Sevgili Utku eskilerden dem vururken, Elbirlik teknesinden ve yarışçılığı 90 lı yaşlarına taşıyabilen Samim Arduman, Süleyman Dirvana abilerimiz gibi başka bir duayen yelkenci olan Fikret Elbirlik Abimden bahsedince , onunla beraber yaşadığımız bir fırtınalı aşağı yarışını paylaşmak istedim.
Yelkencilik öncelikle insanın kendi fiziksel ve mental limitlerini devamlı sınadığı bir spordur. Yarış yelkenciliği ise tam bir takım ruhu gerektirir.Birbirinize hatta tüm rakiplerinize dahi hayatınızı emanet ettiğinizi bilirsiniz.Kısa komutlarla saniyeler içinde pek çok işlem senkronize olarak yerine getirilmek zorundadır.En güzel tarafı da bu sporu çok ileri yaşlarda da sürdürebilme ayrıcalığıdır.
Yarış yelkenciliğinde fırtınadan kaçma lüksünüz yoktur.Tam tersine üstünüze çullanan Deli Haydar’ı son nefesine kadar hız ve performansınız için kullanır,ekibi ve tekneyi limitlerinin üzerine çıkmaya zorlarsınız. Ekip, tek vücut gibi harekete alestadır.Panik atak, korku travması gibi mefhumlar aklınıza bile gelmez.Beyninizde tek bir şeye odaklanırsınız.
Rakiplerin önünde finişi görmek…
90 ların başları,sıcak bir Temmuz öğleden sonrası.
Ekibimiz Fikret Abimizin teknesinde Çengelköy önlerinde start heyecanı yaşıyor.O zamanlar internet , uydulardan alınan isabetli veriler, GSM,3G gibi teknolojiler daha hayatımıza girmemiş,ancak telsizden gelen hava raporu kuvvetli poyraz veriyor
Sayımız yeterli değil ama denize çıkıyoruz ya.. gerisi ne gam…
Teknede Abimiz dahil 6 kişiyiz.Yarış yelkenciliğini iyi bilen diğer iki kisiden biri Egeli..
Konuşkan,sıcakkanlı bir dostumuz.Eskiden milli takımımızda uluslararası arenada büyük başarılara imza atmış,oğulları da yelken sporumuzda yüzümüzü güldüren, doğuştan denizci canımız.İkinci arkadaşımız ise sıkı bir dragon yarışçısı.Bu üc yarış ustamız dümen, ana yelken,taktik navigasyon gibi görevleri üstlendiler.Geri kalanlarımız da ön yelkenler,piyano,baş üstü,runner gibi işleri görecektik.
Kayığımız,Abimizin kisa bir sure once ithal ettigi bir yarış teknesiydi.
12 m.boyunda,yeke dümenli,kesirli armalı yerinde duramıyan çil çil bir hız tutkunu.Ekip sayımızın neden yetersiz olduğunu böyle uzun bir rotada yarış düzeninde gidecek olan bu tarz tekneleri bilenleriniz anlamıştır.Bir sürü trim ve ince ayar gerektiren runnerlı bir arma,gardrobunda çeşitli cenovalar ve balonlar ve bu yelkenleri sıkça değiştirerek basan,mayna edilenleri dikkatlice elleyen (katlayan)ve bir paraşüt gibi yeniden kullanımda özellikle balonların çaparizsiz açılmasını sağlıyan kas gücü.Bu ekip ve ekipman, İstanbul-Foça ve Foça-Bodrum etaplarında kayığı hiçbir motorun sağlıyamayacağı hızlara ulaştırmak ve teknedeki pervaneyi yok saymak zorunda.Çünki motor gücüyle tekneyi dakika mertebesinde dahi ilerletirseniz kendinize ve sevdiğiniz bu spora ihanet etmiş olursunuz.(bazı ülkelerde yarıştan önce şaftların mühürlendiği gerçek olsa da bu bizi bozar.)
Start işareti ile balonumuzu basıp boğazın muhteşem manzarasını rengarenk kelebekler gibi süsleyen diğer teknelerle beraber rüzgarı arkamıza aldık.Daha sonra kalınlarıyla değiştirecegimiz bu balonun günler geceler boyu ampul gibi tepemizde asılı kalacağını ve bize kök söktüreceğini nereden bilebilirdik.Ama diledik ve oldu.Kumkapı açıklarından itibaren öndeki teknelerden biriydik ve arkadaki grup devamlı uzaklaşıyordu.Rüzgar 15 kt.larda ve balon için harika bir açıdan gelmekteydi.
Büyük Çekmece açıklarında arkamızdan koşturan poyraz efendi çoluğunu,çocuğunu da yanına alarak kovalamaya başladi.Rüzgar üstüne koydukça balonu vinçleyenden tutun runnercisina kadar hummalı bir faaliyet içine girdik.Egeli,yekeyi iki koluyla zor abrıyor,tekne arkamızdan an be an daha yükselerek gelen dalgaların kucağına oturarak yukarıya çıkıyor ve sonra sörfe başlıyarak yokuş aşağı inanılmaz süratlere ulaşıyordu.Adrenalin burnumuzdan fışkırıyor,limitler zorlandıkça bağırtılar,şen çığlıklar kahkahalarımıza karışıyordu.Marmara Adası pruvamızda büyümeye başlamıştı ve rüzgar kol gibi gelmekten öteye çoktan geçmişti.Gösterge hakiki rüzgarı 60 kts.ve üzeri olarak gösteriyor,planing’e çıktığımızda süratimiz 20 lere vuruyordu.Çok riskli bir seyir yaptığımızın hepimiz farkındaydık.Arkadan gelen dalgalar 2 katli bina boyuna erişince kızımız hırçınlaşmaya başladı.Egeli,ayaklarını karşıya dayamış,bağrına bastığı yekeye artık kollarıyla değil,tüm bedeniyle hakim olmaya çalışıyor,apaza kaçmaya çalışan tekne,bumbanın ucu suyun içerisinde broçlara sık sık giriyor,ekip vardavela tellerine asılı maymunlar gibi, altlarından kayan,dümen dinlemiyen teknenin üzerinde tutunmaya çalışıyordu.Direk kirilmasiyla bitecek istenmeyen bir kavancadan korktuğumuz kadar broçlardan pek tedirgin olmuyorduk da bazan tekne o muhteşem süratle kafayı denize gömüyor,”işte şimdi knock-down,ulan buraya kadarmış”dediğimiz anlarda bu savasçı kız ,”korkmayın beyler.ben bu işler için yaratıldım.”dercesine sudan başını çıkarıp bizlere kovalar dolusu ferahlatıcı denizleri hediye ediyordu.
Denizcilerin özellikle firtinada iseler ilk görevi teknedeki diğerlerini kollamaktır.Böyle bir havada denize düşeni MOB manevrasının kralı olsanız bulmanız imkansız gibidir.Bir ara Abimiz navigasyon kontrolu icin kamaraya indi. Birkac dakika sonra o gürültu patırtı içinde iniltiye benzer bir feryat duyar gibi oldum.Sesimi duyurabilmek icin var gücümle “Abi iyimisin “ diye bağırdım.Kamara ağzinda beliren bembeyaz kasılmış yüz pek iyi şeyler ifade etmiyordu.Ekipteki hiç kimse o an yaptığını bırakabilecek durumda değildi.Yine de yanımdakine vinç kolunu uzatıp kamaraya zıpladım.Zorlukla konuşmaya calışan Abimiz,Neptun Hazretlerine sunduğumuz secdelerden birinde içerde havaya uçuyor ve göğsünü navigasyon masasının köşesine vuruyor.Hemen üstünü sıyırıp baktım. Vaziyet kötü.Göğüste geniş bir morarma başlıyor,dokunduğumda takallüs eden yüzü ne denli acı çektiğini gösteriyordu. Evet,Abimizin kaburgaları kırılmıştı.Hemen kuvvetli birkaç ağrı kesici tablet yutturdum ve koltuk altlarından aşağıya tüm göğüs bölgesini elastik bandajla sıkı sıkı tesbit ettim.Rüzgaraltı kanepeye uzatıp,kımıldamadan yatmasını istedim ve işimin başına yukarı çıktım.Meraklı gözlerle bana bakan arkadaşlara durumu anlattım.
Yenmemiz gereken bir fırtına vardı ve hepimiz en kötüsünü kabullenerek yola çıkmıştık.Arada bir kamaradan içeri uzanıyor ,durumunun daha rahatladığını yüzünden anlıyor,seviniyordum.Artik telsizden gelen iç karartıcı haberler bile bizi etkilemiyordu.Rus Alex direği kırmış,Filanca yelkenleri parçalamıs.Falancanin çarmıkları kopmus.Sahil Güvenlik botu Marmara Adasının güneyine sığınmış. Vs. vs. vs. Hiçbir şey bir insanin sağlığından önemli olamazdı. Bu berbat olaydan 3 saat kadar sonra geceyarısına doğru peşimizi hiç bırakmayan fırtınayla beraber Çanakkale Boğazına girdik.Rüzgar etkisinden birşey kaybetmemiş ama dalgalardan nihayet kurtulmuştuk.Müthis bir süratle ve balon seyriyle boğazın ortasından aşağı inmeye başladığımızda Abimizin başı kamaradan çıktı.Hep bir ağızdan yatmasını kıpırdamamasını rica etsek de,”Arkadaşlar ben kendime ekibini bıraktı,kamarada yarışı bitirdi dedirtmem. En azından yanınızda olmalıyım.”diye cevaplayarak girişe oturdu.Çalkantısı bitmiş teknede istifini bozmadan taktisyenliğe devam etti.Nara Burnunu çakarlar arasından dönmeye çalışırken yukarı çıkan bir gemiden hızlı bir kavançayla son anda kurtulduğumuzda birkaç metre yanimizdan geçen geminin kaptanının yukarıdan “Yahu siz manyak mısınız,deli misiniz kardeşim *diye avaz avaz bağırmasına da “Kaptan dikkatli ol,arkadan bir sürü manyak daha geliyor “cevabıyla keman teline dönmüş sinirlerimizi boşaltıverdi.O küçücük tekneden öyle bir kahkaha patladı ki sanırım derin uykuda olan Çanakkale komple yataktan düşmüştür..
Tanyerinin kızıllığıyla beraber Bozcaada’nın silueti belirmeye başladığında tekrar sert havayı aldık.Bu kez Selanik taraflarından kalkıp gelen Muhterem “Eşek İmbatı” sabahın köründe mesaiye başlamıştı.Neyse daha afyonu patlamamış olacak ki fazla eşeklik etmeden,deniz kaldırmadan neşeli bir seyirle bizi Midilli’nin batısından Foça’ya attı.Foça Devlet Hastanesinde kırıklara ilk müdahale yapıldı ve İzmir’e gitmemiz önerildi.Abimizle ben bir taksiyle Universite Hastanesine ulaştık.Daha detaylı bir muayene sonucu 5 kaburga kırığı tesbit edildi.Göğüs daha iyi sargılandı.Kapıdan çıkarken kendisine hiç hareket etmemesi ve uzun süre yatması gerektiğini söyleyen doktora cevabini hiç unutamadım.”Oğlum,koca sene bu hayalle yaşamışım,bırak ta iyileşeceğim yeri kendim seçeyim.” Tabii tahmin ettiğiniz gibi bir hafta boyunca tüm etapları,koy içi yarışlarını hep teknede geçirdi.Yarışlar bittiğinde bir gazetecinin yarış sürecinin nasıl geçtiği sorusuna da herdem delikanlı Egeli atılarak o güzelim ege şivesiyle “Maamara bizi ağzıne alıveedi,çalkeledi,çalkeledi tükürüveedi,Neyse ki Ege’de paklandık “deyivermişti.
Sevgiyle..