Geçen hafta izlemiştim filmi.
Etkilendim tabii ki. "Etkilendim" demek anlatamıyor tam da düşündüklerimi. Bir çok kırıklık, soru işareti, ikilem, "ben olsaydım..."larla kalakaldım bittiğinde.
Gezgin, seyyah, abdal, muhacir, sığınmacı, kaçak, mülteci, turist; yaşadığı yere sığamayan, başka yerlerin peşine düşen insanın adları. Kolomb'lardan, Marko Polo'lara, Evliya Çelebi'lerden Star Trek'lere, oradan da bu günlere...
1923-24 mübadelesiyle Kavala'dan buralara zorunlu göçe tabi tutulan insanların torunu olma vesilesiyle belki, bu kavramlar çok erken girdi duygu ve düşünce alanıma. Bugün göçlerin, muhacirliğin zorunluluk hali bile belirsizleşirken, ülkelerde artan milliyetçi akımlara neden oluşuna varan, yaşam sıkıntısı çeken büyük bir kitlenin sosyal olgusu olarak görüyorum tüm bunları. Sadece sıcak savaş göçün nedenleri değil. Açlık, hastalıklar, yaşam güçlükleri de insanları gelişmiş ülkelere çekiyor.
Son yıllarda, komşu ülkelerdeki sıcak ortamla, bu ve benzeri olgularla daha yakından tanıştık. Ülkelerini bırakıp da gelen insanlara karşı oluşturulan nefret söylemlerinin yanında, plansız ve kontrolsüz bir şekilde kabul edilen sığınmacıların günlük hayatımızdaki olumsuz etkilerini de yaşamaktayız.
Filmde olay bir parça daha netleşmiş durumda -bana göre-; Bu, batmakta olan bir teknedeki insanları kurtarmak, olarak ifade edilebilir. Karmaşa, ikilem, telsizler açıldığında başlayıp -ülkelerin yönetimleri, yasaları, uygulamaları işe karıştığında- dolaşıyor iplerin uçları. İnsan olmanın, insanca davranmanın nasıl olacağına uzanıyor sonraki süreç.
İnsanlar arasında sosyal ve ekonomik uçurumlar ve ülkeler arasında sınırlar olduğu sürece çözülecek bir şey gibi gelmiyor bana.