Güllük-Kıyıkışlacık-Kazıklı koyu-Didim-Akbük-Güllük rotasını yelkenle tamamlayıp Güllük körfezini bitirdim.
4 Beaufor havada, dalgalı denizdr, pupa seyrinfr,kano yüklü halde, 7m2 mizana ve 2.5m2 ön direk yelkeniyle 4 knot üzeri hızlar yakaladım.
Kano boş ve deniz düzken daha yüksek hızlar yakalamak mümkün.
Genel olarak kanonun denge, konfor, hız, abrama konularında iyi bir seviyede olduğunu düşünüyorum. Daha erken olduğunu tekrar etmeliyim. Önümüzdeki haftalarda kanoyu daha çok zorlayacağım.
Ebabil Artık Uçuyor
Güllük Körfezi seyirlerinden aklımda kalanları aktarmak istiyorum.
İstanbul'dan güneye doğru inerken yolunu uzatıp bana uğrayan bir arkadaşımla Kıyıkışlacık'ta iki gün geçirdik. Yerel halkımızla beşeri ilişkilerim iyi olsa da geçmişten günümüze acısıyla tatlısıyla anılarımın olduğu bir arkadaşımla görüşmek kendimi daha iyi hissetmemi sağladı.
Arkadaşım geceyi pansiyon yerine kanoda geçirmem için yine ısrar etse de teşekkür edip ben kanoya geçtim. Konforla fazla arkadaşlık etmemeliydim. Aksi takdirde beni teslim alabilirdi.
İyi bir uykudan sonra şafakla birlikte uyandım. Çevreme şöyle bir bakındım. Arkadaşım o gün ayrılacaktı. Son bir kahvaltı için sözleşmiştik.
Elimi yüzümü deniz suyuyla yıkadım demeyeceğim. Öyle şeyler filmlerde olur. Deniz suyunu balık buğulama yaparken kullanırım. Ellerimle gözlerimi kuru kuru ovuşturdum. Sonrasında...
Sonrasında deniz beni çağırıyordu, bunu fark ettim. Uyku tulumu ve matımı toparladım, demir aldım. Peki arkadaşım ne olacaktı? Arkadaşım beni anlardı. Konuşmalarımızda kendisine bir çok kere diğer konularda plan yapmadığımı, aslolanın dünya turuna hazırlık için kanoyla olabildiğince çok seyir yapmak olduğunu söylemiştim.
Limandan nasıl çıktığımı anımsamasam da liman dışında mizana yelkeniylre seyre koyulduğumu biliyorum.
Körfezin içinden dışına esen sabah yeliyle yürüme hızına yakın bir şekilde tatlı tatlı seyrederek önce Ziraat adasını, sonra onun komşusu yarımadayı geçip pruvayı Karaburuna çevirdim. Geçen bir balık çiftliği teknesiyle selamlaştık. Onlar belki denize mahkum, bense bir deniz sevdalısı. Yeri gelmişken bir teşekkür de onlara. Seyirler boyunca onların önüne çıkmamaya özen gösterdim. Onlar da bana, bize yani kanoyla bana en ufak bir rahatsızlık vermediler.
Bir süre sonra Karaburun'u da geçtik. Sabah yeli artık bitmeyecek miydi? Bitmedi. Karaburun'dan sonraki koylarda bize biraz ivme kazandıran yel, iki koy arasında kesilir gibi olsa da diğer koya gelince yeniden güçlendi. Bu şekilde İnce burun'u, dolayısıyla bu iki burnu içeren yarımadayı da geride bıraktık. Bir buçuk iki mil ileride bulunan yarımadadaki Teke burnuna olan mesafeyi yarılamışken sabah yeli kesildi.
Ne yapmalıydım? Hakim rüzgarı bekleyebilir, rüzgar esmeye başlayınca Zeytinlikuyu'nun bulunduğu koya girip sabahı bekleyebilir veya beklemek yerine kürek çekip Teke burnunun açığında rüzgarı karşılayıp seyrimi sürdürebilirdim.
Motorsuz seyir yapmakta ısrar edince bu açıdan sanayi devrimi öncesine geri döndüm. Hoş kanoya takılı motor da yoktu ya. Peki o zamanlarda kaptanlar, reisler ne yaparlardı, nasıl yaparlardı? Hataysa, benim yaptığım hataya düşerler miydi? Yoksa o günkü seyri Karaburun'dan sonraki ilk koya girip sonlandırırlar mıydı?
Motorsuz seyirde benim için bir kapıyı açıp arkasındaki gizemli dünyayı keşfetme güdüsü mü yatıyordu? Yanıtlarını belki hiç bir zaman bulamayacağım, belki de gizem sona erer korkusuyla bunun üzerinde düşünmeyi sürdürmekten bile çekineceğim.
Kendimi toparladım. İkinci seçeneği yeğledim. Kürek çekmeye başladım. Çünkü aslolan bir gomina bile olsa ilerlemekti. Durup beklemek düşünmeye başlamaya, düşünmeye başlamak aileyi, yuvayı, kısaca deniz dışında herşeyi hatırlamaya yol açabilirdi. Teslim olmamalıydım!
Biraz kürek çektim, biraz dinlendim. Sonunda Teke Burnu açığına ulaştım.
Rüzgarı beklediğimi çok da hissetmeden gelen rüzgarı karşılayıp Kazıklı koyundaki küçük koylardan birine girip demirledim. Kıçtan karaya da halat çekip gece kanonun dönmesini önledim.
Güvenlik daha çok batıl bir inançtır. Doğada bulunmaz... Helen KELLER