Hadi başlayalım o zaman.
Sanela 'yı Alanya 'ya götürmek için hatırladığım kadarı ile tam üç kez İstanbul'a gittim. En sonuncusunda seyre başlayabildim. Aylardan Ekim. Babakale bir türlü geçit vermiyor. Her yer iyi güzel hoş ama Babakale kopuyor. Bir türlü rahat dönecek hava şartlarını yakalayamıyorum. Ancak bu sürelerde Ataköy marina da Sanela ile daha fazla vakit geçirme imkanı buldum. Kimi eksiklerini gideriyorum ancak bir türlü denize çıkamıyorum. Sanela tüm heybetine rağmen çok hafif bir tekne ve rüzgarlı günlerde henüz daha tekneyi tanımıyorsan pantondan tek başına çıkarmak ciddi bir iş.
Bir keresinde Kabaalioğlu, Bülent yolcu ve Tesbihçi geldiğinde hep beraber çıkıp Burgaz adaya gittik hepsi o. Genelde günler Sanela'nın orasını burasını kurcalamak ile geçiyor.
Uzatmayalım yola çıkma günü geldi çattı. Güneşli ama soğuk bir Ekim günü vira Bismillah deyip palamarlardan da destek alarak pantondan ayrıldım. Ataköy marinanın çıkışındaki atık alım iskelesine yanaşacağım. İlk defa tek başıma manevra yapıyorum Sanela 'ile . Ondan önce yanımda çoğunlukla Aali vardı. Palamarlara biraz bekleyin ben biraz manevra çalışayım dedim. Sanela tornistan da da müthiş dümen dinliyor. Keyfim yerine geldi. Atık alım iskelesine rahatça yanaştım ve atığı verdikten sonra marinadan ayrıldım. Marina içersindeki manevralar beni rahatlattı açıkçası. Sonuçta kolay değil hani hiç tanımadığım bir tekne ile tek başıma uzun yol yapacağım.
Bu tek başına seyir yapmaya karar vermem de kolay olmadı açıkçası. sağolsun Doneray yolun çok uzun olmasından kaynaklı tek başıma gitmemi istemiyor. O dan benimle gelecek. İlk plan öyleydi. Ancak iki nedenle hiç kimseyi yanımda istemedim. İlki tekneyi hiç tanımıyorum ve tekne uzun süredir böyle uzun bir yol yapmamış. Kimsenin sorumluluğunu almak istemedim açıkçası. Diğer konu ise benim zamanım bol turizm sezonu kapanmış. İyi bir sezon geçmiş. Havalar da soğumaya başladı ama güneyde hala pastırma yazı devam ediyor. Bu seyir benim Sanela 'yı tanımam için büyük fırsat. Yanımda birisi olursa tek başına seyir için gerekli tecrübeyi kazanamayacağım. O yüzden Doneray'a düşündüklerimi anlatıyorum. Sağolsun anlayış gösteriyor. Ama yine de İstanbul 'a gelip tekneyi görüp, ısrarla değişmesi gereken arma parçaları konusunda beni uyarıyor.
Yahu son revizyonda Sanela 'nın kimi orjinal arma parçaları kaybolmuş. Çoğunu tedarik ediyorum ama cenova furlingini tekneye bağlayan pime takılıp kalıyoruz. Fotoğrafları gören Doneray'ın Göcekten arkadaşı Leo 'da aynı kanıda. Pim orjinal ile değişmeli. Yoksa yola çıkmak tehlikeli olabilir. Neyse ki imdadımıza Tesbihçi yetişiyor. Kendi atölyelerinde tornada tam da istenilen pimi yapıyor ve montajından sonra yola çıkacak hale geliyoruz.
Dediğim gibi seyir keyifli başladı. Rüzgar yok , hava güneşli motor seyri ile devam ediyorum. Normalde ilk bacakları kısa tutarım böyle uzun seyirlerde ama bu Babakale beni gıcık etti. O yüzden biran önce Marmara'dan kurtulup Babakale'yi dönesim var.
Birde Marmara'ya atıp tuttuydum Tayo Mar 'ı en son Gökova 'ya indirirken. Nah gelirim bir daha diye. Ne yalan söyleyeyim Çok dövdü Marmara beni. O yüzden biraz da haklıyım yani. Tiryaki 'nin Poseidon kavgası kadar şiddetli değil ama yine de Marmara'dan kurtulasım var yani. Oysa şimdi döndük dolaştık kucağına düştük yine Marmara'nın.
Motor seyri sıkıcı. Çayımı içerken bu anılar geliyor aklıma. Hele Şarköy.. Bir keresinde Şarköy açıklarında havaya yakalandıydım yine tek başıma. Öyle bir üçlemeye girdiydim ki Tayo Mar battı sandıydım. Birinci dalga ön güvertede patladı, Ön güverte ve civadra gözükmüyor denizin içinde. İkinci dalga kamaranın önüne kadar geldi. Tayo Mar 'ın önü yok. Görülmüyor. Üçüncüsü ile kamara da suların içinde kaldı. Aha dedim battım ben. Nasıl yani diyorum bu kadar kolay mı batılıyormuş. Sonra ne oldu dersiniz? Tayo Mar suların içinden fırlayıverdi bir anda. Tam film sahnesi gibiydi. Tayo Mar'ın her yerinden denize doğru sular akıyor. Tayo Mar yoluna devam ediyor. " yürü be Tayo.. aslansın Tayo " diya bağırıp teknemi sevdiğimi hatırlıyorum. Şimdi bir tekneye aslansın kaplansın demek tuhaf geldi açıkçası ama düşünün işte nasıl korkmuşum. Zaten ŞArköy'e yanaşıp iki gün denize çıkamadıydım korkudan. Öyle yani. O günden sonra ahşap tekne takıntısı daha da bir arttı bende. Ahşap tekne ayrı bir güven veriyor insana. Razıyım ben nazına cazına.. Batmıyor ya bu meret sonuçta suda. Yeter o bana.
Sanela 'yı analatacağız dedik ama laf yine dönüp dolaşıp Tayo Mar 'a geliyor. Ne yapalım ilk göz ağrısı işte. Bu hikayeyi ne zaman hatırlasam aklıma hep Rahmetli Cem Gür geliyor. Malum Cem Gür teknenin yapımcısı. Tayo Mar denize iniyor ve bunlar hep beraber Tuzla 'dan Kalamış 'a deneme seyrine çıkıyorlar. Cem Gür bloğunda şöyle yazmış. " Baş bodoslamada patlayan dalgaların serpintisi bile havuzluğa gelmiyor" Yapma yahu! Neredeyse tek kuru seyrim yok Tayo Mar ile.

Denizaltı kullanır gibi gezdim O'nunla ben yıllarca.
İşte bunları hatırlaya hatırlaya durmadan Çanakkale açıklarına geliyoruz. Geliyoruz gelmesine ama motorun alarm sesi de çalmaya başlıyoooooor.. Hadi buyur buradan yak. BU da nereden çıktı şimdi.