Bu konuyu açmak dün fuarda Mustafa Ertör Reisimiz sayesinde aklıma geldi. Stantlardan birisinde yüksek sesli korna var mı? diye sorup sonrasında bana bir iki sene önce başından geçen bir motor yat tehdidi macerasını kısaca anlattı. Anlatırken yüzündeki ifadenin ve renginin sanki o anı tekrar yaşıyormuş gibi aniden değişmesi beni çok etkiledi.
Yaşadığımız ülkede ne yazık ki “yolda yürümeyi bilmiyor” dediğimiz pek çok insan var. Başka ülkelerde böyle bir deyim var mıdır acaba? Bu tarz insanları yıllarca kara yollarında gördük ve maalesef bir çok ölümlü kazaya neden oldular. Öteki dünyada yanında arkadaşını da getirirsen ceza indirimi olacağını düşünüp kendileriyle birlikte başkalarını da ziyan ettiler. Aslında böyle şeylerin şakası olmaz ama karada, denizde ve havada çok dikkatli olmamız gereken bir ülkede yaşıyoruz. İnsan kaynaklı deniz kazalarının olasılık yüzdesi, karadakilerden çok daha düşük olmasıyla beraber kurtulma olasılığı da düşük sayılır.
Hepimiz sorumsuz denizcilerle karşılaşmışızdır ve bu sayede tecrübelerimizi artırmışızdır. Ayrımcılık gibi olabilir ama motor yatların bu konudaki sabıkaları, yelkenlilere göre hayli kabarık. Ama sadece motor yatlar değil. Bizi gördüğü halde görmemiş gibi yapan feribotlar ve büyük gemiler de denizlerimizde birer tehlike deposu. Bizim teknemiz bir balıkçı barınağında olduğu için giriş çıkışlarda balık tutmak için sandallarıyla bir anda önümüzde beliren amatör balıkçılar bile bazen korkutabiliyor.
Bu başlık altında başımıza gelen insan kaynaklı zor durumları ya da sorumsuz denizci tiplerini yazarsak birbirimizin deneyimlerinden faydalanabiliriz. Bazıları unutmak istediğimiz kadar korkutucu olsa da burada paylaşmak iyi olabilir. Bazıları bizim yaptığımız ciddi ya da ufak hatalar da olabilir. O anda yaşadığımız sıkıntıyı daha sonra gülümseyerek hatırladığımız olmuştur. Komedi eskimiş dramdır sonuçta. Ben aynı gün yaşadığımız iki olayla giriş yapıyorum.
Koca Deryada kafa tokuşturmaca
Ağustos 2015
Harika bir Pazar günü. Rüzgar 15-20 knot arası poyrazdan esiyor. Ekim’i alalı altı ay bile olmamış. Yeşilköy sahillerinden uzaklaşmadan 5-6 millik bir bölgede gide gele yelken seyri yapıyoruz. Uzunca bir Pazar keyfinden sonra barınağa dönmeye karar veriyoruz. Güneşin batışına bir saat kadar var yok. Yaklaşınca yelkenleri topluyorum. Yekede Ece var. Barınak girişine 1 milden az kalmış. Karşıdan mavi bir tekne geliyor. 7-8 metre uzunluğunda ufak balıkçı teknesine benziyor. Tam pruvamızda olduğu için Ece rotayı sancağa kırınca onun yolundan çıkıyoruz. Ama o da bize doğru dönüyor. Bu sefer iskele yapıyoruz onlar da yine yön değiştirmez mi. İyice yaklaştılar Ece motoru boşa alıyor, yavaşlıyoruz. Tekne yaklaştıkça üstünde abartısız an az 15 kişi olduğunu görüyorum. En önde 2 erkek bir kadın ayakta durmuşlar reisin görüşü tamamen kapalı. Ben ellerimi kollarımı açtım bir yandan bağırıp bir yandan işaret ediyorum. Öndeki üç kişi dönüp reisi uyaracaklarına bana bakarak komik bir durum varmış gibi sırıtıyorlar. Mülteci kaçıran bir tekne gibi. Birisi bana anlatsa inanmam. Çarpışma kaçınılmaz. Ece’ye dönüp tornistan diyeceğim. Ben başımı çevirip göz göze geldiğimizde O da aynı kararı vermiş zaten. Ben yerden kakıcı alıyorum sanki işe yarayacakmış gibi. Bizim tornistan başlarken karşı tekneyi kullanan kişi de ayılıyor. Hız kesiyor. Biraz yavaşlasa da gelip bizim öndeki demire çarpıyor. Çarpma çok hafif şiddetli. Bizim demirimiz, diğerinin pruvasını biraz zedeliyor. Ahşap fiber çarpışması değil ahşap demir çarpışması oluyor. Ben sinirden çıldırmış haldeyim. Karşı Reis gelip özür diliyor. Hasar yok görünüyor. Sakinleşmeye çalışıyorum olmuyor. Hışımla barınağa gelin diyorum. Biz barınağa dönüyoruz. Gelirken bir yandan da kimsenin denize düşmemesine şükrediyorum. Allah bilir o teknedekilerin çoğu yüzme bilmiyordu. Kadın Erkek Çoluk çocuk doluşmuş nereye gidiyorlar? Teknelerinde adam gibi donanım yok. Can yeleği ya da simit yok. Şaşırmamak işten değil. Biz yerimize yanaşırken tesadüf komşu reislerden beş altısı tam bizim teknenin olduğu yerde sohbetteler. Gerginliğimizi anlıyorlar. Olayı kısaca anlatıyorum. Adamı şikayet edeceğimi söylüyorum. “Kimsede bir şey yoksa boş ver diyorlar. Rahat ol olur böyle şeyler.” Ben de ikna oluyorum. Çünkü gerçekten kısacık yol boyunca birisinin düşüp boğulmamasına sevinir hale gelmişim. Diğer tekne ortada yok. Denizde de “arazi olmak” deyimi biraz tuhaf kaçar. Hulusi Gülen Reis “kornanız yok mu?” diye soruyor. Utanıyorum. Spray şeklideki kornalardan teknemizde var. Ama içerde bir yerde duruyor. Bana tüm seyir sırasında kolay yerde bulundurmamı tembihliyor. Ben kendimi de suçlamaya başlıyorum. Neyse beni teselli ediyorlar. Hepsinin başına benzer durumlar gelmiş. Reisler teknelerine dağılıyor. Biz de etrafı neta edip havuzlukta oturup kahvelerimiz içiyoruz.
Varan 2 “Burası neresi abi?”
Biraz sonra 10-12 metrelik bir motor yat giriyor barınağa. Doğruca bizim tarafa geliyor yavaşça. Teknede altı yedi erkek var. Hepsinde Cübbeli Ahmet sakalı var. Üstleri çıplak altlarında kıspet benzeri uzun şortlar. En önde birisi cep telefonuyla konuşuyor.
- Murat abi biz geldik sizin marinadayız görüyor musun bizi? Girdik şimdi”
Karşıdan olumsuz yanıt geldiği belli. Şaşıran bir yüz ifadesi. Bana doğru:
-Abi burası neresi? Ataköy değil mi?
Yok yok bu kötü bir rüya olmalı. Daha yarım saat önce başka bir belayla cebelleştik. Nerede olduğunu bilmeyen bir tekne. Hem de İstanbul’da. Hadi denizciliğin zayıf. İstanbul’u da mı bilmiyorsun birader? Nasıl bilmezsin Yeşilköy’de olduğunu? Neyse şoku atlatıp,
-Yeşilköy diyorum.
Karşı tarafa iletiyor:
-Abi Yeşilköy'müş burası sana uzak mı?
….
-O zaman buradan alırız eyvallah. Telefonu kapatıyor.
- Abi burada mazot nereden alırız?
Allahım yarabbim! Olamaz böyle bir şey. Nerede olduğunu bilmeyen, ve yakıtı bitmiş bir motor yat. Hava kararmak üzere. İnanması çok zor.
Adama burada yakıt satılmadığını söylüyoruz. Hulusi Reis’te büyük bir bidon dolusu mazot varmış. Bende boş ufak 10 litrelik bir bidon var. Onu Dua teknesine büyük bidondan mazot aktarsınlar diye veriyorum. Ama önce biraz yanaşmaları gerek. Öndeki reis diğer teknelere çarpmayayım diyor. “Ah ne düşünceli adam!” diye düşünüyorum. Eğilip yerden uzunca bir şey alıyor. Kakıç beklerken uzun saplı süpürge çıkmaz mı? Ben saf saf buna da şaşırıyorum. Bidonu doldurup Ekim’e dönüyorum. Hava kararıyor. On litre mazotu depolarına boşaltıyorlar. Hulusi Reis para önemli değil demişti ama ben de 40TL'lik mazot için ceza olsun diye 50TL alıp Hulusi Reise iletiyorum. Teşekkür edip “Allah razı olsun” deyip karanlığın içinde kayboluyorlar. İçimden bu sorumsuz adama “Peki Allah senden razı olacak mı ? “ diyorum. Bu sorumsuzlukla bir kazaya neden olsan, arkadaşlarının çoluğuna çocuğuna, annesine, hanımına hangi yüzle bakacaksın? “
Aynı gün içinde karşılaştığımız bu iki sorumsuz denizci, uzun zaman aklımdan çıkmadılar. Denizlerde böyle yüzlercesi yok mu?
Hava durumu, deniz durumu, teknik problemler her zaman olabilir. Ama sorumsuzluktan kaynaklı sorunlar özellikle cana kastediyorsa çok ciddi sonuçları olabilir.
Canınızı sıktıysam af ola. Bu tarz konular da konuşulursa birimizin deneyimi diğerlerine de geçer. Yurtdışına seyir yapmış reisler, bu sorumsuz denizcilerden başka yerlerde de var mı, bilgi verirlerse öğrenmiş oluruz.