Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: Aurantes ile eve dönüş yolunda

  • *
  • İleti: 1240
  • Selamlar
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#60: 25 Ekim 2022, 19:06:13
Harika anlatıyorsunuz Nur Kaptan. Emekleriniz için çok teşekkürler


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
  • IP logged

  • *
  • İleti: 76
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#61: 26 Ekim 2022, 12:36:22
 :) Okuduğunuz için asıl ben teşekkür ederim.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 5812
    • Son Denk Kayıkçısı
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#62: 26 Ekim 2022, 12:52:16
Culatra dan sonrası? beklemedeyiz.
  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

  • *
  • İleti: 76
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#63: 26 Ekim 2022, 18:56:43
Culatra lagününden çıktığımızda (27 Eylül 2022) dalgaların önceki güne göre daha küçük olduğunu gördük. Ana yelken camadanlı, cenova yarım açık şekilde pupaya yakın geniş apaz seyriyle, bir miktar yalpalayarak 4-5 kn hızla hedefimize doğru yol almaya başladık, Cadiz'in biraz kuzeyindeki Rota'ya doğru. Cadiz civarında hep mola vermiş olduğumuz demir yeri batılı rüzgara açıktı. Biraz daha korunaklı gibi görünen Rota'yı denemeye karar verdik, daha önce buraya hiç gitmemiştik.

Açık denize çıktığımızda saat neredeyse 4 buçuktu zaten, dolayısıyla gece de çok geçmeden çöktü. Yine nöbetleşe güvertede bekleyerek geceyi bitirdik. Pek kayda değer bir şey olmadı. Trafik nispeten daha çoktu ama can sıkan bir durum olmadı. Ta Peniche'den beri zaman zaman seyir arkadaşımız olan yelkenli İsveç donanma eğitim gemisi muhteşem HMS Falken yine eşlik ediyordu geceye, karaya biraz daha yakın seyrederek. O 40 metrelik yelkenli geminin hızı bizimkiyle az çok aynı olmuştu hep, şimdi de öyleydi.



(Bu foto netten; biz Peniche açığında akşamüstü, Portimão'da çok uzağımızda demirliyken, iki gece boyunca birlikte aynı rotada giderken de ışıklarını ve AIS'de gördük.)

Daha çok balıkçı teknesi vardı etrafta ama herkes kendi halindeydi. İskele tarafında, bildiğimiz onca yer teker teker pupamızda kaldı. Bazı büyük limanlar da var bölgede. Açıklarında onlarca gemi demirli, sıra bekliyorlar. Işıl ışıllar, şehirleri andırıyorlar uzaktan. Onları da geçtik. Rüzgar biraz düşünce yelkenleri tam boy açtık. Bütün gece yalpalayarak da olsa yol aldıktan sonra, sabaha karşı rüzgar iyice azaldı. Sabah 10 gibi 'yetti artık' gelince kalan 5 mili motorla tamamlayıp, Rota'nın epey sığ koyunda, ötesinde İspanyol donanmasının bir üssünün yer aldığı, koyu ortadan ikiye bölen mendireğe pek yaklaşmamaya özen göstererek sivil tarafta demirledik (on gün kadar sonra buradaki donanma gemilerinden birinde yangın çıkmış, haberde okudum, helikopterler, itfaiyeler, sirenlerle filan büyük olay dönmüş).




Rüzgar öğleden sonra tekrar artacaktı ve demirli olduğumuz yerin içine gireceğini gösteriyordu hava tahmini. Ortalık sakinken bile hafif bir solugan alıyordu koy, o yönden gelen rüzgarda hiç çekilmezdi. Rüzgar çıkana kadar uyuyup biraz olsun dinlendik. Öğleden sonra solugan artmaya başladı. Rüzgar güneybatıdan geliyordu. Cadiz bölgesinde bir yer mi bulsak, yoksa yola devam mı etsek karar veremedik. Rotamız güneydoğu. Bakalım rüzgar ne kadar işimize yarayacaktı, ona göre karar verelim dedik. Demir alıp koydan çıkarken yelkenleri açtık (28 Eylül 2022). Saat yine 4 buçuktu. Kaç zamandır öğleden sonra başlıyoruz seyre; çetrefilli yerleri gece aşıp gün ışığında demir yerine varıyoruz; değişik.

Rüzgara yakınlaşabildiğimiz derece, Cadiz burnunu ve devamındaki kaya sığlıklarını geçmeye yetmiyordu. Mümkün olan son noktaya kadar devam edip, sancak tarafına tramola yaptık. Biraz böyle gittikten sonra yaptığımız ikinci tramola ile, hem burnu hem de kayalıkları geçebildiğimizi gördük (kardinalin iç tarafından gerçi 😋). O zaman, devam. Artık o kelimeyi daha rahat telaffuz ediyoruz: Cebelitarık! Çok yakınındayız artık, adını anabiliriz. Boğazın en dar noktası olan Tarifa buradan yaklaşık 50 mil ötede. 'Dur bakalım, önce bir xxx'e varalım da' diyecek yer de kalmadı, uğursuzluk filan getirmez. Basbayağı Cebelitarık'a gidiyoruz, Gib'e!



Rotayı aynen koruyarak orsa seyirle Cadiz'in  büyüleyici tarihi şehir merkezinin bulunduğu ada/yarımadayı ve kayalık sığlıkları geçtik. Önümüzdeki burnu geçince kıyı biraz daha doğu yönüne kıvrıldığı için sıkı orsa gitmemiz gerekmiyordu artık. Yelkenleri az gevşetip daha rahat bir dar apaz seyrine geçtik. Bu arada yemeğimizi yapıp yedik güneş batmadan: deniz suyunda haşlanmış çok sıcak patates; herkes zevkine göre içine tereyağı yedirip kaşar doldurur ve kabuğuyla yenir 😋 İskele tarafına bayağı yatmış haldeyken yokuş yukarı açılarda başka ne yemek yapılır?

Bir süre böyle devam ettikten sonra rüzgarın yönü batı, sonra da kuzeybatı oldu, hızı azaldı. Bulunduğumuz nokta ile Trafalgar Burnu arasında kıyının biraz açığında kayalık sığlıklar var. Kıyı ile bunların arasından geçmek mümkün ama biz açıklarından geçmeyi planladık. İlk başta istediğimiz rotada gittik ama rüzgar yine yön değiştirip güneybatıdan gelmeye başlayınca kıyıya yakın seyretmek durumunda kaldık. Bu sırada hava kararmaya başladı. Sancak tarafındaki geniş bir alana yayılan balık çiftlikleri için de rotamızı değiştirip biraz daha yaklaştık kıyıya. Bunları da geçtik. Epey büyük (ama neyse ki plastik) birkaç şamandırayı (balık çiftliği kalıntıları olsa gerek) karanlıkta son anda fark edip neredeyse sıyırıp geçtik. Mark başa gidip ileri yolumuzu kolaçan etti bir süre. Ama başkaca bir şey çıkmadı yolumuza. Bu sırada sığlıkları OpenCpn'den takip ediyorduk ama bir yerden sonra dikdörtgen, yamuk vb şekillerde özel alanlar görmeye başladık ekranda; trol balıkçılığına yasak getirilmiş bölgelermiş bunlar. Buralardan geçmemiz gerekiyordu. Tamam, geçmemizde bir sakınca yok ama bu alanları tamamen boz-kahve gibi bir renge boyamış sevgili OpenCpn, derinlik rakamları da komple gitmiş. Ya önümüzde sığlıklar varsa? Derinlik göstergesini çalıştırdık istemeye istemeye (dört harflileri cezbetmemek için kullanmıyoruz derinlik göstergesini - demirleme süreci hariç). Derinlik 50-60 m arası. Ama önümüzde ne var bilmek istiyorum. Navionics'in Akdeniz aboneliği buralarda başlıyor olmalı diye düşünüp o anda satın almaya karar verdim (15 günlük deneme süresini daha en başta tüketmiştik). Gerçekten de Cadiz'e kadar olan bölge Akdeniz kapsamına giriyormuş. Kıyıya yakın olduğumuzdan şebeke sinyali de vardı. Çıkarttım kredi kartımı, uygulamayı bir daha indirdim. Aa o ne, bir 15 günlük deneme süresi daha verdi! Teşekkür ederim, zahmetten kurtardınız 😊 Böylece hemen derinlik göstergesini kapatıp rahat rahat çıktık bu bölgelerden (buralarda sığlık filan yokmuş bu arada, derinlik 50-60 m arasıymış hep).

Trafalgar Burnu fenerine yaklaştığımız sırada bir tuhaf durumla karşılaştık. OpenCpn hiç hareket etmediğimizi gösteriyordu. Bilgisayarı kapatıp açtım, hiçbir şey değişmedi. Doğrudan bilgisayara, GPS mouse'a filan kabahat bulmuştum ama Navionics'e baktık, o da 1, zaman zaman 0 kn hız gösteriyordu. Oysa hareket ediyorduk, rüzgar 3 filan esiyordu, yelkenler rüzgarla doluydu. Aleyhimize akıntı mı var yoksa? Evet, hem de 3 knot'a kadar çıkabilen med cezir akıntıları oluyormuş bu burun civarında. OpenCpn'deki uyarı işaretine tıkladığında bu bilgiler gösteriliyordu. Bu bölgeden daha önceki geçişlerimizde hiç fark etmemiştik böyle bir durum. Kimbilir hangi değişkenler hangi durumdaydı o zamanlarda.. Şimdi yeniay med cezirinin etkisi altındaydık. Ve rüzgarın hızı akıntıyı yenebilmemize yetmiyordu. Bir 10 mil kadar önce, rüzgar daha da azken 4 küsur kn yaptığımızı görüp şaşırmış, akıntı olabileceğini düşünmüştük; demek ki o zaman lehimizeymiş.. Geri gitmediğimize şükür, dedik, başka ne diyelim, ne yapalım. En azından akıntı tersine dönecekti bir zaman (hesabımıza göre 4 saat sonra).

Trafalgar fenerini neredeyse aynı açıdan kaç saat seyrettik bilmiyorum, belki 2 saat. Ama 1 kn gibi bir emekleme hızıyla (dirsekler ve dizler üstünde sürünme hızı da denebilir) pupamızda bıraktık feneri nihayetinde. O köşeyi dönünce hızımız 3 kn filan oldu. Gece 2 civarı Barbate hizasına geldik. Durup demirleme fikri cazip gelmedi. Az kalmıştı, akıntı çok geçmeden bize katılacaktı, hem de bu yönden rüzgarda çok iyi bir demir yeri olmayacaktı. (Trafalgar Burnu ve Barbate orka saldırılarının en çok yaşandığı yerler arasında, ama yaz başında. Nasıl olsa burada değiller, endişelenmiyoruz.) Bir süredir kuzeybatıdan gelen rüzgar aniden yön değiştirip güneybatıdan esmeye başladı, bir miktar da hız kazandı. İyi oldu çünkü bizim hızımız da arttı az biraz. Gece 4 gibi Bolonia hizasına vardığımızda akıntının artık bize karşı gelmediğini anladık; o rüzgar için normal olan 4 kn hıza ulaşmıştık artık. Trafalgar burnundan Bolonia'ya kadar olan 15 millik mesafeyi 6 saatte alabilmiştik. Şimdiden sonra daha da hızlanacaktık. Çok geçmeden hızımız 5-5.5 kn oldu, rüzgar değişmediği halde. Sonra da 6 küsur kn yapmaya başladık. Tarifa'ya Bolonia'dan 10 mil var ve biz hızla bu milleri birer birer kateder olduk. Şimdi camadanlanma zamanı. Mark 'çok bir rüzgar yok' diye gönülsüzlük eder gibi oldu, 'orası şişenin boynu, rüzgar mutlaka artacak, hatırlasana balona ne olmuştu' dedim*. Üç camadan vurdu yelkene, cenovayı da iyice küçülttü.

Tarifa'ya yaklaştıkça rüzgar biraz daha arttı, akıntı hızlandı. Resmen akıntıya binmiş gidiyoruz! Tekne hayatta göremeyeceği hızlara ulaştı: Çoğu zaman 9-10 kn, hatta 11 kn gibi! Boğazın kuzey kıyısına yakın kalmaya ama çok da yakınlaşmamaya çalışırken, sınırı sancak tarafında iki mil kadar sonra başlayan trafik ayrım bölgesine de yakın düşmemek gerekiyordu. İnce iş. Ve Mark dümen başında ustalıkla hallediyordu bu işi (ben aşağıda bilgisayar ekranı başında konumumuzu takip ediyor, Tarifa fenerini güvenle dönebilmesi için 'rota şu derece, fenere şu kadar mil kaldı, az daha sancak, şimdi rotayı koru' şeklinde sesleniyor, hızımızı gördükçe 'oha hızımız 11.4' gibi sesler çıkarıyordum). Fener civarında akıntı ve rüzgar, Boğaz'ın karmaşık coğrafyasıyla birleşip yer yer sivri dalgalar yaratıyor, yer yer başka türlü oyunlar oynuyordu. Mesela bir an biz dümdüz sudayken, bir tekne boyu öteden fışır fışır sivri dalgalı su akıyordu nehir gibi. Nihayet döndük feneri. Tanyeri ağarırken, 7-7 buçuk arasında. Bu üçgen yarımadanın doğu tarafında dalga çok yoktu, su nispeten daha düzdü. Ama akıntı aynı hızda devam ediyordu ve rüzgar biraz daha artmıştı. Bu noktadan Cebelitarık'ın büyük körfezi Algeciras Körfezi'nin burnuna 10 mil var ve bu mesafeyi de yine yüksek bir hızla, bir buçuk saat gibi bir sürede aştık.


(Boğaz'ın karmaşık suları ve arka planda Fas kıyısı)

Artık sabah vaktiydi. Körfezin burnuna yaklaşırken suda yanıbaşımızda koyu renkli bir kafa belirdi, sonra hemen kayboldu. İkimiz de birbirimize bakıp, "dur şimdi, son anda iş çıkarma başımıza, heyecana da hiç ihtiyacımız yok" diye seslendik denize. (Yunustu muhtemelen, boğazda çok yunus olduğu bilinir.)



Burnu dönmeden önce OpenCpn'de bir şamandıra bir kayalık sığlığı işaret ediyordu. Mark'a 'şamandıra var, açığından mı geçeceksin?" diye sordum. "Yok ki şamandıra" dedi. İşaretin üstüne tıkladım, meğer sanal şamandıraymış! Buna da ilk kez şahit oluyorduk. Mark epey garipsedi.

Burnu dönünce hemen batı tarafta bir koy var. Batılı rüzgara kapalı olduğu için (hem de bir an önce durabilecektik artık) oraya demir attık. En can attığımız şey serilip uyumaktı ve günlerce hiçbir yere gitmemek, dinlenmek. Bu en büyük dönüm noktasıydı işte. Günlerdir gece gündüz demeyip doğru düzgün dinlenmeden uğraşa uğraşa varmıştık buraya, hem de batı rüzgarının çok şiddetlenip sonra birden kesileceği bugüne yakalanmadan. Ertesi gün de rüzgar tersine dönecekti ve hava tahmini sonsuza kadar doğulu rüzgarlar gösteriyordu. Zamanlamayı çok iyi yaptığımız için kendimizi kutladık.




(Milliyetçi İngilizler bu fotoyu sever herhalde 🤭 Özellikle kurgulamamıştım, rastlantı eseri böyle oldu )


*Balona ne olmuştu?
2015'te boğazı doğudan batıya geçişimiz pek hoş bir anı değil. Hafif doğu rüzgarıyla akşamüstü La Linea'dan ayrılınca Mark balonu basmıştı. Yavaş yavaş başlamış, giderek hızlanmıştık. Tarifa'ya yaklaşırken indirelim balonu diye sızlanmıştım ama 'balonsever' kaptan hızdan memnun, indirmemişti. Tam Tarifa fenerine yaklaşırken, Tarifa'dan Fas'a geçmekte olan bir feribotun kıçına doğru dümen tutmamız gerekmişti. Zaten eski ve yamalı olan balon bu açıya dayanamayıp güm diye patlamıştı. Abartmıyorum, parça parça olmuştu. Mark balon parçalarını sudan çıkarırken ben de dümendeydim. Rüzgar öyle çoktu ki kuru direk rota tutulabiliyordu. Ve utanarak itiraf etmeliyim ki, maalesef fenere doğru gidiyordum, dehşet ve panikten iyice salaklaşmış halde. Fenerin çakarının nasıl gözümü kamaştırdığını unutmam. Feneri sancak tarafında tutmalıydım oysa. Hâlâ kızarım kendime. Bereket Mark balon parçalarını tam zamanında sudan alabilmiş, durumu fark edip 'çok hem de çok fazla yakınız, çabuk uzaklaş' diye haykırmıştı da, az bir mesafe kala dümeni iskeleye kırıp uzaklaşmıştım fenerden. Sonra normal yelkenleri açıp yolumuza devam etmiştik. Dizlerimin bağı çözülmüştü, sonradan OpenCpn'de bıraktığımız ize bakarken. Kuru direk olduğumuz için hızımız fazla değildi neyse ki.. diye azıcık teselli edebilmiştim kendimi 🙄
  • IP logged
« Son Düzenleme: 06 Kasım 2022, 22:06:06 Gönderen: Hasan Toparlak »

  • *
  • İleti: 76
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#64: 05 Kasım 2022, 00:32:52
Cebelitarık'a vardığımızın ertesi günü doğu rüzgarı başladı. Biz de ilk demirlediğimiz koydan ayrılıp La Linea'nın demir yerine gittik ve kendimize güzel bir köşe seçip demirledik. Burası rahat bir demir yeri ve pek çok tekne işine yarayacak rüzgar gelene kadar burada beklemeyi tercih ediyor. Her gün 10-20 tekne oluyor demirli. Kimi birkaç güne ayrılıp yoluna devam ediyor, kimi bekliyor da bekliyor. Mesela biz! Tam iki hafta bekledik burada.












(The Rock hemen her gün başına bir şapka takmış oluyor böyle.)

İlginç bir şehir La Linea. Bayağı karışık, yoğun bir nüfusu var. Dünyanın en güvenli şehri de sayılmaz. Her gün kaç defa siren çalarak polis arabası geçti plajın gerisindeki ana caddeden. Oraya demirlediğimiz ikinci gün Mark'ın teknede canı sıkıldı, karaya çıkmak istedi. Benim istemedi, teknede kaldım. Mark birkaç saat sonra geri döndü, uzun bir kalas parçasını kürek yerine kullanarak. Küreklerimiz çalınmış bottan! (Botu zincirle plajda bir yere kilitlemişti.) Moralimiz bozuk şekilde güvertede otururken, bir gün önce tanıştığımız İtalyan Rafaeli'nin yanımızdan geçtiğini gördük. Çağırdık, geldi. Anlattık olanı, botunu mutlaka kilitle diye uyardık. (Zaten kilitliyormuş.) Bir kahve içtikten sonra onu tekneden yollarken plajda botu bağladığımız yerin yakınında yerde küreğe benzer iki nesne gördük uzaktan. Dürbünle baktık, bizim küreklere çok benziyorlardı. Rafaeli plaja gidince baktı, yerden kaldırıp gösterdi. Evet, garip ama gerçek ki, çalan kimse geri getirip bırakmıştı küreklerimizi! Küreklerin dili olsa da anlatsalar ne olduğunu.. Rafaeli sağolsun tekneye getirdi kürekleri, kendisi de yine karaya çıktı; Cebelitarık'a gidecekmiş. Birkaç saat sonra Mark güvertede otururken plajda Rafaeli'nin botunun başında bir grup insan gördü. Biri eline almış bir taş, Rafaeli'nin botunun zincirini kırmaya uğraşıyordu. Mark hemen atladı bizim bota, oraya yollandı. Tabi hırsız grubu Mark'ın geldiğini fark edip hiç telaş etmeden yavaşça uzadılar. İki yeniyetme, bir baba ve bir de büyükbabaymış! Aile boyu hırsızlar. Rafaeli dönerken yeniden çağırdık, geldi. Durumu fark etmiş tabii, zincirini neredeyse yarı kalınlığa indirmeyi başarmışlardı çünkü. Git polise bildir, dedik, istemedi, 'yarın yola çıkıyorum ben, uğraşamam' dedi. La Linea günlerimize böyle bir başlangıç yapmış olduk. Daha sonra karaya çıkarken herkes gibi biz de botu mendirekteki denize inen basamakların oraya kilitleyip botu suda bıraktık ve kürekleri yanımızda taşıdık (pompayı da tabi, botu hâlâ doğru düzgün tamir edemedik).

İki gün sonra tekneyle Cebelitarık'a gidip oradaki marinalardan birinde bir gece kalmak istedik. Marinaya telefonla ulaşamayınca doğrudan gidip deneyelim dedik. Önce yakıt iskelesine gidip depoyu doldurduk (vergiden muaf yakıt, İspanya'dakinin üçte iki fiyatına). Az ilerideki marinaya yöneldik sonra. Ofisten birisi çıkıp reddetti bizi, doluyuz, hiç yer yok diye. Biraz yalvardık, olmaz, önceden yer ayırtmalısınız dedi. Mark 'bağlanıp alışveriş yapıp ayrılsak?' deyince, gidip başka birini çağırdı. Genç biriydi yeni gelen. Beş saat için bağlanmamıza izin verdi, halatlarımızı da aldı üstelik. Daha sonra evrakı ofise götürdüğümüzde, oradaki baş yetkili, artık niyeyse, 'bu gece kalabilirsiniz ama yarın öğleden sonra 3'e kadar ayrılmış olmalısınız, söz mü?' deyince ciddi sevindik 😊 Zaten bir geceden fazla kalmayı düşünmemiştik bile.









Cebelitarık'ın garip bir cazibesi var. Küçük İngiltere, ama İspanya'da. Çok küçük bir toprak parçası; büyük kısmını 'The Rock' dedikleri kayalık tepe kaplıyor. Kalan her bir santimetrekare ise yapılaştırılmış. Vergiden muaf alışverişin cezbettiği kalabalıklarla dolu sokaklar. Çıktık, gezdik, alışveriş ettik bizde.





Aranan her şeyin bulunabildiği ünlü bir yat malzemeleri dükkanı var, ne zamandır aradığımız şişme bot yapıştırıcısını aldık oradan. Sonra yorgun argın tekneye dönüp, Cebelitarık'ta marina gecesinin keyfini sürdük. Gece marinaya rezervasyonsuz gelen iki tekneyi geri çevirdi marina görevlisi. Kendimizi ekskluzif bir kulübe kabul edilmişiz gibi hissettik 🤭 ve bizi niye geri çevirmediler, bir daha şaşırdık. Ertesi sabah bir önceki gün alamadığımız eksikleri tamamlayıp, marina ücretini ödedik (24 pound) ve halatları çözüp La Linea demir yerine geri döndük.








(Pontondan çıkıp marina kompleksinin meydanına ayak bastığımızda bunlarla karşılaştık. Bu hallerini tercih ederim!)



(Bu magneti görünce kaçırmadım!)

Orkalar konusuna gelince: Boğazı geçtiğimize göre, tehlikeyi atlatmış olduk. Artık dört harflilerin endişesi olmadan seyir yapabileceğiz. Tabi alışkanlıkla Facebook'taki orka saldırısı haberlerini takip etmeye devam ediyorum. Biz oradan ayrıldıktan bir hafta sonra, İber yarımadasının güney Atlantik kıyılarında da orka saldırıları olmaya başladı. Şiddetli kuzey rüzgarına yakalanmadan önden önden giderken, orkaların da önünden gitmişiz hep. Ödevimizi de yaptım: Orka-yelkenli tekne 'etkileşimleri'ne dair istatistik tutan kuruma olaysız geçiş raporumuzu gönderdim. Artık memnuniyetle bu bahsi burada kapatabilirim.

La Linea demir yerine döndükten üç-dört gün sonra Mark, ondan bir-iki gün sonra da ben hastalandık. İki gün ateş ve halsizlikle yataktan çıkamadığımız, sonra da bir hafta boyunca baş ağrısı, burun-geniz akıntısı, iştahsızlık ve saçma yerlerde (örneğin benim kalça kemiğimin çıkıntısı!) şiddetli ağrı gibi dertlerden yüzümüzün gülmez olduğu bir hastalık dönemi geçirdik. Artık gribin bilmem kaç türünden biri midir, covid midir her neyse, hiç hoş değildi. Batı Akdeniz boyunca kesintisiz her gün doğu rüzgarının esmesi, hastalığın etkilerinin hafiflemesi için biraz zaman tanıdı bize. Bu kez beklemekten şikayet etmedim (Mark çok etti ama!)

Artık ekim ayının ortasına geldik. Gece gündüzden daha uzun oldu ve bu durum daha iyiye gitmeyecek. Kim ister kışın seyir yapmayı? Ama Akdeniz de resmen geçit vermiyor, doğu rüzgarıyla karşımıza dikilmiş. Acaba sıkı orsa gitmek nasıl olur Akdeniz'de, bilmiyoruz. Okyanusun aralıkları geniş dalgaları özellikle bizim gibi küçük tekneler için daha rahat. Ama Akdeniz'in dalgaları sık ve sivri; hiç hevesimiz yok orsa gitmeye. Üstelik İspanya'nın Akdeniz'deki güney kıyısında doğru düzgün bir yer yok sığınacak. Tek seçenek marinalar.

Ama 'kış geliyor' endişesi yakamızı bırakmıyor. Sonunda, doğu rüzgarının zayıf olduğu bir gün yola çıkmaya karar verdik. Bir sonraki gün neredeyse rüzgarsız olacak, gece batıdan bir esinti gelecekti. Hastalık henüz tam geçmemişti ama Mark'ın sabrı tamamen tükenmişti. Karşı koymadım.
  • IP logged
« Son Düzenleme: 06 Kasım 2022, 22:00:16 Gönderen: Hasan Toparlak »

  • *
  • İleti: 974
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#65: 06 Kasım 2022, 22:23:33
Nur Reisim,

Bizim foruma ancak ek olarak eklenebiliyor fotoğraflar, konu akışı içine de yerleştirmek biraz güç. Google arşivinden fotoğrafları görünür yapmak için:

https://www.labnol.org/embed/google/photos/ adresine gidip, sizin burada paylaştığınız gibi google fotoğrafının linkini yazıp alttaki "Direct Image Link" i buraya yapıştırıp, yapıştırdığımız linkin tamamını select edip yukarda en soldaki minik ikona tıklayıp bu linkin resim olduğunu belirtiyoruz. Fotoğraf burada görünür oluyor.

Ben son konuları bu şekilde düzelttim. Vakit buldukça değiştirim. Zor gelirse siz yine bu şekilde yazın ben onları da düzeltirim..

Selametle..
  • IP logged

  • *
  • İleti: 76
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#66: 07 Kasım 2022, 07:45:21
Çok teşekkür ederim, zahmet oldu size. Ama çok iyi olmuş  :). Ben de denerim.
  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 1178
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#67: 07 Kasım 2022, 13:13:54
Nur Reisim ,

Çok keyifle okudum yine , Hasan abi elinize sağlık çok güzel olmuş
  • IP logged

  • *
  • İleti: 76
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#68: 08 Kasım 2022, 13:58:28
(Bu yazı 2011'deki ilk Cebelitarık geçişimizi anlatıyor. Bu da biraz acayip olduğundan eklemek istedim; blogdan kopyalayıp biraz da bugünden yorumlar kattım, italik yazı ile. Teknemiz 36 ft Wharram katamaran, motorlar 9.9 hp dıştan takmaydı ama tek motor çalışır durumdaydı bu geçiş sırasında. O zamanlar GPS ve kağıt harita kullanıyorduk, aküler zayıf olduğu için bilgisayarı arada bir açıp OpenCpn'e göz atıyorduk. Akıllı telefon yoktu bizde daha; internet kafeye gidip hava tahminini kağıda not ediyorduk.)

Cebelitarık Boğazı'nı geçmek için uygun rüzgârı beklemekten usanıp, kuzeydoğu rüzgârı gösteren hava tahminine güvenerek, 19 Ekim’de (2011) güneş doğar doğmaz Cádiz Koyu'ndaki El Puerto de Santa María'nın güzel plajı açığındaki demirleme yerimizden ayrıldık. Ana yelkende değişiklikler yapalım, rüzgârın dönmesini bekleyelim derken 10 gün kadar kalmıştık orada. Gerçi rüzgâr hâlâ doğudan esiyordu ama önceki günlere göre daha hafifti. Yelkenle güneye doğru yavaş yavaş yol alıp, Cádiz şehrini ve sonra da kıyı üzerindeki son demirleme yerini ardımızda bıraktık ağır ağır. Güneşli, sıcak bir gündü ve pek dalga yoktu.

Ama öğleden sonra rüzgâr değişmeye ve hiçbir hava tahmininde görünmeyen güney yönünden gelmeye başladı, giderek artıp karşımızdan gelen alçak, sert ve düzensiz dalgalar yaratarak. Motoru çalıştırıp işe yaramayan yelkenleri indirdik. Seyir çok rahatsızlaşmıştı, tekne baş-kıç yapıp duruyor, motor sudan her çıktığında bas bas bağırıyordu. Çok geçmeden rüzgâr iyice arttı ve deniz iyice karıştı. O sırada bir liman mendireğinin açığından geçiyorduk, kasabası epey bir uzağındaydı (Conil limanı). Elektronik haritaya bakınca buranın küçük bir balıkçı barınağı olduğunu gördük ve gidip bakalım, mümkünse bir süre için sığınalım dedik. Gerçekten de minicik bir limandı ve yanaşabileceğimiz tek bir boş yer bile yoktu. Bütün balıkçı tekneleri yan yana birbirlerine bağlanmışlardı. Yanına hiçbir tekne bağlanmamış büyükçe bir balıkçı teknesi görüp ona bağlanmaya karar verdik. Her yanı balıkçı tekneleriyle çevrili o daracık alanda tam yanına yaklaşıp halatları öbür tekneye atmak üzereydik ki, motoru rölantiden vitese geçirmek mümkün olmadı. Rüzgâr güçlüydü ve az kalsın diğer teknelere çarpıyorduk, ama Mark bir tekneden diğerine atlayıp elinde halat oradan oraya koşarak bir şekilde tam zamanında bağlayabildi bizi. Artık güvendeydik ama şimdi de motor çalışmıyordu ve ne yapıp edip tamir etmekten başka çare yoktu. Bu seferki arıza kumanda kablosundaydı. Diğer motorun kablosunu çıkarıp kullandığımız motora takarak ve güneşin altında ter dökerek iki saat içinde sorunu giderebildi Mark. Sonra gidip mendireğin üstünden baktığımızda rüzgârın ve dalgaların biraz azalmış olduğunu gördük ve çok geçmeden diğer teknelerin gelip belki de bizim işgal ettiğimiz yere bağlanmak isteyeceklerini düşünerek motoru çalıştırıp oradan ayrıldık. Az sonra güneş battı, hava karardı, biz ise motor çalışmaya devam etsin diye dileyerek, karşıdan gelmeye devam eden dalgalarla secdeye kapanırcasına bir öne bir geriye yata kalka yolumuza devam ettik (Mark katamaran Jaya'nın baş-kıç yapmasına 'allahuakbaring' demeye bu zaman başladı). Deniz ancak, İber yarımadasının en güney ucundaki Tarifa'ya yaklaştığımızda düzleşti. Burası Cebelitarık Boğazı'nın da başlangıcıydı (aslında başlangıcı değil, en dar noktası); zaten buraya demirleyip gece molası vermeyi istiyorduk. Bitap düşmüş halde demir attığımızda vakit gece yarısı olmuştu. (Cahil cesareti işte, yarım yamalak dıştan takma motorla boğazın hiç bilmediğimiz en çetrefilli noktasına gece vakti varıp demirlemişiz, akıntı durumunu da pek düşünmemişiz besbelli.)

Ertesi sabah erkenden demir alıp motorla boğazı geçmeye başladık. Rüzgâr doğudan ve hafifti ve dalga yoktu. Fas tarafında haşmetli Cebel Musa dağının zirvesi, gövdesini görünmez kılan sis katmanı üstünde yükseliyordu, biz ise İspanya kıyısını yakın mesafeden takip ediyorduk. Uzakta büyük gemiler birbirlerinin peşi sıra boğazı geçiyorlardı. Üç saat sonra, birçok geminin demirli halde beklediği Cebelitarık Körfezi'ne ulaştık ve aralarından geçip, körfezin doğu tarafındaki yarımadanın ucunda bulunan İngiliz yönetimindeki Cebelitarık şehrine vardık. Haritalarda (hem kağıt hem de elektronik haritada) gösterilen ve havaalanı pistinin hemen kuzey yanında olan demirleme yerinin boş olması şaşırtıcıydı (sonradan anladık niye boşmuş). Demirler demirlemez botla pistin aşağısındaki küçük kumsala gittik ve botu orada bıraktık. Caddeye ulaşmak için pisti geçmek gerekiyordu ve açıkçası korktum, ya şimdi uçak inerse diye. Cadde tarafında ışıklar, bariyerler ve bilumum koruma önlemleri vardı ama kumsal tarafında hiçbir şey yoktu. Neyse... Koşar adım pisti geçip (kimseyi görmedik, kimse hiçbir şey demedi) caddeye vardık (bu noktada bir görevli bizi görüp, ‘ne yapıyorsunuz burada, olmaz böyle’ diye kızdı bize, biz de özür dileyip, adam arkamızdan bakakalmışken kaçtık alandan) ve şehir merkezine yürüdük. Vergiden muaf tam bir alışveriş cenneti olan şehir öyle kalabalıktı ki! Küçücük yüzölçümüne ancak dev apartmanlar dikerek sığışabilmiş kalabalık şehir nüfusuna, civardan ucuz içki vs almaya gelen İspanyollar ve 'Cebelitarık' adının cazibesine kapılmış turistler de eklenince doğal sonuç bu oluyor haliyle. Trafiği ters olmayan, sıcak iklimli bir mini İngiltere... Mark'ın babasının yolladığı, diğer motorun parçalarını ve tamir edilmiş tricolour seyir fenerimizi içeren paket postanede bizi bekliyordu. Oldukça pahalıysa da işimize çok yarayacak bir Kuzey Afrika seyir rehberi de bulabildik. Sonra da botun hâlâ yerinde olmasını dileyerek kumsala yöneldik. Orada olduğunu uzaktan gördük (ama yanında bir hareketlilik de vardı!). Bu sefer havaalanı güvenlik görevlileri pisti geçmemize izin vermediler. Çok ciddiydiler ve pist boyunca uzanan çelik telden bariyerin öbür tarafından gitmemizi emrettiler. Bariyer boyunca yürüyüp kumsala vardığımızda, bariyer denizin içine kadar uzandığından, suya girip botun bulunduğu öbür yana geçtik (kumsal bariyer ile pistin arasındaydı). Orada iki polis arabası ve üç polis bizi bekliyordu! Bilmeden bir güvenlik bölgesine izinsiz girmiştik: Kumsal İngiliz askeriyesinin yasak alanıydı. Mark'ın pasaportunu, benim de TC nüfus cüzdanımı (pasaportum yanımda yoktu, vizem bile yoktu, bayağı tırsmıştım aslında ama vizeyle falan ilgilenmediler) alıp güvenlik soruşturması için kimliklerimizi telsizle merkezlerine bildirdiler. Neyse ki güleryüzlü ve espriliydiler. Yarım saat kumsalda bekledikten sonra merkezlerinden temiz olduğumuz bildirildi ve resmi (ama sadece sözel) ikazla durumdan kurtulduk: Do not use this beach again! (Bir daha bu kumsalı kullanmayın!) Ok, sorry Sir. Tekneye döndük. Daha on dakika geçmemişti ki bu sefer de bir polis botu tekneye yanaştı. Orada demirlemek yasaktı ve derhal orayı terk etmeliydik. Nereye demirleyelim o zaman diye sorduk, yüzünde değişik bir ifadeyle, demirlediğimiz yerin kuzey tarafındaki büyük mendireği işaret etti, diğer yanında demirleyebilirdik. Arkasında çok sayıda yelkenli direği olduğundan orayı biz marina sanmıştık, ama demir alıp oraya gittiğimizde öyle olmadığını gördük. O teknelerin hepsi demirlemişti (ama artık orası lüks bir marina!) ve fark ettik ki hepsinde nezaket bayrağı olarak İspanyol bayrağı çekilmişti. Yani mendirek İngiliz bölgesini İspanyol bölgesinden ayırıyordu. Yani burası İspanya'ydı (günaydın) ve Cebelitarık polisi bizi İspanya'ya yollamıştı. Anlaşıldı (biraz geç olmuş gerçi), İspanya'ya geri dönmüştük bir kez daha. Hemen biz de İspanyol bayrağımızı çektik direğe. Artık ucuza aldığımız iyi romu (o koşuşturmaca arasında kapmışız bir tane ama!) rahat rahat yudumlayıp Cebelitarık Boğazı'nı geçişimizi kutlayabilir, seyir rehberimize bakıp insanların Cezayir gibi, aman tehlikeli oralar dediği, ama bize cazip gelen yerler hakkında bilgi edinebilirdik keyifle.


  • IP logged
« Son Düzenleme: 09 Kasım 2022, 19:29:49 Gönderen: Hasan Toparlak »

  • *
  • İleti: 76
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#69: 13 Kasım 2022, 01:28:48
İspanya'nın Akdeniz'deki Costa del Sol, Costa Tropical vs gibi adları olan bölgelere ayrılmış güney kıyısını aşabilmek için, doğudaki köşeye kadar düz çizgi halinde 180 küsur mil seyir yapmak gerekiyor. 2018'de, ben vize yenileme nedeniyle Türkiye'de bulunmak zorunda olduğum sırada, Mark tek başına 6 bf batı rüzgarıyla Cebelitarık'tan İber yarımadasının güneydoğu köşesindeki Mar Menor lagününe iki buçuk günde duraksız ulaşmış (270 mil kadar bir mesafe), orada benim gelmemi beklemişti. Ama bu kez Akdeniz bize ya tam kafadan doğu rüzgarı var ya da hiç rüzgar yok diyordu. Hava tahmini olur da bir hafta sonrasına batı rüzgarı gösterirse, 3-4 gün sonra tahmin değişiyor, batı rüzgarı 1-2 günlük hafif bir esintiye dönüşüyor, onu yine doğulu rüzgar izliyordu. İşin kötüsü bu kıyı tam bir demir yeri fakiri. Tüm kıyı boyunca koy bile denemeyecek üç beş girinti var, gerisi hep marina. Yoksa kısa seyirler halinde dura kalka aşabilirdik kıyıyı. Sonunda daha fazla bekleyemeyip bu esintilerden biriyle bu işe giriştik.

La Linea'daki rahat köşemizden demir alıp ayrıldığımız gün (14 Ekim 2022), doğudan az bir rüzgar vardı. Bu gün varmayı hedeflediğimiz Estepona, Cebelitarık boğazının son burnu olan Europa Point'i döndükten sonra 25 mil kadar kuzeyde olduğu için bu rüzgardan faydalanabilecektik. Ana yelken ve motorla 4-5 mil kadar güneydeki Europa Point'e vardığımızda, bu sivri burnu dönebilmek kolay olmadı. Güçlü bir karşı akıntı vardı. GPS'in hızımızı bazen 0, bazen de 1-2 kn gösterdiği bir saat kadar süren bir mücadelenin ardından nihayet burun pupamızda kaldı. Artık resmen Akdeniz'deydik.


(Europa Point)



Yavaş bir yelken seyriyle akıntılı bölgeyi aşıp Estepona'ya vardığımızda akşam olmak üzereydi. Limanın hemen batısındaki plajın önüne demirledik. Rüzgar dinince solugan iyice belirginleşti ve öyle bir yalpaya düştük ki nasıl yemek yapıp yediğimizi anlamadık. Ölü denizleri yandan değil de baştan alabilmek için kıçtan bir demir daha attı Mark. Durum bir nebze düzeldi ama tam değil. Gece uyuyamadık bile; solugan biraz azalınca uykuya dalabildik gece 3-4 gibi. Sabah güneş doğar doğmaz demir alıp oradan kaçtık.

Rüzgar hiç yoktu, deniz ayna gibiydi. Motorla doğu yönünde yol almaya başladık. Sıcak bir gündü. Costa del Sol denilen, turizm endüstrisinin betonlaştırdığı bu kıyının sevimsiz yerleşimlerini az açıktan birer birer geçmeye başladık. 30 mil kadar böyle yol aldıktan sonra, öğleden sonra batılı esinti başladı nihayet. Hemen balonu direğe çekip motoru susturduk. 2-3 kn gibi bir hızımız vardı ve akşama doğru rüzgar hâlâ istikrarlı gibi göründüğü için, demirleyebileceğimiz ender yerlerden biri olan Fuengirola liman girişini pas geçmeye, geceyi denizde geçirmeye karar verdik. Gece 10 gibi rüzgar biraz artınca balonu indirip (biraz da ıslattık) ana yelkeni açtık. Gece boyunca 2 kn gibi bir hızla bazen pupa, bazen apaz, bir şekilde ilerledik. Bizden başka hiç kimse yoktu çevrede. Ama bir çok kez yunuslar geldi ziyaretimize (orka endişesiz seyir yapmak ne rahat bir şeymiş!); bu kadar yavaşken niye bizimle bu kadar ilgilendiklerine şaşırdım, 'ağam bizimle eğleniyir' diye aklımdan geçirdim. Güneş doğduğunda karadan gelmekte olan rüzgar arttı, biraz da yağmur getirdi beraberinde. Apaz seyir ile hızımız 4 knot'u bulunca epey bir yol aldık üç-dört saat kadar. Ama bu durum böyle gitmezdi elbette ve rüzgar şiddetini artırarak tam da gittiğimiz yönden gelmeye başladı bu kez, ufak ölçekli bora gibi birşeye dönüştü. Orsa gitmeye çalıştık ama sık ve sivri dalgalara karşı fazla zorlanınca yönümüzü kuzeye, karaya çevirip, artık allah ne verdiyse bir yer bulup demirleyelim dedik. Şansımıza o girintilerden biri vardı gittiğimiz yönde, 10 mil ötede. Son 1-2 mil kalana değin rüzgar azalarak devam etti, sonra kaldı; biz de motoru çalıştırdık ve gidip bir yere demirledik. 75 mili arkamızda bırakabilmişiz bir şekilde, 2.5 kn gibi bir ortalama hızla. Of! Ah Akdeniz!

La Herredura denilen bu yarımkoyda üç gün kaldık, doğu rüzgarı karşımıza dikildiği için. İlk iki gün çile çektik yalpadan. Alargada kalmak keyifli bir şeydir benim bildiğim; meğer azap da olabiliyormuş. Bizimle birlikte 4-5 tekne daha vardı demirli (yoklukta ne bulduysak onunla yetiniyoruz işte, hep birlikte). Katamaranlar rahat görünüyordu (katamaran Jaya'yı çok aradık) ama diğer tek gövdeliler bizden pek farklı durumda değildi. İkinci geceden sonra kaçmayı denediysek de başaramadık; dalga rüzgardan büyüktü, hiç yol alamayıp aynen geri döndük. Neyse ki o gece rüzgar da solugan da sıfırlandı da rahat bir uyku çekebildik. Mark buradaki son günümüzde salmayı indirdikten sonra dalıp, salmayla yuvası arasındaki boşluğa tahta parçaları sıkıştırdı iyice. Yalpayı bir ölçüde azaltıyor salma; artık salma hep indirilmiş halde kalacak ve draftımızı 1.10 değil, 2 m olarak kabul edeceğiz (tabi tahta parçaları yerlerinde kaldığı sürece).

Az bir batı rüzgarı olacağı umuduyla yarımkoy Herredura'dan akşam yemeğimizi yedikten sonra ilk esintiyi hisseder hissetmez demir alıp ayrıldık (19 Ekim 2022).  İlk başta iyi (yani 3 kn gibi bir hızla!) gittik ama çok geçmeden rüzgar azaldı, azaldı ve 2 kn bile yapamadan süründük de süründük. Gece saat 1 olduğunda artık esinti denecek birşey bile kalmamıştı. 6 saatte 7 mil! Şaka gibi. 3 mil ötede Motril limanı vardı ve liman girişinde demirlenebildiğini Navily'den öğrenmiştik. Motora kuvvet oraya varıp demirledik. Ertesi gün rüzgar sıfırdı. Liman içindeki marinaya bağlanmak, alışveriş vs gibi ihtiyaçlar için daha uygun olacaktı, çünkü şehir merkezi bu büyük ticari limanın çok uzağındaydı. Marina ücretinin uygun olduğunu biliyorduk. Aradığımızda 'yer var, gelin' dediler, biz de gittik bağlandık. 22 Euro ödedik; zaten bu kadar salaş ve tıkış tıkış bir yere daha fazlası verilmezdi. Ama yardım edip iyi davrandılar, şikayet etmemek lazım. Hem bedava bisiklet de sağladılar; alışveriş işi kolay oldu.

Motril'deki marinadan sabah ayrıldık (21 Ekim 2022). Hava tahmininde güzel bir batılı rüzgar görünüyordu kıyının biraz açığı boyunca. Motorla biraz açıldık. Deniz ayna gibi dümdüzdü ve biraz ötede su yüzeyinin kırışıklandığı görülüyordu. Çok geçmeden ilk esinti geldi; hemen motoru durdurup yelkenleri açtık. Sonra rüzgar arttı, keyfimiz yerine geldi. Artık 4 kn yapabiliyorduk. Bu kez gerçekten yakalamıştık rüzgarı. Daha da artınca saat 5'e kadar güzel yol aldık 5-6 kn gibi bir hızla, hatta iki camadan vurmak bile gerekmişti. Ama sonra azalma belirtileri göstermeye başladı rüzgar. Azaldı, azaldı ve biz yine 2 kn ile sürünmeye başladık. Güya bütün gece sürecekti. Geri gelir mi gelmez mi? Artık tahminlere de güvenimiz kalmamıştı. Atlantik'te alçak basınç sistemleri hüküm sürüyordu yine ve Akdeniz'e giren oynak batı rüzgarının kaynağı bu sistemlerdi. Almerimar'ı henüz geçmiş, Sabinar burnuna yaklaşmıştık bu noktada. 2 saat kadar çabaladıktan sonra rüzgar geri geldi, 2 bf ile. Önümüzde iki seçenek vardı: Ya devam edip Almeria Körfezi'ni doğu rotası ile geçmeye çalışacaktık ya da yakında demirleyecek bir yer bulup duracaktık. İlk seçenekte, körfezi yarıladığımızda rüzgar kalsa duracak bir yer de olmayacak, ortalıkta kalakalacaktık. Çırpın dur, kimbilir ne zamana kadar. İkinci seçeneği tercih ettik, sütten ağzımız yandı artık. Rotayı kuzeye çevirip burnu dönmeye başladık. 10 mil kadar ötede demirleyebileceğimiz bir yer vardı: Roquetas de Mar. Bazen yavaş bazen daha az yavaş şekilde oraya varıp demirlediğimizde gece 11 olmuştu. İyi ki durduk, dedik. Nitekim gecenin ilerleyen saatlerinde rüzgar iyice kaldı. İki camadanlı yelkenden emekleme hızına düşmek.. Neredeeen nereye..

Roquetas de Mar plajının önündeki demir yerinde ertesi gün de kaldık. Sıfır rüzgar, sıfır solugan, sıcak bir gündü. Ayrılmadık tekneden, güzelce dinlenebildik. Hastalığın etkileri de iyice azalmıştı. En azından iştahsızlık çekmiyorduk artık, hafif yorgunluk ve tembel tembel yatma isteği devam ediyordu ama. Mark şişme botu esaslı bir tamirden geçirdi bu sırada, Cebelitarık'ta aldığımız iyi bot yapıştırıcısını kullanarak. Günün sonunda bot hâlâ içindeki havayı tutmaktaydı. Umut verici bir işaret.
  • IP logged
« Son Düzenleme: 13 Kasım 2022, 10:57:12 Gönderen: Hasan Toparlak »

  • *
  • İleti: 76
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#70: 17 Kasım 2022, 12:08:44
Ertesi gün o oynak rüzgardan bir bölüm daha geleceği kehaneti ve Roquetas de Mar demir yerindeki az bir esintiyle, rüzgar olacağına hiç güvenmeyerek yine de demir alıp yerimizden çıktık (23 Ekim 2022). Rüzgar filan yoktu, deniz ayna gibiydi.



Motor seyri yapmak istemiyoruz hiç, 10 dakika sonra susturduk motoru. Balonu kurutalım bari dedik (son kullandığımızda ıslak şekilde kılıfına tıkıştırmıştık), hani olur da belki bir işe yarar mı acaba şeklindeki gizli bir umutla. Yaramadı ama kurumuş oldu. Az önce demirli olduğumuz plajın az açığında salınıyorduk, Almeria körfezinin doğudaki burnu 25 mil kadar doğuda.



Böyle, bir plajı bir uzaktaki burnu seyrede seyrede yerimizde sayarken esinti nihayet teşrif etti, güneybatıdan. Yelkenleri açıp 1 kn, 2 kn, 3 kn, allah ne verdiyse yol almaya başladık. Aslında bizde hedef hep büyük ama en azından Almeria körfezini geçsek bari diyorduk. Saat 5 gibi burna yaklaşmaya başladık. Cabo de Gata, kızkedi burnu. (Kedimi özledim, ah..) Bırak kızkediyi, kediye bile benzemiyor. Neden bu adı vermişler acaba?


(Cabo de Gata)


(Misi)

Sonra hızımız artmaya başladı, 4.5-5 kn oldu. Oysa rüzgar artmamıştı. Bu burnu biliyordum, akıntıyla başımız derde girmişti bir seferinde. Şimdi iyi güzel de, sonrası ne olacak diye hafif bir endişeyle burnu dönmeye başladık. Deniz bayağı karışıktı. Kolay mı, Alboran Denizi'ni ardımızda bırakıyoruz, Atlantik etkisi iyice kaybolacak çok geçmeden. Çok geçmeden mi? Burnu döndükten sonra kuzeyden güneye akıntı karşımıza dikildi ve 1-2 kn ile yine emeklemeye başladık, dirsekler ve dizler üstünde sürünmeye yani. Artık rotamız kuzeydoğuydu, bir hedefimiz (Mar Menor, buradan yaklaşık 90 mil, ama adını anmaktan çekiniyorduk), birkaç da plan B, plan C'miz (adlarını bile öğrenmeye yeltenmediğimiz yerler) vardı.



Hava karardı, artık 2.5-3 kn yapar olduk ve Cabo de Gata iyice geride kaldı. Rüzgar öyle zayıftı ki. Ama bütün gece inatla üflemeye devam etti. Sadece gece 4 sıralarında bir saatlik mola verdi. Sonra değişen ama hep kolayımıza yönlerden hafif şekilde devam etti. Güneş doğdu (artık geç doğuyor 😔), öğlen oldu, biz aynı 2,5-3 kn ile azimle devam ettik. Yolculuğumuz keşke sıkıcı olsa diye dilemiştim Atlantik'teyken, ama bunu kastetmemiştim. Bir şey dilerken de dikkatli olmak gerek herhalde 😏 Hava tahmininde rüzgar Cabo de Gata'dan Cabo Palos'a kadar düz çizgi üzerinde devam ediyordu ama o hat, bu iki burun civarındaki trafik ayrım bölgelerinin hattı üzerinde olduğu için, bu hattın birazcık içerisinde, o doğrultuda kalmaya çalıştık. Gece de gündüz de gemileri izledik, açığımızdan geçen. Neyse ki hatları üzerinde kaldılar, bir-ikisi hariç (onlar da bize çok yaklaşmadan geçip gittiler).

Öğleden sonra pupadan almaya başladığımız rüzgar daha da zayıflamış, biz de artık 2 kn'u geçemez olmuştuk. Mar Menor'un köşesi olan Cabo de Palos'a daha 35 mil vardı. En iyi ihtimalle 15 saat, öff, o da rüzgar devam ederse.. Oraya varamayacağımızı kabullenip, plan B'den daha ileri bir nokta olan Cartagena civarına yöneldik; burası 15 mil ötedeydi. Şebeke sinyali yoktu ve o bölgeyi pek çalışmamıştık ama aldığımız notlara göre demirleyebileceğimiz birkaç yer vardı. Biraz daha yaklaşıp internete kavuşunca Cartagena'nın büyük doğal limanı içindeki olası köşelerde demirlemeye izin verilmediğini öğrendik Navily'den, deniz polisi gelip kovuyordu. Biri biraz batıda, diğeri de epey bir doğuda olan iki demirleme yerinden (koy diyemiyorum) doğudakine gitmeye karar verdik, çünkü orası daha yakındı, 7 mil uzaktaydı. Artık güneş batmaya yaklaşmıştı. Rüzgar iyice azalıp 2 kn bile yapamaz hale geldiğimizde motoru çalıştırdık.

Akdeniz'de yol almaya başladığımızdan beri sırtı çekiyoruz (Atlantik'te izin vermiyordum, çünkü bunun orkaları cezbettiği söyleniyordu; belki saçmadır ama endişemi daha da büyütecekti). Mark misinayı toplamaya başladığı anda ilk balığımız yuttu iğneyi. İki kişi için mükemmel boyutta bir çizgili tunaydı. Çok matah birşey değil ama kaliteli besin sonuçta ve bizi sevindirdi. Balığı güverteye aldığımızda rüzgar geri geldi, hem de iskeleden; derhal yelken seyrine geçtik. Yine 2 kn yapıyorduk ama motorla gitmekten iyiydi. Üstelik dalga hiç kalmamıştı, kayar gibi gidiyorduk. Ve bu son seyir bacağının keyifli anları işte o zaman başladı. Önce Cartagena limanından tüm yelkenlerini açmış dört direkli bir gemi çıktı, süzüle süzüle güneye doğru gitmeye başladı. Onu seyrederken, dümdüz suda yakınlardan puf puf diye soluk alma sesleri duymaya başladık. Sonra bu seslerin sahipleri göründü. Önce yunus sandım, ama çok daha iriydiler. Önce bir, sonra 2-3, daha ötede 2-3 daha.. Pilot balinalar! 😍 Biri bize doğru geliyordu, bizi görmediğini düşündük; Mark salmaya çarpıp, sıkıştırdığı tahta parçalarını düşürecek diye endişelendi. Ama teknenin dibine geldiği anda bizi farkedip panikle geri çekildi, o damak şaklatmaya benzeyen tatlı seslerden çıkardı uzun uzun. Hâlâ teknenin dibindeydi. Diğerleri de ona (yani bize 😃) yaklaştılar. Teknenin altına dalıp sonik sesleriyle konuştular (yunusların sonik seslerinden çok daha güçlü ve müzikal, güverteden çok net duyabildik). Sonra bizden uzaklaşmaya başladılar: Beş taneydiler, biri yavru! Dört yetişkin birbirlerine adeta yapışık şekilde yüzerken, yavru da az önlerinden dala çıka gidiyordu. İleriden iki balina daha yaklaşmaya başladı bunlara. Sonra birlikte giderek uzaklaştılar. Tanrım, nasıl güzel yaratıklar bunlar! Aşkla doluyor insan.. O sırada bir Fransız tekne karşımızdan gelmekteydi, yarış-gezi tipi, muhteşem yelkenler, muhteşem bir tekne.. Biz 2 kn, o en az 5-6 kn yapıyordu. Oldukça yakınımızdan geçerken güvertede kaptanı gördük. El sallayıp hâlâ yakında olan balinaları işaret ettik; onun yolu az sonra kesişecekti bu güzel yaratıklarla, biraz da o hayran olsundu 🐳


(Bu foto netten yine; fotoğraf çekmek aklıma geldi ama telefon kabindeydi ve bu seyirliğin bir saniyesini bile kaçırmak istemedim.)

Balinaların çevrelerinde pilot balıkları da görmüştük; mavi-siyah enine çizgili, iki karış uzunlukta, ince uzun balıklar. Balinalar bizi terk ettikten sonra ikisi bizimle kaldı 😊 pruvamızda eşlik ettiler bize, büyük olasılıkla demirleyeceğimiz yere kadar; bilmiyoruz, çünkü hava iyice kararınca onları göremez olduk.

Demirleyeceğimiz yer, Tiñoso burnunun doğusundaki koydu. Bizim için büyük değişiklik, çünkü biz plaj önlerini, sığ suları tercih ederiz; oysa bu kıyı hattı hep yüksek tepeler, derin sular. Burnu dönünceye kadar yelkenle yol aldık, sonra tepenin saçağı altına girip de rüzgarı kaybedince motoru çalıştırdık, demir yerine yaklaşmaya başladık dikkatle. Hava tamamen kararmıştı. Tiñoso burnunun fenerinin çakan ışığı, koyun karanlığında dolaşıyordu, sanki havada sürüklenen dumanmış gibi.. Derinlik hâlâ 30 metreydi, oysa tepeler öyle yakın görünüyordu ki! 8 metre derinliğe ulaştığımızda hemen demir attık (dip kumdu, çok iyi tuttu). Kaç zamandır gece varıyoruz bilmediğimiz demir yerlerine; ama bu sanırım unutmayacağımız, biraz da adrenalinli bir deneyim oldu. Burna yaklaşırken Mark balığımızı temizlemiş, ben de dilimleyip, soğan, biber, domates ve zeytinyağıyla kapaklı borcam içinde fırına atmıştım. Demirledikten sonra afiyetle yedik, balığın etini ekmekmiş gibi suyunun içine banarak. Hiç de fena olmamıştı!


(Demirlediğimiz yer)

Sabah kalkıp güverteye çıktığımızda, saydam suyu ve çeşit çeşit balıklarıyla akvaryum gibi bir yere demirlemiş olduğumuzu gördük. Az bir soluganla rahat denilebilecek bir gece geçirmiştik. Ama o gün öğleden sonra biraz arttı solugan, ikinci gecemiz o kadar rahat değildi. Bir de bugün Mark kekamozlarımızı ve yosunlarımızı temizledi güzelce, güneşli, sıcak havayı ve berrak suyu bulunca. Ertesi gün öğleden sonra az bir doğu rüzgarı çıkıp bizi iyice yalpaya düşürdüğü için buradan ayrılmayı denedik. Ama koydan çıkar çıkmaz rüzgar kaldı. İki saat kadar çabaladıktan sonra pes edip, yine aynı tepeler altında 3 mil kadar doğudaki, bu yöne biraz daha korunaklı olan başka bir koya demir attık: El Portús. Hem burada küçük bir yazlık yerleşim de bulunduğu için şebeke sinyali daha iyiydi, sorunsuz internete kavuştuk. Gecemiz de rahat geçti, neredeyse yalpasız.


Sonraki gün için 4 bf kuzeydoğu-doğu rüzgarı gösteriyordu hava tahmini. Çıkıp zikzaklar yapa yapa başka bir yere, en azından 15 mil doğudaki yarımkoy Portmán'a varabiliriz diye düşündük. Güneş doğduktan sonra demir alıp, tepelerden inen kuzey rüzgarıyla yelken altında koydan çıktık (27 Ekim 2022). Arada bir inen cıvarnalarla, az dalgalı sularda iyi bir hız yakalayıp sadece Cartagena'nın geniş liman ağzını geçmekle kalmayıp, küçük hedef Portmán'ı da geride bıraktık 3 saat içinde. Rüzgara kavuşmanın farkı işte. Karinanın temiz olmasının payı da az değil tabi ki. İspanyol anakarasında son durağımız yapmaya niyetli olduğumuz Mar Menor lagününün burnu olan Cabo de Palos'a az kalmıştı artık. Bu noktadan itibaren rüzgar tam doğulu oldu. Üç tramolayla burnu döndük ve bu açıyla, başka tramolaya gerek kalmadan, 5 mil sonra Mar Menor'un giriş kanalına ulaştık. Kanal üstünde bir köprü var, her iki saatte bir açılan. 20 dakika kadar öncesinde kanal girişine yaklaşmaya başladık. Hızımızı azaltmak için cenovayı iyice küçülttük, sonra tam kapattık. Kalan 10 dakikayı da kanala girmeden önce ana yelken altında daireler çizerek geçirdik. Köprünün açılma vakti (18:00) geldiğinde motoru çalıştırıp dar kanala girdik. Köprü ortasından ayrılıp yukarıya doğru açılmaya başladığında biz de altından geçip, lagünün durgun sularına girdik. Cebelitarık'tan beri hedefimiz olan Mar Menor'a nihayet varmıştık işte (3 günlük mesafeyi katetmek 13 gün sürmüş olsa da).




(Mar Menor girişindeki köprü)


(Köprüden sonra kanal)


(Merhaba Mar Menor!)

Girişin yakınında bir yere demirleyip bugünün seyrini ve de Biscay'ı geçtiğimizden beri yapmakta olduğumuz kıyı seyrini sonlandırdık. (Bundan sonrası adadan adaya hoplamaca artık, rüzgar izin verdiği sürece.) Son demirlediğimiz yerden düz çizgi halinde 32 mil olan mesafeyi biz 40 mil yaparak katetmiştik. Demek ki şartlar uygun olduğunda Akdeniz'de de orsa gidebiliyormuşuz. Üstelik tekne çok seviyor orsayı! Günün bir diğer ödülü de, iğnemizi  yutan balıklar oldu. Her tramolada ikişer ikişer tam 8 iri tuna tipi balık yakaladı Mark. Tuttukça bir daha saldı misinayı arkadan. 'Yeter artık, nerede saklayacağız bu kadar balığı' diye itirazıma hiç aldırmadı bile. Sonunda balıkları güverteye alamayıp sahteleri de kaptırdı da öyle durabildi 🤭 Şimdi ikisini yesek, üçünü pişirip zeytinyağına bassak, kalanını tuza gömsek şeklinde hesaplarla hemen işe giriştik demir atar atmaz. Uygun rüzgar gelinceye kadar dinlenecek epey bir zamanımız olacak nasılsa!

  • IP logged
« Son Düzenleme: 20 Kasım 2022, 20:15:17 Gönderen: Hasan Toparlak »

  • *
  • İleti: 1240
  • Selamlar
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#71: 17 Kasım 2022, 13:56:18
Çok güzel anlatım. Selametle


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
  • IP logged

  • *
  • İleti: 76
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#72: 22 Kasım 2022, 20:15:45
"Küçük Deniz" Mar Menor, kuzeyden güneye uzunluğu 10 mil, batıdan doğuya en geniş yeri 7 mil olan büyük bir lagün. Deniz ile arasında, eni belki 1 km olan ince uzun bir kara şeridi uzanıyor; adı La Manga, "kol" demek, gömlek kolu gibi. Beş kanaldan denizle bağlanıyor ve yelkenliler bu kanalların birini kullanabiliyor; kanal üstündeki köprü 2 saatte bir açılıp 15 dakika boyunca geçiş sağlıyor. Burası en derin noktası 7 metreden az olan sığ bir lagün. İçinde adalar da var.



Ama maalesef, gördüğümüz kadarıyla İspanya'nın Akdeniz kıyılarının çoğunu kaplamış olan hunharca betonlaşma buranın da hem görünümünü hem doğasının sağlığını kötüleştirmiş. La Manga kimi kule, kimi apartman, kimi de yazlık tipi binalarla kaplı. Kara tarafında da durum farklı değil. '60'lı yıllarda başlamış bu betonlaştırma; Franco rejiminin eseri.. Buraya ilk gelişimiz değil; ilkinde 'yuh artık, bu kadar da olmaz ki' demiştik.


(La Manga'nın havadan fotoğrafını netten ödünç aldım.)

Yine de, buraya gelmek Cebelitarık'tan beri hedefimizdi, çünkü demir yeri fakiri olan bu kıyılarda öyle iyi bir sığınak ki! Rüzgar hangi yönden eserse essin, uygun bir köşe bulunup demirlenebilir. Ayrıca kıyılarındaki büyüklü küçüklü yerleşimleri ve 6-7 kadar yelken kulübü ve marinasıyla her türlü ihtiyacın giderilebileceği ideal bir kışlama yeri. Ama yazın kalınacak yer değil; hem çok sıcak oluyor, hem de aslında doğanın bir sanat eseri olan bu güzel lagün, denizanalarının (tırnak büyüklüğündekilerden yarım metreliklere kadar, çeşit çeşitler ve çok yoğun bir nüfusları var) daimi ikametgahına dönüşmüş sonunda; yüzmek mümkün değil. Bu mevsimde bu bir sorun değil pek tabi ki.


('Ölmüş Deniz', bir tren istasyonundan grafiti)

Burada 9 gün geçirdik, işimize yarayacak bir rüzgar gelmesini bekleyerek. Her gün, hiç motor çalıştırmadan, rüzgara, ihtiyacımıza ve kafamıza göre, başka bir köşeye gidip orada demirledik. Bir de Mark'ın Mar Menor'a gelirken yakaladıkça kendinden geçip bir daha yakaladığı balıkları tüketmeye çalıştık ilk dört gün. (Meğer çeşitli boylarda palamut yakalamışız hep, çizgili tuna, uskumru filan değil. Gözüme hiç palamut gibi görünmemişlerdi. Gerçi hepsi aynı familyadanmış. İnternet görsellerinden çalışınca jeton düştü 🤭) Buzdolabımız yok (tekneyi aldığımızda içinde iyi marka bir buzdolabı vardı ama onu çalıştırmaya yetecek kadar akü olmadığı için satıp yerine şişme bot almıştık motoruyla birlikte); yiyecek saklamak için başka yöntemler kullanıyoruz ya da çabuk bozulan yiyecekleri az alıp hemen bitiriyoruz. Dördüncü günün akşam yemeğinden kalan son bir kâse balık çorbası hariç, tüketmeyi başardık; onu da Mar Menor'un balıklarına bağışladık (iki büyük balığı da dilimleyip tuza gömmüştük ilk gün). Neyse.. Sonunda hava tahminlerinde bir pencere açıldı bizim için. Rüzgar geceden itibaren belirmeye başlayacağı ve ertesi sabahı beklersek denize çıkışımız geç olacağı için (çünkü köprünün ilk açılma saati, kış tarifesinde 10), akşam 6'da (5 Kasım 2022), güneş battıktan az sonra kanaldan çıktık (köprünün altından, kıyıda bir grubun tezahürat, alkış ve el sallamalarıyla geçtik; İspanyol anakarasından bu şekilde uğurlanmış olduk 😊).


(Yine de severiz 'Küçük Deniz'i.)

Açık denize çıktığımızda 'iyi ki çıktık' dedik, çünkü sancak tarafından aldığımız hafif bir rüzgar vardı ve 3 kn ile sakin sakin yol almaya başladık, Balear adalarından Formentera'ya doğru; 60°'lik rotada 120 küsur mil mesafede. Gece boyunca (1. gece) dalgasız denizde aynı şekilde sakin sakin yol alarak, trafik ayrım bölgelerinin hattı üzerinde gemilerin yoğun olduğu bölgeden kolayca geçtik, hiçbir stresli yakınlaşma olmadan. Sabah 10 gibi geçtiğimiz gemi, gördüğümüz son gemi oldu. Sonra rüzgar pupadan gelmeye ve artmaya başladı. Rüzgar ve dalgalar büyüdükçe biz de yelkenleri küçülterek (sonunda iki camadanlı ana yelken ve küçücük cenova setine ulaştık) ve bazen daha çok, bazen de daha az yalpalayarak güzel yol aldık gün boyunca.  Öğleden sonra Mark epey iri bir palamut yakaladı yine. Gün batımında yedik, yalpadan dolayı biraz döke saça ('bir daha bu çizgili balıktan yakalarsam denize salacağım' diyor artık 🤭). Gece çöktüğünde (ama kocaman bir ay vardı, gün batımından gün doğumuna kadar gecemizi aydınlatan 🌝) rüzgar azaldı, biz yine olağan 3 kn hızımıza döndük. Ama dalgalar yatışmadı, epey salladı bizi. Deniz bomboştu, ne bir gemi, ne bir tekne.. Gecenin ilerleyen saatlerinde İbiza'nın gökyüzüne vurmuş aydınlığı giderek belirginleşti, kalkıp inen uçakların ışıkları acaba gemi mi, yelkenli mi yanılgısı yaşattı. Artık pruvamızda seyredecek birşeyler vardı.

İbiza ile Formentera arasındaki geçide yaklaşırken iki cruise gemisi bir saat kadar arayla bu kanaldan geçip İbiza limanına yöneldiler (demek ki draftları 10 metreden epey azmış). AIS'de adaların doğu tarafında iki de yük gemisi görünüyordu limana giden. İbiza hareketli bir yer nitekim; gündüz ve gece boyunca görmediğimiz trafiği burada birkaç saat içinde gördük. Biz kanalı kuzey kardinalinin güneyindeki sığ geçitten geçtik, tanyeri ağarmadan bir saat kadar önce. Rüzgar aynı hafif rüzgardı ama deniz artık dümdüz olmuştu. Formentera'nın doğu kıyısında demirleyip biraz uyuruz diye düşünmüştük buraya yaklaşırken ama demirleyebileceğimiz uygun bir yere ulaşmak için 5 mil daha gitmek gerekiyordu tramolalarla. Şebeke sinyalini yakalayınca hemen yeni hava tahminine baktık. Güneydoğudan 3 bf'luk tatlı rüzgarın hâlâ devam edeceği görünüyordu. Formentera'da durursak hem demirleyeceğimiz yer solugan alacaktı hem de bu rüzgarı kaçırmış olacaktık. Sabah da olmak üzereydi. 80 mil kadar mesafedeki Mayorka'ya devam etmeye karar verdik. Rüzgar şimdilik diniyordu yavaştan ama geri gelecekti, inanıyorduk. Zaten dümdüz deniz, korunaklı bir koy kadar rahattı. Mark'ı uykuya yolladım, gün doğumunun muhteşem renkleriyle başbaşa kaldım, sakin, durgun.. (2. gece de böyle bitti.)




(Yeni doğan güneş İbiza'yı aydınlatmaya başlıyor.)

Güneş doğduktan bir saat sonra rüzgar ilk esintilerini yollamaya başladı. Poseidon'a övgüler düzmeyi denedik bu kez, şikayet etmek yerine: 'Poseidon, sen çok yakışıklısın, bize güzel rüzgar gönderirsen bütün denizkızları sevgilin olmak için kuyruğa girecek.' İşe yaradı herhalde, çünkü rüzgar dinmeyip esmeye devam etti ve üstüne bir de, adalardan az açıldığımızda Mark denizde hazine buldu! İyi bir marka gibi görünen, tupturuncu bir kayak! İçinde bir miktar kum ve iki de kocaman mahi mahi balığı vardı, ölü ve kokuşmuş. Kayak temizdi, çiziksiz, kekamozsuz; belli ki fazla uzun olmamış buralara düşeli. 'Ne olmuş da böyle olmuş acaba' sorusuna çeşitli senaryolar ürettik ama hepsinin bir açığını yakaladık. 3-4 gün önce şiddetli mistral esmişti bu bölgede, muhtemelen onun marifetiydi; nerelerden önüne katıp sürüklediyse artık.. Mar Menor'dan çıktığımız gün Mark'ın doğum günüydü; Poseidon'un iki gün gecikmeli doğum günü hediyesiydi belki de 🛶


(Teknenin baş tarafta yerini almış yeni üyesi. Portekiz Culatra'daki istifçi amcaya benzememize az kaldı. Not: Foto iki gün sonrasından.)

Sancaktan aldığımız tatlı rüzgarla hafif dalgalı denizde rahat bir seyrin keyfini sürdük tüm gün. Güneş sıcacık ısıtıyor, mavi gökyüzünde bembeyaz ufak kümülüsler birbirini izliyordu. 'Akdeniz'in ticaret rüzgarını yakaladık herhalde' dedi Mark. Yüzümüz gülüyordu. Mayorka'nın güney kıyısına doğru 70° rotada pek hızlı olmasak da istikrarlı bir şekilde yol alıyorduk. Bir ara peşimizden sürüklediğimiz misinayı yokladığında ağırlaştığını gördü Mark, fazlasıyla ağır. Dikkatle çekmeye başladı, yok, çok çok ağırdı. Misina bu ağırlık için fazla inceydi ve nitekim koptu gitti. Aynı gün içinde hem kayak hem orkinos (muhtemelen) yakalamak zaten istatistiksel olarak pek mümkün değildi. Üzülmedik.

Gece olduğunda da aynı rüzgar biraz daha hız kazanmış şekilde devam ediyordu (3. gece). Adanın güneybatı köşesinde bir süper demir yeri bulmuştum, batı hariç her yöne kapalı, çevresinde yerleşim olan, tam bize uygun sığlıkta bir koy. Oraya 20 milden az kalmıştı artık ama rotayı kuzeye çevirmek gerekiyordu. 'Oraya mı gitsek, çok geçmeden varmış oluruz, dinleniriz' dedim, 'boşver, pupa seyirle kim uğraşır şimdi, böyle güzel, güneydoğu köşesine devam edelim, orada bir yerde dururuz' dedi Mark: Bu rotada devam edince doğru yönde ilerlemiş olacaktık. Eh, iyi madem.. Güneydoğu köşesine 30 milden biraz daha fazla vardı. Aradaki fark mesafe bakımından pek önemli değildi; asıl fark, demirleyecek yer bakımındandı: Bu yönden rüzgarda nerede alargada kalabilirdik güney kıyısında, yalpaya düşmeden?

Gecenin ilerleyen saatlerinde Mayorka'nın güneydoğusu açıklarındaki Cabrera adalarına yaklaşırken rüzgar pupadan gelmeye ve düşmeye başladı. Sonra azaldı da azaldı. Bütün gece adaları geçmekle uğraştık, çoğu zaman çırpınıp duran yelkenlerle. Güneş doğduğunda rüzgar biraz arttı ve böylelikle Mayorka'nın güneydoğu köşesine ulaştık.


(Güneşin ilk ışıklarında Cabrera adaları)

Adanın bu köşesinde, pek korunaklı olmayan minik girintiler haricinde demirleyecek bir koy yok. Büyükçe ve korunaklı koyları da paralı (ve pahalı) tonozlarla doldurmuşlar. Önceki seyirlerimizde bu kıyılardan geçerken paralı tonoz bulunmayan bir yer bulana kadar epey bir gitmiştik ve demirlediğimiz yer katamaranı bile yalpaya düşürmüştü. Planımız adanın kuzey kıyısındaki geniş koya gitmekti. Ama, adı üstünde, Mayorka büyük ada ve oraya daha 40 mil vardı; hızımız ise 3 kn civarıydı, oraya varmak 10 saatten fazla sürecekti. Rotayı adanın doğu kıyısı boyunca yükselmek üzere kuzeye çevirdik, bir deneyelim, bakalım hızımız nasıl olacak diye, çünkü artık pupa seyir yapmak gerekiyordu bu yön için. Beklediğimiz gibi hızımız düştü. Bir saat kadar uğraştıktan sonra kıyıdaki bir yerleşimden şebeke sinyalini daha güçlü almaya başlayınca hava tahminine baktık. Aynı tatlı güney rüzgarı biraz daha artarak 36 saat kadar devam edecekti, Mayorka ile Sardunya arasındaki Sardunya Denizi'nde. Daha Mar Menor'dayken 'hiç duraksız Sardunya'ya varabilir miyiz' sorusu ikide bir gündemimize düşüyordu, çünkü iyice kara kışa kalmadan en azından Ege'ye varabilmek istiyorduk. Sadece demirlemek amacıyla Mayorka'nın kuzey kıyısına kadar yanlış yönde 40 mil gitmek yerine, rotayı 90° yapıp Sardunya'ya çevirsek? Mesafe 240 mildi; hava tahmininde Sardunya Denizi'nin en ortadaki üçte birlik bölgesi, ilk 36 saatten sonra rüzgarsız görünüyordu 6-12 saat boyunca; son üçte birlik bölge ise izleyen günde önce biraz kuzey-kuzeydoğu rüzgarı alıyor, sonraki günlerde tüm Sardunya Denizi 4 bf ile başlayıp sonra yer yer 6 bf'a ulaşan doğu rüzgarının etkisine giriyordu. 'Bence rüzgarsız görünen bölgede az da olsa biraz rüzgar buluruz herhangi bir yönden' dedi Mark. Sardunya'ya yakın bölgedeki doğu rüzgarını gösterip, 'Sence bu rüzgara karşı gidebilir miyiz?' diye sordum. 'Sadece 4 bf, Mar Menor'a ne güzel gittik üç tramolayla. İki büyük tramolayla varabiliriz' dedi. Denizde üç gece geçirip hazır alışmışken, iki gece üç gün daha geçirebiliriz, diye düşündüm. Tatlı apaz seyrin rahatlığının cazibesine kapılıp, Sardunya'ya varabilecek olma ihtimaliyle heyecanlanıp, hadi bakalım o zaman diyerek rotayı 90°ye çevirdik, yelkenleri ayarladık. 'Üçüncü gün kuzeydoğu ya da doğu rüzgarı olacak, baktığın tahmin modeline göre değişiyor. Göreceğiz. Hoşçakal İspanya!' diye yazdım seyir defterine.
  • IP logged
« Son Düzenleme: 23 Kasım 2022, 15:05:51 Gönderen: Hasan Toparlak »

Aurantes ile eve dönüş yolunda
#73: 25 Kasım 2022, 00:02:16
Elinize sağlık. Çok güzel anlatıyorsunuz.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 76
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#74: 28 Kasım 2022, 00:34:06
Mayorka'nın güneydoğu kıyılarına vardığımızda durmayıp rotamızı Sardunya adasının güneybatı köşesine çevirdikten sonra (8 Kasım 2022) sancak tarafından gelen güzel güneyli rüzgarla, az dalgalı denizde 4 kn üzeri hızla rahat bir apaz seyrine başladık. Bu rotaya girmeye karar verene kadar vakit öğlen olmuştu bile. Tatlı sıcak, az bulutlu, gökyüzü biraz puslu gibi olsa da görüşün çok iyi olduğu bir gündü. Sırayla uyuyup güzelce dinlenebildik de; teknenin devinimi monoton, rüzgar sabitti ve otopilot da zorlanmadan tıkır tıkır çalışıp rotadan şaşmıyordu. Her işimizi kolaylıkla yapabiliyorduk. Ah keşke rüzgar hep böyle sürse..

Gece oldu (4. gece). Dolunaylı gecelerdi. Ay daha güneş batmadan çıkıyor, bütün geceyi kocaman bir projektörmüş gibi aydınlatıyordu. Öyle ki, seyir defterine ay ışığında yazabildim! Rüzgar ılıktı, nem de yoktu. Trafik de neredeyse hiç yoktu; sadece bir noktada iki gemiyle birden karşılaştık, biri yük, diğeri yolcu gemisiydi. Hızımız şimdi 3,5 kn civarındaydı ama hiç durmadan yol alabildiğimiz için sorun yoktu. Buraya kadar her şey yolunda 😊 Güneş doğduktan sonra rüzgar yine hız kazandı, en az 4 kn hızımıza yeniden kavuştuk. Öğle vakti geldiğinde 90 mili ardımızda bırakmıştık bile. 24 saatte 90 mil, hiç fena değildi bizim için. Hava tahmini doğru çıkmıştı şimdiye dek. Enerjimiz de yerindeydi. Ve yine: Buraya kadar her şey yolunda. Öğleden sonra bir yolcumuz olduğunu fark ettik; kahverengi tüyden minik bir top gibi görünen bir kuş! Arada bir tekneden ayrılıyor, sonra geri geliyor, bir yere tünüyordu. Bir de bazen pruvamızda, bazen kıç tarafında yorulmaksızın bizimle birlikte yol alan bir pilot balığı vardı. 'Eski denizciler gemilerinin pruvasında pilot balığı görünce, güvenli bir limana yönlendirildiklerine inanırlarmış' dedim. 'Lütfen öyle olsun!' dedi Mark. Umutlandık.

https://photos.app.goo.gl/HCNSkobbthgsE9jX8

Gün boyu güzel güzel yol aldıktan sonra, gecenin gelmesiyle birlikte rüzgar düşmeye başladı. Hava tahmininde öngörülen rüzgarsız bölge de gerçekleşiyordu işte. Pupadan az bir esinti vardı. Ayıbacağı, tek ana yelken, tek cenova denedik sırayla; tam açık cenovayı sonuna kadar uzatılmış balon bumbasıyla kullanmak en işe yarar çözüm oldu. Ancak 2 kn yapabiliyor olsak da soluganı yenebiliyorduk. Sonra güney yönünde bir gemi ışığı belirdi. Yolu önümüzden geçecek gibiydi. Yaklaştı yaklaştı ve tam yolumuzun üstünde durup hareket etmez oldu. AIS'i açıp baktık; kuzeybatı yönünde 0.3 kn ile yol aldığı ve 'ship not under command' ('gemi kumanda edilmiyor') açıklaması gösteriliyordu. Gemi hep o noktada kaldı, demirlemiş gibi. Onu geçebilmek için rotayı biraz değiştirdik. 2 mil kadar açığından geçip nihayet pupamızda bırakmak, bu yavaşlığımızla saatler sürdü. Bu noktada yine üç gemiyle aynı anda karşılaştık. Biri oldukça yakınımızdan geçti. Rastlantısal ilginçlikler! Bu çok yavaş seyir hali devam etmedi ama. Gece 4 gibi rüzgar tamamen kaldı; cenovayı kapattık ve çaresizce yalpaya teslim olduk. Kimbilir kaç saat sürecekti bu durum.. Uykuydu, dinlenmeydi yalan oldu. Hava tahmini yine doğru çıkmıştı, maalesef. Ama bir güzel şey vardı ki, minik yuvarlak kuş serpinti körüğünün altında duran küçük minderin üstüne tünemiş, kafasını kanadının altına saklamış, uyuyordu. Dokunup okşama isteğimi bastırmak kolay olmadı. 'Herkesin uykuya ihtiyacı var' dedi Mark, uykusuzluğun değiştirdiği yüzünde bir özlem ifadesiyle. Denizde 5. gece böyle sona erdi.


(Uyuyan miniş)

Sabah 10 gibi kuzey-kuzeydoğu yönünden rüzgar belirmeye başladı. Durgunluk tahmin ettiğimizden daha erken sona ermişti. Hemen yelkenleri açıp yol almaya başladık. Biz hareket etmeye başlar başlamaz bir yunus grubu belirdi yanıbaşımızda. Denizde henüz hiç dalga yoktu. Cam gibi berrak suyun metrelerce altından bile net görünüyorlardı. Baş taraftan eğilip seyrettik uzun uzun. Sanki onlar da seyredilip hayran olunduklarının farkındaymış gibiydiler. Yan yan yüzdüklerinde bize baktıklarını görebiliyorduk. Gece yalpasının tüm yorgunluğunu ve moral bozukluğunu alıp götürdüler. Bu beş yunus neredeyse üç saat bizimle kaldı. Bazen az uzağa gidiyorlar, sonra yine pruvamıza dönüyorlardı. 'Birşeyler mi anlatmaya çalışıyorlar, gitmeyin oraya mı demek istiyorlar?' dedi Mark, kehanette bulunurcasına. 'Niye, ne var ki orada?' dedim. Bir huzursuzluk çöktü ortama.

https://photos.app.goo.gl/Yvs6Xt5jd3RaEnmU8

Öğlen olduğunda rüzgarın yönü daha bir doğulu oldu. Artık dar apaz değil, orsa seyirdeydik. Sancak tarafına iyice yatmış halde 3-4 kn hızla ancak 115° yönünde gidebiliyorduk, 90° yerine. Doğulu rüzgara rağmen kuzeybatıdan gelen bir solugan vardı. Doğu-kuzeydoğu yönünden bir şişman gri bulut silsilesi gelmeye başlamıştı bir de; bulutların her biri üstümüzden geçerken rüzgar artıyor, aralarda sakinliyordu. Pek rahat bir seyir değildi ama bu rotada devam edebildiğimiz sürece katlanılabilirdi. Sardunya'nın hedeflediğimiz noktasına düz istikamette 120 mil kalmıştı. Şimdi gidebildiğimiz rotada devam edebilirsek rüzgar iyice doğuladığında kuzeydoğu yönünde gidip, en olmadı Sardunya'nın daha kuzeydeki bir yerine varabiliriz diye umuyorduk. Ama öyle olmadı. Akşama kadar iskele kontrada ilerlemeye devam ettik ama kesinlikle doğru yönde değil. Rüzgar iyice doğulayıp giderek arttıkça, gidebildiğimiz yön daha bir güneye kaymaya başladı. Üstelik dalgalar da büyüyordu ve kuzeybatıdan gelen solugan dinmiş değildi. Sık sık serpinti alıyorduk. Hava karardığında durum iyice ağırlaştı. Dalga tepeleri artık havuzluğa uğramaya başlamıştı. Su geçirmez kıyafetler ne zamandır üstümüzdeydi zaten ama ıslak eller, ıslak yüzlerle, kaç gecenin yorgunluğu üstüne sıkı orsa yol almaya çalışmak bezdirici bir şeydi. Sancak tarafına yatmışken yemek yapmak imkansız; mutfak o tarafta ve yokuş aşağı hiçbir şey yapamıyorum (diğer kontrada en azından sırtımı merdivene yaslayıp birşeyler yapmak zor da olsa mümkün). Dolayısıyla doğru düzgün yemek yerine sandviç, bisküvi gibi şeylerle idare etmek gerekiyordu. Çayı kahveyi ise unut gitsin.

Saat 8 gibi iyice karanlık çöktüğünde hedefe düz istikamette 100 mil kalmıştı, asla başaramayacağımız bir hedef.. Üstelik gemilerin eksik olmadığı hatta iyice yaklaşmıştık. Dalgalar yüzünden görüş de kötüleşmişti. AIS'de bir gemi gördük, iskele tarafımızdan geçecekti, batıdan doğuya. Bu hiç iyi bir işaret değildi; gemi trafiği hattının basbayağı içine düşmüş olduğumuzu gösteriyordu. Geminin geçmesini bekleyip sancak kontraya geçmeye karar verdik. Kaderin cilvesi işte, gemi bir Türk gemisiydi, TCG Güllük, Güllük'e  gidiyordu. Gitmek istediğimiz asıl yön.. Geçişini seyrettik imrenerek. Sonra diğer kontraya geçtik, kuzeydoğu gidebiliriz umuduyla. Ama hayır.. Bildiğin 0 dereceydi yapabildiğimizin en iyisi. Kuzeybatıdan gelen solugan vardı bir de, işi iyice zorlaştıran, hatta tehlikeli hale getiren. Rüzgar artık en az 5 bf estiğinden ana yelken iki camadanlıydı. Küçücük yelkenlerle dalgalara karşı ilerleyemiyorduk. (Akdeniz'de orsa gidebilir miyiz diye merak ediyorduk önceden, öğrenmiş olduk. Sınırımız 4 bf'muş.) Böyle kuzeye gitmeye çalışsak nereye varabilirdik ki, Fransa'ya mı, Sardunya Denizi'nin yarısını henüz geçmişken? Sardunya olmayacağı kesindi. 40-50 mil kalmış olsa belki deli kuvveti gelir, üstüne giderdik rüzgarın ve dalgaların. İlk ben dile getirdim, pupa gidelim, böyle olmaz, diye isyanla. Kendi söylediğimi işitmek bile ağır geldi, bu kadar yol geldikten sonra. Çok geçmeden Mark da söyledi benzer bir şey. 'Oh haayıır.. Dönüyor muyuz o zaman?' Gidemiyoruz, o halde dönüyoruz s.çtığımın Mayorkasına. Yenildik. Başaramadık. Zaten yarış, karşılaşma gibi birşey değil bu. Tehlikeli olmaya başlamıştı durum. O anda tek bir isteğim vardı: güvende olmak. Sonraki ise, sağ salim bir yerde durabilmek, neresi olursa olsun. Döndük. Çevirdik rotayı 270°'ye. Bir anda her şey sakinlemiş gibi oldu, sanki durmuşuz gibi. Yüzümüz asık, moral sıfır, ayarladık yelkenleri. 'Biz bu dönme işini çok iyi beceriyoruz' dedi Mark, her zamanki alaycılığıyla, yolculuğun ta en başından, Biskay sonrası bocalamamızdan dem vurarak. 'Komik değil. Hem de hiç değil' diye söylendim. İki yönden gelip çarpışan büyük dalgalar otopilotun işini zorlaştırıyor, üç camadanlı ana yelken bile fazla geliyordu. Sonunda balon bumbasıyla destekli küçük bir cenovayla, doğudan gelen dalgalara bıraktık rotayı; 285° olmalıymış, dalgalar öyle karar verdi.

Denizde 6. geceye batı ufkunu ikide bir aydınlatıp duran şimşekler eşlik etti. Hava tahmininde görmüştük, Sardunya Denizi'nde birtakım yerlerde böyle şeyler olacaktı. Hiç onlara yakalanmadık diye sevinmiştik ama şimdi onlara doğru gidiyorduk. Yakalanmasak bari.. Tüm bunların üstüne hiç çekilmezdi şimdi. Gece aydınlıktı, ay bulutların arasından yer yer kendini gösteriyordu. Yalpayla ilerliyorduk ama dönmeden önceki şartlara tercih edilir bir durumdu. Bir ara uzanıp dinlendim. Nöbet sırası bana geldiğinde, gittiğimiz yönün batı olduğuna alışabilmem zor oldu. 'Bak şimdi batıya gidiyoruz, sancak kuzey, iskele güney' diye telkin edip durdum kendimi. Neyse ki herhangi bir gemi de görmeden sabahı ettik sonunda.

Gündüz vakti güneşliydi. O iri bulutlar hızla batıya yol alıyordu peş peşe ama gri değil, beyazdılar en azından. Şimşekli yıldırımlı cephelere yakalanmamıştık neyse ki. Rüzgar en az 5 bf, dalgalar büyük, bazıları azmandı. Küçücük yelkenle sallan yuvarlan, rüzgardan çok dalga gücüyle 4-5 kn yaparak öğleden sonrayı bulduğumuzda, Mayorka'nın kuzey burnuna 75 mil kalmıştı. Bende ne yeme isteği ne de mecal kaldığından akşam yemeğini Mark yaptı. Kare eriştelerden. Kahverengi tüy topağı minik yolcumuzu gördüm yine bir ara. Çevremizde uçup, geldi bir yere kondu geri. Önceki gün o hengamede aklımdan tamamen çıkmıştı. Görünce sevindim, bir yandan da acıdım. Talihsiz kuşcağız, ne kadar yanlış bir tekneye denk gelmiş..

Gece çöküp de saatler ilerlediğinde, pruvamızda Minorka adasının göğe vurmuş aydınlığı iyice belirginleşmeye başladı. Gittiğimiz yön Mayorka ile Minorka arasındaki kanala doğruydu dosdoğru ve 40 mil kadar bir mesafe kalmıştı buraya. Şimdi karar verip yönümüzü değiştirmeliydik ve dalgaların önüne katılıp sürüklenmek yerine ana yelkeni de açıp seyir haline geçmeliydik. Büyük ihtimalle ıslanacak ve dümen tutmak zorunda kalacaktık ama mecburduk; yoksa bu yönde devam etsek iki adanın arasından geçip gidip mazallah Barselona'ya filan toslayacaktık! Minorka Mayorka'dan daha yakındı ve doğu kıyısında korunaklı birtakım yerler vardı. Hem de dalgalara tamamen karşı gelmemiş olacaktık. Mark iyi bir planlamayla gereken ayarlamaları yapıp, bir de azman dalgaların olmadığı bir anı kollayıp başarıyla yükseltti ana yelkeni, iki camadanlı şekilde, rüzgara dönmek zorunda kalmadan. Rotayı 340° yapıp, cenovayı da iskeleye alıp, geniş apaz Minorka'nın Mahon burnuna yönelttik pruvayı. Mesafe 30 mildi.


(Mayorka ve Minorka adaları)

Seyir çok da zor olmadı. Zaman zaman serpinti yiyorduk ama otopilot gayet güzel başa çıkabiliyordu yeni rotayla, tekne sık sık kuzeye kaçmak istese de. En önemlisi, iyi bir hızla istediğimiz yönde ilerleyebilmekteydik. Mayorka ile Minorka arasındaki kanal pupa iskelede kalmaya başladığında TCG Güllük'ten sonraki ilk gemiyle karşılaştık, kanaldan çıkmakta olan. Rahat rahat arkamızdan geçiyordu rotası. Minorka'nın başkenti olan Mahon'un burnuna çok az kalmıştı artık; önce bu süper korunaklı doğal limana girmek istedik ama işlek bir yerdi burası, demirleyebileceğimiz bir yer var mı, bilmiyorduk. Şebeke sinyaline burnu geçerken kavuştuk. Evet içeride güzel bir yer vardı ama zor göründü bu karışık limana girmek. Adanın kuzeydoğu kıyısına giderek yaklaşarak ilerliyorduk artık. 10 mil kadar ötedeki başka bir demirleme yerini, biraz dar bir yer olduğu ve solugan alma ihtimali olduğu için pas geçtik. Gece gece zor olacaktı; cesurca girişmek için hem çok çok yorgunduk hem de süngümüz iyiden iyiye düşmüştü, deyim yerindeyse.. Denizin iktidarına boyun eğmiştik iyice, fazlasıyla dikkatli, biraz da ürkektik. Hayatta böyle dersler gerekiyor arada bir, yapabileceklerimizin sınırları olduğunun bir daha farkına varmak için. Sonunda adanın kuzey kıyısındaki korunaklı Fornells koyuna gitmeye karar verdik. Gece 2 civarıydı ve 5 kn hızla 3-4 saatte oraya varabilirdik, hava da aydınlanıyor olurdu hem.


(Minorka'nın doğu yarısı)

Dalgalar ancak kuzeydoğu burnunu döndükten sonra yatıştı. Rüzgar da biraz azaldı, hava tahmininde gösterildiği gibi. (4 gün önce Mayorka'da durmayıp Sardunya'ya devam kararı aldığımızda PredictWind'den ekran görüntüleri almıştım 5 günlük filan, ne olur ne olmaz diye. Takdir ettim siteyi, gösterilen tahmin hâlâ neredeyse saati saatine gerçekleşmekteydi.) Son iki saatte korktuğumuz gibi rüzgarı tamamen kaybetmedik ve daha da sürünmedik; rahat bir pupa seyirle koyun girişine vardığımızda saat 6 olmuştu (ama hâlâ geceydi ve bulutlar ayı gizliyordu). Koyun daha büyük olan doğu burnunu dönünce motoru çalıştırdık. Cenovayı kapatıp dar girişten koyun sakin sularına girdik. Navionics'e baka baka, Navily'de gösterilen demirleme noktasına doğru ilerledik yavaşça. Şansımıza bulutlar çekilip ay da ortaya çıkınca çevremizi görebilmeye başladık. Kuzeydeki girişinden güneydeki sığlığa kadar 2 milden fazla içeri giren ince uzun bir koydu burası. Navionics'de gösterilen paralı tonozlar yerinde yoktu; sezon bittiğinden kaldırılmışlardı herhalde. Kış seyrinin belki de tek iyi yanı bu: Bütün koylar bir tek senin. Tonoza bağlı yelkenliler gördük istediğimiz yere yaklaşınca. Sevdiğimiz 4 m derinliğe ulaştığımızda demiri saldık suya; kum-çamur zemine güzelce gömüldü. Ve durduk. Denizde 7. gecenin sonunda. Boş yere 300'e yakın mil yaptıktan sonra. Sevincimiz durduk diyeydi, bir yere vardık diye değil. Mayorka'dan Minorka'ya 300 mil yapıp ulaşmışız, buna mı sevinecektik? Mark özür diledi benden, sanki tek sorumlu kendisiymiş gibi. 'Ben de tam destek verdim ama' dedim. Yılgınlıkla karışık bir rahatlamayla seyir fenerini, otopilotu, bilgisayarı filan kapatıp yelkeni toparladık. Ortalık hafiften aydınlanmaya başlarken, uzaktan gelen birkaç horoz sesi hariç tam sessizlikte, kıpırtısız suyun dinginliğini sanki elle tutulur somut bir şeymiş gibi hissediyorduk, hâlâ uğuldayan kafalarımızın içinde. Mark yatağa serilip anında baygınlık moduna geçti. Ben de can atıyordum aynısını yapmaya ama önce bir yeşil çay yaptım kendime, ne zamandır hayalini kuruyordum. Sonra da seyir defterine şöyle yazdım: 'Saat 6.30. Durduk. Minorka Fornells koyunda demirledik. Tam bir s.çış. İspanya'ya geri döndük. Mayorka'dan uzaklaşırken hoşçakal İspanya diye yazmıştım, fazla erken davranmışım.'


(Fornells koyu)
  • IP logged
« Son Düzenleme: 28 Kasım 2022, 00:59:32 Gönderen: Hasan Toparlak »

 
Yukarı git