Temmuz ayı idi. Güneşli bir hava da Marmara adasından çıktık. Rotamız Kalamış. Rüzgarsız hava çarşaf gibi deniz. Cengo iskele hıç tarafta uzanmış elinde buz gibi biralar. Isınmadan içmeye çalışıyor bir an önce. Bir saat sonra Tekirdağ üzerinden bir hava belirdi. Sanki bizi farketti üstümüze geliyor. Öyle bir noktadayız ki ya Marmara adasına kaçacağız ya da yürüyeceğiz. Yaptığım en uzun rota ki o da çok uzak geliyordu Kalamış Burgaz arası. Hiç böyle hava görmemişim. Kaçsam mı yoksa devam mı etsem? Cengo sen bilirsin kaptan sensin diyip içeri girip uzandı.
Marmara Ereğlisinde " Bilader" i arıyoruz. Burası çok kötü buraya gelmeyin diyor. Kabaali o zaman Büyükçekmece 'de "burası uçuyor " diyor.
Aklıma Haldun Sevel 'in yazıları geliyor. Bir siklon bu. Kaçmayın üstüne gidin, üstünüzden geçip gider diye okuduğum bir yazısı vardı. Tembih etmiş bir de. Yeterli brendiniz oldun ama! diye. Baktım yeteri kadar yürüyen adam stoğu var. Döndüm Marmara Ereğlisine.
Uzatmayalım hava bindirdi. Masmavi deniz koyu griye döndü. Bulutlar sanki denize değecek. Rüzgardan önce dalgaları geliyor. Meşhur üçlemeler. İlk orada tanışıyoruz kendileri ile. Öyle korkuyorum ki ufka bakamıyorum. Marmara Adası tarafı ise pırıl pırıl. Döndüm o tarafa bakıyorum. Cengo doğrulup "kahve içermisin ? " diye soruyor.
Ne ilginç adamdır bu Cengo. O havada fındık kabuğı gibi sallanan teknede kahve yaptı bize. İçine bastık yürüyen adamı. O 'nun rahat hareketleri ve sert kahve ile sakinliyorum. Marmara adasına mı dönseydim? Öyle çekici geliyor ki o anda. Ama artık dönmek anlamsız. Bakalım Haldun üstad haklı çıkacak mı?
O an şöyle düşündüğümü hatırlıyorum. Keşke demenin bir anlamı yok. Yapabileceklerimi yapıp bekleyeceğiz ki Tayo Mar bizi sağ salim götürsün. Artık olan ve olacak her şey kendi irademiz dışında idi. Doğanın devasa gücünü izlemekten başka yapacak bir şey yoktu. Haldun Sevel neden yeteri kadar brendiniz olsun dediğini daha iyi anlamıştım o an.
Yelken bana doğanın devasa gücü karşısında çaresiz kaldığımda sadece yapabileceklerimi yapmamı ve sonrasında beklemeyi öğretti.
Bu sevimsiz günlerde de hissettiklerim 2013 yılında Marmara adası dönüşümde yaşadığım duygular ile aynı. Global bir feleket ile karşı karşıyayız. Tüm dünyadaki ağırlığı bir gram bile olmayan bu virüs karşısında tüm dünya çaresiz. 2013 yılında olduğu gibi elimizden gelen önlemleri alacak ve böyle havalarda teknemizi nasıl seviyor ve güveniyorsak hayatı da öyle sevecek ve dört elle sarılacağız yaşama. Klasik olacak ama esir olsak da teslim olmayacağız işte. En iyi aşı işte bu.
Doğanın bu gücüne karşı saygı ile eğilmek, kayıplarımız için yas tutmak ve bu fırtına geçene kadar hayatımızın dümeninde kalmak tek yapabileceğimiz şey. BU çağresizliği küçük ölçekte de daha önce yaşamış olmanın verdiği tecrübe bir kez daha iyi ki denizlerdeyiz dedirttiryor insana.
Bu kötü günler geçecek mi bilemem. Bence dayanacak cesaret ve gücümüz en önemli ihtiyacımız. Bir yabancı bir denizci sözü ile bitirelim. " İçelim ! çünkü hiç bir denizci hikayesi salata yerken anlatılmaz"
Hep beraber denizlerde görüşmek dileği ile İyi seneler olsun. lütfen! ve Gerçekten !