---------------------
İlk gece Ören marinada kaldık, buraya bırakın marina liman denir mi bilemiyorum, bir dakika bağlı kalmamak lazım bence. Zira içeri körfezin bütün soluganını alıyor. Hele son gecemizde öyle bir çalkantı vardı ki direkler neredeyse birbirine değecek. Buna ne halat dayanır, ne koçboynuzu, ne de tonoz…
İkinci gece Akbük’e geçtik. Koyun doğu tarafında kıyıya yakın pozisyonda alarga. Bir ara yağmur yağdı. Güzel bir serinlik havada… Cüneyt Cebeci Abi buraları iyi biliyormuş, bulunduğun yer çok iyi, bozma dedi sağolsun. Hissim bu ustanın tecrübesi ile doğrulandığından keyfim yerinde. Sonra bir vesile ile telefon görüşmem oldu firma ile, kıyıya çok yakınsınız dedi. Ben fazla önemsemedim de Dilek vardır adamın bir bildiği dedi. Yoktu bir bildiği esasında ama hanım da öyle söyleyince… Neyse… Gece gece demir aldırttılar bana, biraz daha açığa attım…
Üçüncü gün oradan çıktık Karacasöğüt’e gittik. Koy ana baba günü, üstüste alarga herkes, niyetim iskeleye bağlanmak. Önce Yücel restoranı aradım telefonla, abi yer yok maalesef dedi istersen Muçev’e bak, telsizden 73 olması lazım.
- Muçev marina, Muçev marina burası (filanca)
- Muçev 72 efendim.
- Ben nereyle görüşüyorum?
- Global Sailing
- Gecelik konaklama ne kadar acaba sizde?
- En – boy bilgisi rica edebilir miyim?
- Bilemiyorum, işte Hanse 415
- Bir bakayım… 450 TL
- Peki teşekkürler
Gittik Muçev’e bağlandık aynı şartlar, su elektrik serbest 250 TL. Adamlarla telsizde görüşürken direktif istedim giriş için bu kalabalık ve kafa karıştırıcı koyda, ben sizi bekliyorum içeride dedi.
Limanın tam ağzında biçimsiz şekilde kıçtan kara olmuş bir tekneye çarpıyorduk az daha. Bu tekne şu kalabalık telegram grubunun kurucusuna ait
Neyse kazasız belasız girip bağladık, su – elektrik, güzel bir yemek yedik sahilde… Yürüyüş filan, Nazlı ile ördekleri beslemece... Derken bahsettiğim tekneniin kaptanı ile tanıştık, sıcak bir “tanışma” sohbeti oldu, girişte az daha çarpıyordum filan diye takıldım. O da aman ha diye gülerek cevapladı… Tekne hangisi dedi, kiralık tekne ile geziyoruz dedim… Akşama bir baktım telegram gruplarından atmışlar beni.
Mesaj attım doğrudan kendisine şu anda Gökova’da seyir yapıyorum çok yararlanıyordum filan yazışmalardan alabilirseniz sevinirim diye. Dönüş yapmadı…
Yani bu gruplar iyi güzel tabii de eksik mürttabatla yabancısı olduğu bir tekne ile bilmediği sularda kendi halinde seyir yapan amatör bir aileye faydalı olamıyorsanız neye faydanız olur diye sormak lazım. Flama filan iyi hoş tabii… Başka ne işe yararsınız? Çünkü benim bir işime yaramadığınız kesin… Ayrıca ne yaptım onu da anlamış değilim, küçük bir takılma için mi bu, yoksa kendi teknemi sattım diye mi, ticari faaliyette mi bulunmuşuz grupta? Reklam mı yapmışız? Ha onlar serbest gerçi, ama baksan amatör grup… Boşverelim iyi de oldu… Ertesi gün limandan çıkarken bir baktım bu kaptanın teknesi de alargaya geçmiş. Uyarım yerini buldu muhtemelen…
--------------------
Muçev’e bağlıyken sancağımdaki tekne cat armalı idi. Sabah şöyle detaylı bir biçimde inceledim. En önde bir direk ve arkaya kadar uzanan bir bumba. Tek parça devasa bir yelken. Nonsuch diye bir marka üretmiş bunlardan Ahmet Reis öyle söyledi. Daha önce fotoğraflarda görmüştüm de ilk defa canlı gördüm. Kocaman bir rüzgar sörfüne benziyor. Abraması nasıldır acaba…
----------------------------------
Karacasöğüt’ten çıkıp Okluk tarafına girdik, Nazlı’ya deniz kızı heykelini göstermek istiyordum. Tam heykeli yakından bordalamıştık ki deniz polisi önümüzü kesti ve girişin yasak olduğunu söyledi. Eyvallah deyip döndük ve İngiliz limanında uygun bir mevkide ilk kıçtan karamızı yaptık. Yine tam bordadan basan rüzgar, ama az buçuk tecrübemiz var artık. En önemlisi sakiniz… Dilek bir de kolay çözülebilen bir düğüm atsa daha güzel olacak ama olduğu kadar artık... Yanımızda kıçtan kara olan bir yelkenliye de yardım ettim. Bu kıçtan kara işi iki erkek işi esasında, kadın erkek kimyasına uymuyor. Adamcağız hanımını dümene koymuş, teknenin nereye gittiği belli değil, elinde halatla suda kalınca suya atlayıp halatını aldım, sen geç kaptanım dümenine dedim. Teşekkür edip teknesine yüzdü, ben de rüzgar üstüne, halatını benden alıp bağladıktan sonra da diğer tarafındaki guletin mürettebatına “aferin size gençler, seyredin öyle” diyerek serzenişte bulundu.
Burada rahat bir gece geçirdikten sonra ertesi gün batıya devam ettik. Tuzla tarafına bakarım diyordum ama Löngöz koyuna da yol üstünde bir girip bakmak istedim. Koyun tam girişinde Bülent – Esay Büyükdağ ailesinin Tamiris’ini gördük. Çok mutlu olduk, selamlaştık, biraz daha içerilere girdim. Koyun sonunun sığlık olduğunu biliyorum ve haritalarda da ne kadar sığ olduğu iyi işaretlenmemiş, yine de biraz daha girdim. 360 dereceden açık deniz görmek istemiyorum çünkü. Rüzgar olmasa bile illa ki dalga geliyor öyle olunca. Buranın sakinliğini çok sevdik. Hava da müsait olunca tek başıma kıçtan kara bağladım tekneyi. O sırada Bülent Reis kıyıya kürek çekiyordu, dingiye atlayıp muhabbet etmek için yanına gittim restorana, aküleri kaynamış, yenilerini getirmesi için elektrikçiyi bekleyecekti. Sohbet muhabbet derken aküler geldi, teknelerimize döndük. O da bu koyu seviyormuş. 72 saat yol geldiler taa nerelerden düşünün… Öğleden sonra Aygün Özçer Reis’in Albatros’u da sancak tarafıma kıçtan kara oldu. Slutter arma tepeden tırnağa denizci olduğu belli olan bir tekne… Atlantik geçmiş böyle bir denizci ile komşu olmak keyfimi daha da arttırdı. Bu koy doğru bir tercihmiş anladım… Bize brifing veren eleman tekneyi teslim ederken her ne kadar “Biz Löngöz’ü pek tercih etmeyiz gerçi” diye dudak bükse de bu denizcileri görünce içimden “siz kimsiniz kardeşim?” diyesim geldi. Niye demedim ki? O kadar boş sallayan adam var ki camiada…
Koyun fazla tercih edilmemesinin sebebi diplere doğru sığlaşması, kapalı bir koy olması ve bir azmak döküldüğü için suyunun nispeten bulanık olması ve muhtemelen internetin telefonun çekmemesi diye tahmin ediyorum. Sakinlik herşeyden önemli benim için bir de ışık kirliliği meselesi tabii… Burayı o kadar sevdik ki bir gece daha kalmaya karar verdik. İkinci günümüzün sabahında öğle melteminin yönünü artık öğrendiğimden sabah ortalık sakin herkes uyuyorken o tarafa doğru yüzüp teknenin kıçına neredeyse 70 derecelik dik bir koltuk daha aldım ve bu sayede çok rahat ettim. İyi denizciliğin %90’ı önceden hazırlık…
Löngöz’deki ikinci günün akşamı… Nazlı ile vakit geçirmek için oltaları hazırladım, koyun ortasına doğru atacağım, zira balık oluyormuş burada. Derken saat 19:00 gibi sanki bir fırının kapağını açmışsınız gibi sıcak bir kara meltemi esmeye başladı. Nazlı bile bu nedir ya dedi. Bir uğursuzluk olduğu oradan belli. Derken güneş battı ve güney ufkundaki kızıllığı gördük. Büyük bir yangın olduğu besbelli. Ama dünya ile iletişimimiz yok. Yanımda amatör telsiz cihazım Baofeng UV-82 vardı, “marin” cihazların üçte br fiyatında olan bu telsiz o kadar işlevsel ki hem UHF-VHF, amatör + deniz bantlarını dinleyip konuşuyor hem radyo dinliyor, hem feneri var, vs. Marinada bir sürü kişiye tavsiye edip aldırdım. Herkes memnun. Onu açtım radyo kanalı buldum ve yangınlardan böyle haberimiz oldu.
Yine yıldızların altında hüzünle karışık haşmet, değişik duygular… Nazlı ile bol bol sohbet… “Baba Ali Osman bana sen Melisa’dan daha güzelsin dedi” dedi. “Kalk hadi yat artık kız” deyip yolladım aşağı.
Cuma günü buradan avara olduk akşama marinaya dönmemiz lazım. Şu meşhur Tuzla koyu neresiymiş bakalım diye oraya gittik. Plan burada alargada yüzme molası verip akşama marinaya dönmek. Hem de Gökova’yı kuzeye doğru geçerken şöyle apaz-dar apaz güzel bir yelken yaparım diye planladım o saatlerde kuvvetlenmiş öğle melteminde.
Tuzla koyu cam gibi berrak güzel bir koy. Suyu da soğuk, tam sevdiğim gibi. Bu iki özellik alakalı şeyler esasında, akıntı ve su sirkülasyonu var burada demek. Tam benlik işler bunlar, tek prensip iki farklı özelliği aynı anda açıklıyor.
Koyun güney-batı tarafı telegram grubu flamalı bir sürü tekne tarafından marina gibi olmuş, yan yana kıçtan kara olmuşlar. Derken kurucusu olan kaptan da geldi, içimden gelmedi yakınlarına gitmek. Batıda kimsenin olmadığı küçük koyun ağzında demir attım. Demirdeyken bile karaya yakın durmayı seviyorum ama burada derinlik Gökova’nın genelinden farklı bir profil sergiliyor, koyun ortalarında çabuk sığlaşıyor. Hal böyle olunca ilk attığım demir hoşuma gitmedi, kayalığa yakın düştüm. Toplayıp biraz daha ileri attım. Cam gibi suda bol bol yüzdük, yemek yedik filan.
Derken bir gulet geldi. Zehir gibi bir genç kaptanı var. Abi nerede demirin dedi hemen. Başa gidip zincire bakarak gösterdim şu istikamette 30 metre kalomam var diye. Bu koyu iyi bildiği belli, niyeti de kıçtan kara olmak. Önce bir hesap yaptı, sonra hoşuna gitmedi açısını değiştirip bir tur daha attı ve bana çapariz vermeyecek şekilde gayet ustaca bağladı teknesini. Takdir eder gözlerle izlerken bu gencin birazdan bana yardımcı olacağını bilmiyordum.
Artık dönme zamanı gelince saat 16:00 gibi demiri vira etmeye başladım. Yalnız bir sıkıntı var, alıştığımdan yavaş geliyor zincir. Ben de bir yandan dümendeki Dilek’e komut verirken ırgatı zorlamadan mola vere vere çekiyorum. Apiko olduk ama dipten tuhaf tuhaf yosun, mosun fırlayıp yüzeye geldi. Zincir hala ağır. Bir yere takıldığımız belli. O sırada karşı kıyıdaki telegramcı teknelerinin flamaları püfür püfür maşallah. Allah bozmasın keyiflerini…
O deminki guletin kaptanı olan çocuk bota atlayıp bir anda yanımda bitti. Dedim ya zehir gibi adam daha çekişimden anlamış bir sıkıntı olduğunu. Tekne hizasına kadar çekince zeminden başka bir zinciri kaldırdığımızı gördüm. Buna bosa vuracağız dedim bottaki kaptana, o da tam olarak yapmak istediğim prosedürü biliyordu. Halatın var mı abi dedi, tevafuk zaten yakıt iskelesine aborda olacağımı bildiğimden bizimkiler denizdeyken baş koçboynuzunun oraya 10 metrelik bir halat rodalamıştım tellere. Hemen onu çözdüm çımasını verdim diğer çımayı voltaladım, zincirin altından alıp bana verdi, onu da voltalayıp demiri biraz boşladık ve zincirin ağırlığını halata alarak kolayca kurtardık demirimizi. Halatımı çözmeye niyetlenmiştim ki gulet kaptanı abi önce çapanı al istersen dedi. Haklıydı, tekrar takılabilirdi zira, vallahi bayıldım çocuğun denizciliğine. Hem hareketlerine, hem ahlakına… Allah bin defa razı olsun, kazadan beladan uzak eylesin, elleri dert görmesin.
Çapayı alıp, halatı çözüp zinciri dibe attık. Halatımı da tekrar toplayıp aynı yere rodaladım. Çocuğun denizciliği burada bitti mi hayır! Problemin nereden kaynaklandığını da tespit etti. Koyun girişinde şamandıra gibi birşey görmüştüm, başta onu balıkçı şamandırası zannedip fazla önemsememiştim. Oysa uyanık olmak lazım, usturmaçaymış, birisi burada zinciri bırakıp ucuna da bunu bağlamış. Biz de bu zincire takıldık. Şunu alayım buradan bari diye botuyla o tarafa giderken tekrar tekrar teşekkür edip tekneye yol verip koydan çıktım. Benim teorik bilgim, bu kaptanın pratik becerisi ve ikimizin de alesta tavrı ile birleşince hiç abartmıyorum bütün çaparizin çözülmesi yaklaşık 100 - 120 saniye filan sürdü.
120 saniye içinde bir telegramcı flamaları kaç defa dalgalanır? Bunun hesabı okuyucuya bir çalışma sorusu olarak bırakılmıştır.
-------------------
Tuzla’dan çıkıp kafayı Ören’e çevirince 90 derece tam apazdan esen meltem karşıladı bizi. Tabii bir de aynı yönden gelen 2 metrelik dalgalar. Tam apazın da böyle bir sıkıntısı var, dalga yüksekse biçimsiz yerden geliyor. Neymiş bu sarma ana yelken bakalım diye full arma bastım. Rüzgar beklediğimden düşük, bir ara 13 knot’a kadar çıkıp 6 knot hız yaptırdı tekneye, fena gitmiyor diye ince trim işine girmedim, bir de teknenin altı çok temiz değildi anlamlı bir gözlem ve mukayese için...
2 mil kadar böyle keyifli gitmişken körfezin tam ortasında rüzgar bıçakla kesilmiş gibi durdu. Kaldık 2 metrelik dalgaların yalpasıyla baş başa, +/- 40 derecelik yalpalarda teknenin içini iyi neta etmiş olduğumuzdan ne tabak ne çanak hiçbirşey kırılmadı. Hiçbir şey yere düşmedi. Yalnız Dilek’i bayağı bir deniz tuttu. Ben de üzerinde kuvvet kalmamış ve yalpadan kavança yiyip duran ana yelken ve kendinden tramolalı flok yıpranmasın diye üstelemeyip sardım. Vallahi klasik ana yelkenin gözünü seveyim. Patlat mandarı olsun bitsin. Yelkeni hisa etmek kadar mayna etmenin kolaylığı da önemli bence. Onu boşla bunu al, onu boşla bunu al, nasır tuttu ellerim ana yelkeni sarana kadar.
Floku sararken biraz da Nazlı’nın cesaretini test etmek istedim. Bir metre uzağımdaki kilidi “kapatır mısın kızım benim için” dedim, ona daha yakındı. Babasının kızı ciddi yalpa yapan bu teknede kendini hiç riske atmadan tutunarak kilidin yanına kadar gitti ve sakince kapadı. Kocaman bir de aferin aldı benden. Motora basıp yola devam ettik, dalgalar iyice delirdi, açıyı mı değiştireyim kolayına almak için diye düşündüm ama sonra bunu niye yapıyorum? Dilek için, e öyle de böyle de deniz tutuyor zaten bari bir an önce varalım diye rotamda kaldım.
Ara sıra korkup gözünü açıp bana bakıyordu ben dümende Nazlı’yı eğlendirmek için “ahtapot dansı” adını verdiğim teknenin yalpasına uygun hareketler yapıyorum, Nazlı aynısını yapıp kıkır kıkır gülüyor annesi de bu manzara karşısında rahatlayıp tekrar yattığı yerde gözünü kapıyor. Bu vaziyette marinaya vardık. 1 metre solugan alan yakıt iskelesine aborda olmak hoş bir tecrübe değil ama problemsiz hallettik onu da ve tekneyi sıfır vukuatlı olarak jilet gibi neta yerine bağladık.
Marinadaki son gecemiz ciddi çalkantılı ve sıcak geçti, saat 3 gibi ancak havuzlukta uyuyabildim. Gece vakti saat 2 gibi de kuzey tarafında çok parlak alev alev yanan bir yıldız kayması gördüm. Sonradan sosyal medyada bunun İzmir tarafına düşen bir gök taşı olduğu haberi geldi. Yangınlar, göktaşları, bir uğursuzluktur geziyor ülkenin üzerinde, hayır olsun!
Tatlı maceralarla geçen bu güzel tatile vesile olan sevgili Özgür Ökten kaptanıma özel olarak teşekkürü bir borç bilirim.