türk kahvesi.. Amerikalıların değimi ile , ' mud' yani çamur kıvamında , koyu.. Ben biraz kalın çekiyorum kahveyi, dişlerimle tanecikleri çiğnemek de hoşuma gidiyor çünkü..
Eh yanında elbette yarım küba dumanı.. İyice ağırlık çöküyor. Ne yazmıştı Bülent şu giriş yazısında.. ?
Hülyalarda gezen denizciler.. İşte tam onlardan biri olmak üzereyim.. yaşasın.!