Lagada
İşlemler bitince, hava kararmadan Sakız limanından Lagada köyüne doğru yola çıktık. Gün batarken Nostos restoranın masalarından birine dört kafadar demir attık. Tekne sahibi arkadaşımız Hasan, Uygar, Serhan ve bendeniz cennet kuşu. Teknemiz de Silence isminde güzel bir kız. Bazen hanımlar olmadan böyle çıkılan seyahatler enfes oluyor, yine aramızda kalsın. Dandun, bol şamatalı, aman hanımefendi ne der stresi olmadan, kaba saba, asker muhabbeti şeklinde. Hediyelikçileri, takıcıları gezme stresi de yok, oh. Ay yoruldum, daha gelmedik mi, ben bi fena oluyorum ayollar filan da yok. Akşam havuzlukta uyuyakaldığın tişört ve şortla sabah uyanıp denize atlayınca, biz salak-saftorik erkekler mutlu oluyoruz işte. Kalk yerine yat, ay o şortla bi de yatağa mı yatacaksınlar filan da yok. Basit, düz, direkt saçma ama sokak çocuğu stili. Ya da belki de hanımlar bizi arasıra “kendimizi özgür sanıp da mutlu olalım” diye bilerek böyle gezilere yolluyorlardır. Vay anasını, hiç böyle düşünmemiştim! Yoksa!!!!
Eskiden Lagada’da herkes Passas restorandan bahseder, oraya giderdi. Son senelerde ne olduysa köşedeki Nostos restoran çok daha popüler hale geldi. Fiyat ve güler yüz olarak sanırım bir kaç tık öne geçtiler. Bol kakara kikirili, aman ne kadar da özgürüz huleynnn saçmalıklı, beşinci sınıf kötü esprilerimizi savurduğumuz, neredeyse zzztt Erenköy seviyesinde bile çok fena eğlendiğimiz, hanımlar olsa bu kadar rahat olamazdık, vurduk masaya biz gidiyoruz dedik, tek kelime edemediler, ne kadar da taş fırınız, Allah canımızı almasın konulu ruh halimizle geceyi sonlandırıp tekneye geçiyoruz. Bol meze ve deniz ürünlü ve 4 adet 20 ‘lik uzo içilen masaya gelen hesap 64 euro. Balık almıyoruz, hep meze kafasındayız. Kenara kaydedelim. Masadaki herkes mühendis-mimar olunca illa yol boyu karşılaştırmalı maliyetler de geyik konusu olacaktır. Sakız’da hep Kazanisto marka uzo söylüyoruz. Diğer adalarda yok. 20 lik şişeleri boşalınca hemen atmayın, yanınıza alın. Kapağı açınca ağız kısmının çok güzel dizayn edildiğini göreceksiniz. Zeytinyağı, sirke vs koymak için harika şişeler.
Lagada’da Temmuz ayında geceleyen tekne sayısı rakamla 1, yazıyla “bir”... O da biz! Sakız liman içinde de demirli ziyaretçi tekne sayısı 2 ya da 3 idi! Akşamüstü restoran ve cafeler boştu. Ara sıra yemek yediğimiz köşe konumda, Bosphorus muydu neydi, bir restoran vardı, kapanmış! Dükkan boşaltılmış. Sakız kordonunda, ki en çok işleyen bölge, kiralık dükkanlar vardı. Sakız’a ve Sakız turizmine bir şeyler oluyor. Ya da belki de adanın en büyük gelir kaynağı olan “bizlere” bir şeyler oluyordur. Durum sadece Sakız’a mı özgü, bilemiyoruz, ileride bu konuya gene geleceğiz.
2 Temmuz. Lagada’da sabah. Korna çalarak geçen kamyonetli manav, köyün sessizliğini yırtıyor. Köyün sabah nüfusu tamamen 60 yaş ve üzeri. Sabah yürüyüşünde her gelişimizde mutlaka yoldan çeviren teyze gene bizi yakalıyor. Bir yandan dükkanı süpürüp, cafeyi açıyor, bir yandan da bizim gibi geçenleri çay var diyerek oturtuyor. Waffle yapan cafe işte, giderseniz teyzeyi görürsünüz. Dere ve üzerindeki şirin köprüyü gene dayanamayıp fotoğraflıyoruz. Arkadaki fırından gene bir kaç lokma bir şey alarak teknede kahvaltıya oturuyoruz. Köyün deniz kenarındaki ekabir marketçisi gene açmamış dükkanı. Kafasına göre açıyor. Lagada Ege’nin bu bölgesinde tüm sessiz ve sakinliğini koruyan tek yer herhalde. Bozmuyorlar arkadaş, insan delleniyor.
Son paragrafta ne çok “gene” kullandım farkında mısınız? Gene, hep gene, her sene gene, çünkü hep aynı, hiç bir şey değişmiyor, bozulmuyor. Değişmeyen yere niye sürekli gelir insan, değişmediğini bile bile? Çünkü şu hızla akıp giden ömürde insan geçmişini sürekli özlüyor. Çocukluğunu, gençliğini, huzuru, sakinliği, dingin ve barış dolu sessizliği, masumiyeti. Niye sürekli, aynı yerlere gidiyorsun diyorlar ya bazıları. Gitmek zorundayım. Vita tenekelerinde çiçek yetiştiren ninemi görebilmek ihtimali belki de beni çeken, sizi çeken. Ya da denizden gidilebilen, bağlanır bağlanmaz yanına gelip para isteyen çakal limancıların olmadığı, kazıkçı restoranların “buyrun, buyrun!” çekmediği sakin bir yere kış boyu duyulan özlem belki de. Ne bileyim anasını satayım.
Buranın huzurunun bozulduğunu bir kere gördüm. 1 Mayıs 2017 ya da 2018, emin olamadım şimdi. Miranda’cığımla Lagada’da rıhtıma aborda olmuşuz. Yerli halk tıklım tıklım doldurmuş köyü. Restoranlar cafeler her yer Yunanlılarla dolu. Sanırım 1 Mayıs tatil diye, akın akın geliyorlar. Dere tarafında kıçtan kara büyücek bir yelkenli ve aborda olmuş Miranda’dan başka tekne yok. Birden kocaman bir motoryat girdi koya. Tekne sahibi yanında pek genç ve güzel bir hanımla tekneyi kullanıyor, kaptanı olduğunu düşündüğüm bir adam da usturmaçaları filan indiriyor. Bir tur atıp büyük yelkenlinin yanına kıçtan kara olacaklar, fakat bir sıkıntı var, zira bu koya göre biraz hızlılar. Motoryatın kaldırdığı dalga önce Miranda’ya yandan vuruyor, sallamaya başlıyor. Kıyıya oturup ayaklarımla Miranda’yı betondan uzak tutmaya çalışıyorum. Fakat öbür yelkenli o kadar şanslı değil. Kıç tarafını betona şiddetlice vuruyor. Yelkenli sahipleri restoranın birinden kalkıp geliyorlar, motoryat ve yelkenli ahalisi arasında arbede çıkıyor. Yemek yiyen, tatilini geçiren yüzlerce insanın seyrettiği bir hengame. Üç tekne var koyda, üçümüz de Türk bayraklıyız, ikisi birbirine girmiş, kavga kıyamet. Neyse, tatsız bir gündü. Polis filan da geldi sonra. Üzücü ve elbette utandırıcı bir durum.
Yaşayıp gidiyoruz.