Tahtabacak(Öykü)
Bir şey olmaz ağbi. Merak etme sen. Ben Tahtabacak Şaduman’ın torunuyum, dedi bardağın dibindeki şarap kırıntılarını kafasına dikmeden. Sevdiğim, o her zoru-derdi önemsemeyen gamsızlığı bu defa kızdırdı beni. Ne demek bir şey olmaz Devran. Nasıl bir işe kalkıştığını bilmiyorsun sen, saatler süren dimdik yokuşta katır bile kıçından soluyor, kemikleri derisine yapışmış beygirin ne yapacak çıkarken? dedim öfkeli tonunu bastıramadığım bir sesle.
Sebebine gelince. Dedem o zamanlar, çok çok eskilerde Roman tayfasının en namlı hurdacısıymış. Kırık dökük, tahta bir arabası varmış. Bir de sıska, iskelet gibi atı; Kandil. Kandil diyormuş dedem ona, gözleri sönük kandil gibi yanarmış çünkü. Sıskaymış ama dayanıklıymış Kandil. Karda kışta dolaşırken tepe bayır, ağır aksak da olsa sızlanmadan, işi aksatmadan yürümeyi becerirmiş.
Bir gün Demirci Kara Ali ile yapraksız asmanın altında pembe şarap demlenirken, Şu iftar topunu adam etsek ya Ali ağbi, demiş dedem. Durduk yerde iftar, top lafını duyan Kara Ali'nin ortası kara gözleri sarı sarı parlamış. Ne diyorsun sen oğlum Şaduman, anlamadım demiş. Tane tane, bir güzel anlatmış dedem.
O zamanlar Erdek'te ramazan ayında, iftar saati top atılıyor. Küçük körfezin her yanından duyuluyor akşam patlayan topun sesi. İnsanlar, Allah kabul etsin, diyerek bozuyorlar orucunu. Zamanın eskilerinden kalma, paslı, kararmış eski bir topmuş bu. Ramazan gelmeden birkaç gün önce çekiyorlarmış su deposunun olduğu tepeye. Belediyedeki, askerliğini Topçu Çavuşu olarak yapan Kıl Zülküf’e veriyorlarmış bu görevi. O da her akşam dolduruyormuş topu kurusıkı. Ateşliyormuş vakti gelince. Onu yürüteceklermiş gece yarısından sonra. Bağlayacaklarmış iplerle, paldımlarla, Kandil’in arkasına. Götüreceklermiş Kara Ali'nin demirci dükkanına. Kara Ali onu sabaha kadar eritip şeklini-şemalini yok edecekmiş. Plan buymuş.
Aklı yatmış Kara Ali'nin de. Tamam, demiş ihtiyar demirci. Tamam! Ama gece gelirken kemanını yanında getirme. Şimdi ne alakası var? Bu keman da nereden çıktı? diyeceksiniz. haklısınız. Onu da anlatayım bir soluğumu ıslatayım da.
En hızlı zamanlarında dedem Romanların en meşhur kemanı yaylayan ustasıymış. İki duble attı mı susuz rakıyı, üstüne bir haller geliyormuş. Sanırsın ki kesiliyor yerden ayakları, sırtında kanat çıkıyormuş. Asıldı mı kemanının yayına, yuvadaki kırlangıç yavrusuna yem vermeyi unuturmuş, damda zamparalık yapan kedinin dolanırmış ayağı, çakılırmış yere, mahalle köpeklerinin gözleri kararıp duvarlara çarparmış. Derdegül’ün elinden testisi düşüp düşüp kırılırmış. Böyle anlatırdı hep bana Derdegül ninem. Testicileri zengin etti domuzun Tahtabacak’ı derdi dedemin baş ağrım, belalım diyerek sevdiği ninem.
Dedemle Kıl Zülküf hasım. Denk getirse bir yerde, sıkıverecek boğazı. Sadece dedem değil, bütün halk illallah etmişmiş Zülküf’ten. Nalet biriymiş yani. Çalarlarsa topu, belki belediyeden de atarlar diye umuyormuş dedem. Biraz da ondan yapmış bu planı.
Sülo eliyle işaret etti Devran’ın boş bardağını. Yarısına kadar eforyadan doldurdum. Dibindeki mor şarap damlacıkları dağıldı içkinin sarılığında. Bir el baş gırtlak hareketi ile yuvarladı içinde ne varsa.
Topun başında buluşmuşlar anlaştıkları saatte. Bir yere kadar her şey yolunda gitmiş. Topun tekerleklerini yerdeki buzdan sökerken az zorlanmışlar sadece. Demircinin getirdiği küskülerle buzu kırınca çözülmüş tekerlekler. Uzun halatlarla bağlamışlar topu atın koşum takımlarına. Yüksek bir tepedeymiş top. Oradan demircinin barakasına indirmek olacak iş değilmiş. Top, o dik yokuşta, bir deri bir kemik Kandil’in zapt edemeyeceği kadar ağırmış. Tek çaresi varmış; tepenin aykırısına, zeytinliklerin aralarındaki yoldan gitmek. Topun üzerini çul parçasıyla örtmüşler ki fesat gözler bulansın. Gecenin in cin cirit attığı saatlermiş ama olsun. Tedbiri hiç elden bırakmazmış dedem. Dehlemişler Kandil’i. Yavaş yavaş dönmeye başlamış çelik çemberli topun tekerleri. Bir süre ağır aksak gitmişler zeytinlik aralarından. Bir yere varmışlar ki dik mi dik. İnmesi zor. Başka bir yol denemişler. Çözmüşler topu ağlayan ipleri. Güç bela çevirmişler yönünü. Beygiri ters taraftan bağlamışlar. Geri geri gidecekmiş Kandil. Azar azar salacaklarmış topu. Böylece açacaklarmış bu dik badireyi. Bir yere kadar her şey oluruna gitmiş. Çakıllı, kumlu patikada ayağı kamış dedemin. Sırtındaki keman savrulmuş. Gitar gibi asarmış kemanı dedem. Tüfek gibi. Savrulan keman kulak kıyıcı sesler çıkarmış çarptığı yerde. Hay senin kemanının teline sokayım demiş demirci. O an bu sesten ürken bir köpek çıkmış ortaya. Saldırmış dedeme. Topun ağır yükü altında iki büklüm kalan Kandil bir anda ürkmüş havlamalardan. Hızla fırlamış. Kopmuş topu bağlayan ipler. Dedem topun alt yanında destek yapıyormuş top yavaş yavaş insin diye. O anda koskoca demirgülle üzerine gelmiş. Zar zor atmış kendini yana. Ama bacağını kurtaramamış. Dizinin üst yanından, kemikleri unufak ederek geçmiş gitmiş iftar topu. Davulgaların, pirenlerin arasında kaybolmuş gitmiş.