Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: Ege Sofraları

  • *
  • İleti: 316
Ynt: Ege Sofraları
#15: 27 Şubat 2021, 17:33:44
.....

Kısa bir “şıngırtı”arasından sonra Nedim Atilla Midilli’ye bakarak, “Bu arada Midilli de giderek yaklaştı ha” dedi. “E üç saatte gideriz buradan abi” diye cevapladım. Nezih Öztüre de “Haydi kalkın gidiyoruz” deyince, tekrar ateşledik... bir kısım ayranı... Midilli yine geldi oturdu masaya.

“Yunanistan’ın en güzel adalarından biri bence. Bozulmamış”

“Şimdi bize bakan iki tane körfez var değil mi?”

“Bi tane o bataklık olan var işte. Kalloni miydi neydi”

“Bir de Yera dedikleri körfez, içine tekneyle girmiştim bir kere”

“Ama o Kalloni olan, güzel sardalya yapar orası ha. Meşhur, o Kalloni sardalyası oradan çıkar”

Masadaki lezzetler yetmedi, uzaktaki sardalyalara göz diktik dostlar, iyi mi? Yeri gelmişken, şu sardalyayı da sohbetimize davet etmek isterim. Sardalya ve Perslerle ilgili hikayeyi bilmiyordum, Nedim Atilla’dan öğrendim.

Perslerle sardalyanın ne alakası olur!

Sardes antik kentini bilirsiniz. Lidya’nın başkenti olan, bugünkü Salihli civarındaki, o çağın en gözde şehirlerinden. Rivayete göre Persler burayı ele geçirince Sardes’liler Foça’ya kaçarak, oraya yerleşiyorlar. Günümüzdeki Marsilya ve birkaç uzak Akdeniz şehri, bildiğiniz üzere Foça’dan gidenlerin kurduğu şehirlerdir. İşte Foça’ya yerleşen Sardesliler de bir süre sonra uzaklara gidip kendi kolonilerini kuruyorlar. Tahmin edebileceğiniz üzere, yerleştikleri ve isimlerini verdikleri şehirden, yani bugünkü Sardunya adasından bahsediyoruz. Bu ada etrafında bol avlanan ve tüm Akdeniz’de temel bir besin kaynağı olarak tüketilen balığa da Roma döneminde ne isim veriliyor? Bravo iyi bildiniz: Sardina! Sardalyanın ve Perslerin ilginç hikayesi böyle.

Peki sardalyanın Midilli’nin Kalloni Körfeziyle ne ilgisi var? Çoook ilgisi var, zira Kalloni Körfezi sardalyanın Ege’deki en önemli yumurtlama alanlarından biri. Çiğ olsun, ızgarada olsun ve daha onlarca çeşit tarifiyle olsun, severek tüketilen bu lezzet, Midilli’ye başlı başına gidiş sebebi bile olabilir. Yazın Midilli’de adına festivaller düzenlenen sardalya, maalesef bizde en çok başka balıkları tutmak için yem olarak kullanılıyor. Bir de “evi çok kokutur aman evde yapmayız”cılar var ki, fecaat.
.....
  • IP logged
Yaşayıp gidiyoruz.

  • *
  • İleti: 5812
    • Son Denk Kayıkçısı
Ynt: Ege Sofraları
#16: 28 Şubat 2021, 13:17:40
.....


Perslerle sardalyanın ne alakası olur!

Sardes antik kentini bilirsiniz. Lidya’nın başkenti olan, bugünkü Salihli civarındaki, o çağın en gözde şehirlerinden. Rivayete göre Persler burayı ele geçirince Sardes’liler Foça’ya kaçarak, oraya yerleşiyorlar. Günümüzdeki Marsilya ve birkaç uzak Akdeniz şehri, bildiğiniz üzere Foça’dan gidenlerin kurduğu şehirlerdir. İşte Foça’ya yerleşen Sardesliler de bir süre sonra uzaklara gidip kendi kolonilerini kuruyorlar. Tahmin edebileceğiniz üzere, yerleştikleri ve isimlerini verdikleri şehirden, yani bugünkü Sardunya adasından bahsediyoruz. Bu ada etrafında bol avlanan ve tüm Akdeniz’de temel bir besin kaynağı olarak tüketilen balığa da Roma döneminde ne isim veriliyor? Bravo iyi bildiniz: Sardina! Sardalyanın ve Perslerin ilginç hikayesi böyle.

Peki sardalyanın Midilli’nin Kalloni Körfeziyle ne ilgisi var? Çoook ilgisi var, zira Kalloni Körfezi sardalyanın Ege’deki en önemli yumurtlama alanlarından biri. Çiğ olsun, ızgarada olsun ve daha onlarca çeşit tarifiyle olsun, severek tüketilen bu lezzet, Midilli’ye başlı başına gidiş sebebi bile olabilir. Yazın Midilli’de adına festivaller düzenlenen sardalya, maalesef bizde en çok başka balıkları tutmak için yem olarak kullanılıyor. Bir de “evi çok kokutur aman evde yapmayız”cılar var ki, fecaat.
.....


Perslerle olan kısmı hiç bilmiyordum, teşekkür ederim paylaşımınız için. Özel olarak bu  sardalya için Kalloni Körfezine  gideceğim. Tutmak için değil ama  :)
  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

  • *
  • İleti: 316
Ynt: Ege Sofraları
#17: 01 Mayıs 2021, 16:59:15
Gani Müjde ve Turgay Noyan’la Bir Ege Sofrası

Serin, hatta serin ötesi soğuk, ısıran bir Bodrum sabahı. Millet yazın göbeğinde tatile gelir, kışın ortasında İzmir’den, hem de sabahın köründe atladım geldim Bodrum’a. Fotoğraflara bakınca hava pırıl pırıl, deniz enfes, kumsal bir içim su, lakin fotoğraf makinesi o soğuğu üfleyemiyor ki dergi sayfasından, nasıl anlatayım, anlatılmaz yaşanır gibisinden, “anlatılmaz üşünür” bir hava! Ocakta şubatta dışarıda oturduk, “kış gelmedi bu sene” derken, martta nisanda bahar olmadı, düpedüz kış. Mevsimler de sapıttı canına yandığımın.

Sebeb-i ziyaretimiz, şöyle Kos’a karşı bir Ege Sofrası kurmak. Malumunuz, dostlarımızla  Ege’ye karşı bir kaç kadeh tokuşturmayı, şu pandemi günlerinde kâr sayıyoruz. Sadun abi “daha kaç yazımız var lan!” derdi, şimdilerde “daha kaç günümüz var”lara kadar düştük anasını satayım. Şu virüs sağlam belalı çıktı.

Virüsten ve kalabalıklardan kaçıp güneyde kışı geçiren çok tanıdığım var. Sevgili “dostağabeyim” Gani Müjde de onlardan biri. Bir Ege sofrasında onunla buluşmak istediğimi Tuba’ya söyleyince öğrendim ki bir başka “dostağabey” sevgili Turgay Noyan da Bodrum’da imiş! Körün istediği bir göz, poseydon verdi iki abi. Araştık, konuştuk, anlaştık ve mart ayının bir cuma gününde karar kıldık. Onun içindir erkenden yollara düşüp şu an oturduğum restorana gelişim. Mekan da mekan ha. Akyarlar Fener Restoran. “Fener” öylesine bir isim değil, sahiden de bir fener binasının dibindeyiz. Karadan gelmedim ama onlarca kere dibinden çekine çekine geçtiğim meşhur Hüseyin burnu burası işte. Fener deyince nedense aklıma hep sarp ve tehlikeli yerleri işaretleyen binalar geldiğinden, bir garip oldum. Enfes bir kumsal, müthiş bir manzara ve belli ki yazları kalabalık bir bölge. Sarpıncık ve Deveboynu feneri gibi saygı duyulası bir vahşi coğrafyaya bekçilik etmiyor yani bu fener. Çok evcil ve aileden biri samimiyetinde.




O kadar yol yapıp, gene de erkenden, buluşacağımız yere geldim. Gani Abi ve Turgay Abi de birazdan gelirler. Restoranlık bir zaman değil daha. Çalışanlardan biri “sabahın ve kışın köründe bu adam deli mi de geldi buraya” bakışlarıyla birlikte bir çay getirdi sağolsun. Misafirlerimi bekleteceğime erken gelmeyi tercih ederim. Onlar da yola çıkmışlardır, birazdan burada olurlar. Derken Gani abiden bir mesaj geldi, yoldayım filan yazmıştır kesin, açtım mesajı okudum, şöyle yazıyor: “Çeto hangi gün buluşuyorduk?” ?!?!?!?!?!

Olaya iyi tarafından bakıyorum, “hangi Çetin’di, çıkaramadım, pardon” da yazabilirdi. Çay bitince sanırım sabah rakısına geçeceğim.

Turgay abiye mesaj atsam mı acaba, işkillendim bak, ama yok, Turgay abi gelir canım, gelir gelir, unutmaz. Hatta saat üçte toplanalım demiştim de, o daha erkene alalım demişti, sokağa çıkma yasağı filandan ötürü. Saati birlikte belirlemiştik. O gelmeyecek de ben mi geleceğim, yok yahu, unutmaz, boşa vesvese yapıyorum.

Aslında geliş yolu eğlenceliydi. Uzun yol yapmayı ve nedense hep bana rastlayan acayiplikleri seviyorum. Söke, Bafa Gölü, Milas üzerinden giden yolun da zaten vurgunuyum. Bu sefer de birkaç komik şey oldu. Mesela bir yerleşim yerinde kırmızı ışıkta durdum, reklam amaçlı pankartlar, ilanlar vs asmışlar, içlerinden birinin üzerinde şöyle yazıyor: “Aydın evlilik hazırlıkları, mobilya, yapı fuarı” Altında yer ve tarih filan da var. Sabah erken kalkınca ve de uzunca süre araba kullanınca beyin bulandı herhalde, yeşil ışık yanana kadar aydıramadım. “Aydın evlilik hazırlığı” nasıl oluyor yahu? Kız istemeye gidiyorsun, söz kesiliyor, ardından nişanlanıyorsun, sonra kızla oğlanı kampa alıyorlar, dünya tarihi, sanat tarihi, cebir, siyaset tarihi, rus klasikleri, devrimler tarihine giriş, resim ve müzik üzerine eğitim filan, hemen her konuda kızla oğlanı eğitiyorlar, derslere Murat Belge, İlber Ortaylı filan geliyor. Aydın evlilik ne oğlum, neden ve nasıl hazırlanılıyor diye düşünürken, yeşil yanmış, arkadaki araba korna çalıyor. Sonra çevremdeki arabaların plakalarının hep 09 olduğunu fark edip yola devam ediyorum, kendimden utanarak. “Aydın evlilik hazırlıkları, mobilya, yapı fuarı” Fena tongaya düştük. Birinin kulağına gitse tefe koyar, neyse ki yalnızım arabada.

Vay Çeto! diye bir ses geldi ve kapıdan Gani abi girdi. Sarılışamadık pandemiden sebep, yumruk tokuşturduk. Ara ara telefonlaşıyorduk da uzun süredir yüz yüze gelmemiştik, özleşmişiz....

(Sofraya kulak misafiri olmaya devam edeceğiz....)
  • IP logged
« Son Düzenleme: 01 Mayıs 2021, 17:12:28 Gönderen: Çetin Kent »
Yaşayıp gidiyoruz.

  • *
  • İleti: 316
Ynt: Ege Sofraları
#18: 01 Mayıs 2021, 17:09:38
........

Denize çıkmayı ne kadar özlediğimizden girdik sonra. “Saat sayıyorum valla, yaz gelse de çıksak” diyor, “şu güzelliğe baksana”

Önümüzde Kos’a kadar uzanan bir boğaz, doğuya doğru Gökova ve batıda diğer Yunan adaları.

“Bu kumsal da nefistir, Bodrum’da böyle kuma pek rastlanmaz” diyerek bulunduğumuz kıyıyı gösteriyor.

“Hep eser mi böyle?” diye soruyorum, çünkü çok ciddi bir rüzgar var dışarıda.

“Yok bu kadar değil” diyor, “bu hafta hep böyle, bol rüzgar ve hatta bol yağış. Şansımıza işte. Daha önce gelmiş miydin bu tarafa?”

“Hep denizden geldim geçtim, bu tarafa da yaklaşmam pek, Turgutreis’e kadar sığlık mığlık, hele gece filansa zaten gergin geçerim, uzaktan. Karadan enfesmiş ama abi, çok sevdim”



“Kaçtım geldim ben de İstanbul’dan. Çocuklar filan sürekli dışarıda. Sınavları da başladı. Zaten vaka sayısı artıp duruyor, hanıma dedim ben annemin evine gidiyorum!” Gülüşüyoruz. “Teknenin güneş panellerini de değiştirecektim, buradaki evde de işler vardı yapılacak, onlarla uğraşıyorum işte. Ama tekneye geçeceğim, evde rahat değilim, teknede alan dar, oh küçücük, çok yürümek gerekmiyor”

“Valla ne yapacağız bu dizleri bilmiyorum abi, benimkiler su koyverecek birkaç seneye, hissediyorum, protezlik mrotezlik olursak yandık” (Vay arkadaş sohbet ne ara ihtiyarlığa bağlandı anlamadım)

Gani abi ekliyor, “Benim doktor merdiven çıkabiliyor musun diyor, çıkıyorum, yürüyebiliyor musun, yürüyorum, e yavaş yürü, diyor, protez sonrası enfeksiyon filan olursa ömür boyu yürüyemeyeceksin sonra, yüzde bir bile risk varsa olmam. Bir ara evden iş yerine bisikletle giderdim, sağlık mağlık için derken, dizleri orada mahvetmişim”

Turgay abiyi merak ediyoruz sonra. Evi de yakınlardaymış anladığım kadarıyla, birazdan gelir. Derken kapı açılıyor ve merhaba diyerek Kaan İş giriyor içeri. “E hani, kayınpeder gelmedi mi?” diye merakla soruyor. “Bekliyoruz, henüz gelmedi” diye cevaplıyoruz, telefona sarılıyor. Kısa bir konuşma sonrası, babam geliyormuş diyerek kapatıyor. Kaan kardeşimiz, malumunuz Quantum yelkenin beyni. Gelmesi güzel bir sürpriz oldu. Bodrum’da işi varmış, gelmişken de uğramış yanımıza. Aramızda kalsın, bence Kaan’ı Tuba yollamıştır, git bunlar üç ihtiyar şimdi buluşamazlar, toparla şunları, git bir bak demiştir. Naviga’nın üç yazarı da bir arada, riskli tabii, Coca Cola’nın formulünü bilenler aynı uçağa bile binmezmiş, o hesap.

Kaan gelince doğal olarak konu yelkene dönüyor. Son iki tekneme de Quantum’dan yelken yaptırmıştım, Kaan’a “değiştirdim tekneyi” dedim, “bir takım daha yaptıracağım” Cevabı manidardı: “Sana bir takım daha yaparsak, şirketimiz batacak abi” Tamam, pazarlığın dibine vurup, biraz fazla indirim alıyor olabilirim de, bunu yüzüme söylemesi, ne bileyim, neyse.

İçecek konusu

Kaan’la birlikte mezeleri seçmeye gittik, uzaktan Gani abiye seslendim, hangi rakıdan içeriz diye, o da “ben anlamam ki, beyazlıyorsa tamamdır” dedi, teorik olarak ayran bile içebilir rakı niyetine. Son dönemde rakı çeşitleri çoğaldıkça seçmek de tatlı bir işkenceye dönüştü. Kaan sadece rakı değil diğer içecekler konusunda da deryadır. Bir viski ya da şarap sualiniz varsa, uzman görüşüyle, her daim hazırdır.

“Benim rakıya saygım bir kaç senedir azaldı Gani abi” dedim. Nedenini sordu. “Şarap ya da birayı tek hücreli emekçi maya kardeşlerim alınterleriyle üretirlerken (!), millet tarım alkolü ya da eczaneden alınan alkolle rakı yapıyor, çok iyi yapanlar da var hani, neticede, baktığında, rakıya saygım azaldı valla.” Gülüşerek ilk bardakları ateşliyoruz.

Kaan da geçmişten ilginç bir anısını anlattı. Yirmi sene önce filan, Kaan’ın konuya hakimiyetini bilen bir tersane sahibi kör tadım yaptırmış. Hangi bardaktaki hangi viski markasının diye. Hepsini tadıp bu şu marka, şu bu marka filan söylemiş Kaan da. Adam demiş ki “Helal olsun, çok doğru ama aslında yanlış ?!?!?!” Şişeleri göstermiş, bilinen markaların şişeleri ama ismine yakından dikkatli baktığınızda font aynı olmasına rağmen bir harf değişik, farklı bir isim. Meğer krizde, komşu bir ülkedeki bir esans fabrikası çok başarılı biçimde üretmiş bunları. Çoğu gece kulübü, bar, restoran vs işletme bunları kullanmış o dönem, fark yok denecek kadar az, anlaşılması imkansız, tat neredeyse aynı. “Fakat” demiş adam “tek kusuru biraz baş ağrısı yapıyor, bedendeki suyu çekiyor diye?!?!?!?!” O dönemlerde gece hayatında herkesin başının ağrıması bu sebeptenmiş demek.

Teorimde haklıyım yani dostlar. O mitokondrileri nasırlı, tek hücreli devrimci, proleter maya emekçisi kardeşlerimin şarap ve biraları, kimyasal harikası diğer içkilere göre bin kat daha saygıdeğer! Kırmızı şarabı taklit edebildikleri gün zaten ben katı yakıtla beslenmeye geçerim. Son kalemiz ve kırmızı çizgimiz kırmızı şarap!

Bu arada Tuba aradı ve dedi ki “babam unutmuş, koşa koşa geliyor, merak etmeyin!?!?!?!?!”

........
  • IP logged
Yaşayıp gidiyoruz.

  • *
  • İleti: 316
Ynt: Ege Sofraları
#19: 02 Mayıs 2021, 16:43:17


Az verir!

“Çeto, yol kalabalık mıydı?” diye sordu Gani abi, “hangi taraftan geldin?”
“Söke üzerinden işte, malum yol, çok severim, Bafa Gölü kıyısı filan. Hem......” Lafımı tamamlayamadım, gülmeye başladım, aklıma yolda girdiğim benzinci geldi. Düşündükçe olay daha da komikleşiyor.
“Ne oldu yahu?”
“Ya sorma abi, gelirken bir benzinliğe girdim. Böyle tarım arazilerinin yakınında, mütevazı bir benzinlik. İçeri, artık moda ya, kahve makinesi koymuşlar”
“Eeee?”
“Makine üzerinde düğmeler var işte, espresso, capucino, latte filan. Basıyorsun, veriyor kahveyi. Yalnız espresso tuşunun üzerine bir not bantlamış adam, üzerinde şöyle yazıyor: Az verir”
Üçümüz de makaraları koyverdik.
Yol boyu, bu nasıl olabilir diye kafamda sahneler ürettim. Kim bilir ne kavgalar çıkmıştır, kim bilir kaç dayı gelip “bu ne ya kuş kadar kahve verdi bu, arızalı bu, ver paramı!” demiştir. Düşünsenize Ökkeş dayı tarlasından dönüyor, hem diyor traktörüme mazot alayım, hem de bir kaçamak yapıp şu “cavır” kahvesinden höpürdeteyim. İçeri giriyor, parasını veriyor, espresso düğmesine basıyor. İki damla! Kasadaki çocuğa diyor ki “Yeğenim bu bozuk herhal, vermedi”, garibim çocuk “E o o kadar verir dayı” deyince kıyamet kopuyor. Ökkeş dayı parasını geri istiyor, çocuk derdini anlatamıyor ve o anda yan ofisin kapısı hışımla açılıyor, benzinliğin sahibi çıkıp haykırıyor, “Ne oluyor burada!” Konuyu anlatıyorlar, yalnız patronun gözler faltaşı gibi, yüzü uykusuzluktan artık grileşmiş, kelimeler yuvarlanıyor ağzında, hasta gibi. Niye, çünkü bu kavgaların sonunda iade edilen kahveleri zebil olmasın diye hep patron içmiş, on gündür uyuyamıyor! Sonunda kasadaki çocuğa diyor ki, yaz evladım espresso düğmesinin üzerine: Az verir!

...ve sonunda Turgay abi gelir!

İkinci kadehi üçüncüsüne bağlayan zaman diliminde restorandan içeri Turgay abi girdi. Nefes nefese.
“Ya çocuklar, kusura bakmayın ya, sormayın neler oldu, beklettim sizi de...” Bir yandan da endişeyle bana bakıyor.
“Anlatırım ama, bak bunları yazmak yok ha!”
Masa altında sağ ayağımı kaldırıp, “Ne anlatacağım abi ya, ayıpsın, rahat ol dedim, yeminle, neden geç kaldın?”
Turgay abi devam etti, “Ya şimdi inan bana, tamamen aklımdan çıkmış ya, bugünün cuma olduğunun da farkında değilim”
Kendimi tutuyorum, söz verdim anlatmayacağım, gülmeyeceğim.
“Çünkü burada yaşarken gün diye bir şey yok çocuklar ya” deyince Gani abi de atladı, “Evet ya, burası böyle, hatta ben de sabah mesaj attım Çeto’ya hangi gün diye”
Kaan lafa giriyor “Oh be iyi ki gelmişim, dönmem ben buradan artık”
Masa “teykof”a geçip bu alemden ayrılmak üzere kopuyor gerçeklikten.
Turgay abi biraz şüphelendi, çünkü sık sık ses kayıt düğmesine bastım mı diye kontrol ediyorum. “Bak bunları yazmayacaksın ha!”
“Yok be abi, devam et sen”
Sabah evden çıkmış Turgay abi, kaç aydır lahmacun da yiyemedim diye bir Antep restoranına girmiş, “oradan da çıkarım dünürlere giderim dedim”
“Abi biz hariç herşeyi düşünmüşsün yani!” diye haykırmışım. Gani abi de gülüyor, “Turgay abi naaptın sen ya” diye. Sabah “hangi gün buluşacaktık Çeto?”diye mesaj atan Gani abi şimdi Turgay abiye gülüyor?!?!?!? Masa bir anda Pertevniyal lisesi 1894 mezunlarının pilav gününe döndü?!?! “Kaan sen bilirsin şu içtiğimiz esans fabrikası ürünü filan değil di mi?” dedim, “Yok Çetin, gayet normal” dedi.
“Eee Turgay abi sonra?”
“Garson geldi, söyledim, içeri gitti, lahmacunları bekliyorum. Bir süre geçti, sonra Kaan aradı, neredesin diye, Gani abi, Çetin filan bekliyoruz seni deyince fırladım restorandan, garson arkamdan sesleniyor, ben kusura bakma evladım hanım rahatsızlanmış, başka zaman gelirim dedim, koşa koşa geldim buraya”
Ses kayıt düğmesine bir daha baktım, evet basılı, iyi ekmek çıkacak buradan.
“Sonra yolda Tuba aradı, baba ne yapıyorsunuz, nasıl geçiyor dedi, nasıl ne yapıyorsunuz dedim, ben unutmuşum kızım yeni gidiyorum daha dedim, eyvah dedi, sorma yahu dedim, Kaan aramasa hatırlamayacağım bile dedim, Tuba da “aaa Kaan da mı oradaymış” dedi?!?!?!?!?!?”

Artık kesin eminim, ayağa kalktım şişeyi kontrol ettim, “Kaan bak doğru söyle, bir bak şu şişeye, Bulgar malı filan içiyorsak bak, yol yakınken geri dönelim, ben gerçekliği kaybettim” dedim.

İsli uskumru geldi masaya da rahatladım biraz. Ekmek banarken yavaş yavaş normale döndüm. İyi ki bir hafta önceden ayarlamışım bu programı, maazallah bir kaç ay önceden sözleşsek şu anda birimiz Kars’ta birimiz Mersin’de kalanlarımız da Düzce tarafında aynı anda yemeğe oturacakmışız.

Turgay abi devam etti, “Buradan da” dedi “bize gideriz, birer kahve içeriz, hemen şuranın üstü bizim ev”
“Turgay abi, artık ben senin adres tarifine bile güvenmiyorum” dedim. O da “Kaan var, artık bir şey olmaz” dedi, “O bulur evi en azından”

Nasıl bir Ege Sofrasına düştük bilemiyorum dostlar, çok başka yerlere gidiyoruz. Kaybolmazsak iyi, gerçi masada Kaan var, o bizi toparlar.

  • IP logged
« Son Düzenleme: 03 Mayıs 2021, 06:40:15 Gönderen: Hasan Toparlak »
Yaşayıp gidiyoruz.

 
Yukarı git