6 Eylül 2015 Pazar.
Bodrum henüz uyumaktayken, baş taraftan palamar botuna tonozu verip aceleyle dümene geri döndüm. Marinanın dar pontonları arasından rüzgarsız havanın avantajıyla kolayca çıktım. Palamara teşekkür ederek Bodrum liman çıkışına pruvamı çevirdim. Hoşçakal Bodrum.
Hava sıfır, gün doğalı biraz olmuş. İskeledeki sığlıkları kollayarak aceleyle mutfağa süzüldüm, ayrılmadan önce altını kapadığım ocaktan çayımı doldurup yukarı çıktım. Otopilotum yok, yolum uzun, konuşacak kimse de yok. Erken konuşmak anlamsız olsa da, planım hava kararmadan Sisam adasına ulaşmak. Sonrası Allah kerim.
2300 devirde mırıldanarak gidiyoruz. Canım birşeye sıkkın da daha bulamadım. Size de olur mu? Uyanırsınız. Gün güzel, güneş pırıl, börtü böcek coşkulu kıvamda, lakin içinizde bir sıkıntı, şuranızda bir yerde “durup duru.” Hani “yatmadan önceki dünden” birşey canınızı yakmıştır da uyanınca unutmuşsunuzdur, fakat sızısı ben burdayım deyip “zonklayıp duru.” Ya nasıl olmaz, bir tek ben miyim bu dünyanın yaralısı, size de olmuştur, bi düşünün ya! Sabah açtın mı gözünü, açtın, mutlu olmak için saha ve zemin şartları müsait mi, müsait, buraya kadar mutabık kardeşler miyiz? Tamam. İşte o anda içinden mutlu olmak gelmez ya… Yatakta tavana bakarken sağ elinin parmak uçlarını birleştirip tavana uzatırsın hakim bey açıklayabilirim stayla. “Yahu yeni bi güne uyandık bugün de ölmemişiz yaşam sevinciyle esnemek varken hakim bey nedir bu içimdeki kaygı” dersin. Hakim iplemez oysa, zira tavandır o baktığın, sabah salaklığındır, HSYK’nın konuyla ilgisi yoktur. Yatakta doğrulursun ve seni o an mutsuz etmesi gereken şeyi hatırlamaya çalışırsın. Lan dün geceden bişey beni üzük üzük üzmüş içimi büzmüştü, neydi o be ya diye … diye… derken… aklına gelir.... Pizacıdan çıkan çocuk!! Tabi ya! Haydi gene yıkılırsın…
Canımı sıkan şeyi hatırladığımda Hüseyin Burnu’na yaklaşıyordum. Düğüm çözüldü çözülmesine de, hiç düğüm çözmüş rahatlığı yok içimde. Ah be çocuk! Seni ben nasıl unuturum? Bir de şu ilerideki Paşa kayalıklarını.
Buruna doğru azıcık esmeye başladı. Beygir gücüm müsait de, pervaneden dolayı, esen havaya karşı gidişimiz zor. Neyse ki dalga kaldırmamış, tıngır mıngır yürüyoruz. Biraz önce Bekçi kayasını iskelemde bıraktım, Paşa kayalıklarını da sancakta bırakarak kuzeye döneceğim. Bekçili paşalı nasıl bir vesayet seyriyse bu. Gece seyirlerinde kayaların orada olduğunu bilmek gererdi bedeni, hep uzak geçerdim, şimdi gündüz ya, pek bi kahramanlık yapıp, pek bi yakınlarından geçtim. Peh peh! Sancak kıç omuzluğumda geride kalan kayalar “sen gece geçersin burdan, görürüz biz seni” diye tehdit ederlerken Turgutreis’i bordalamıştım bile. Geçici sıkıntılar geçti de, kalıcı sıkıntı içimde, şu pizacıdan koşa koşa gelen çocuk meselesi.
Gümüşlük’e yaklaşıyorum. Gözüm iskele baş omuzluktaki o iki adada. Ada bile değil, küçümence iki adacık. Elektronik haritada isimlerini yazmışlar: Imia islands. Haltetmişsiniz. Bizim için o kayaların adı Kardak. 1996 yılına gidiyorum. Yok, Kardak kriziyle ilgili birşeyler söylemeyeceğim. Benim için Kardak Aykut’tur. Aykut Tetik. İlkokul arkadaşım. Sıkı bir SAT komandosuydu, donanımlı, başarılı bir astsubaydı. Kardak krizinin sıcak olduğu günlerde, tatbikatlar sırasında düşen helikopterimizde şehit oldu. Aklımda hep ilk mektepteki neşeli, koca gözlü, koca dudaklı, düz saçlı çocuk haliyle kaldı. Sen gittikten sonra 20 senedir pek birşey halledemedik, hatta eldeki adaları da komşuya sessiz sedasız verdik, bizi affet kardeşim. Hadi neyse, savaşı, siyaseti hepsini geçtim de, senin ilkokuldaki halini özledim be Aykut. Köfteci Kadir’in torunu Aykut Tetik. Nur içinde yat aslanım.
Telsiz anonsuyla kendime geliyorum. Fıstık teknesi, sabah erken saatte çıkmıştı, Turgutreis’ten yakıt almışlar, birkaç saat önümdeler, seyir nasıl gidiyor diye soruyorlar. Sağolsunlar. Biraz açığımda da Urla’dan Scorpio teknesi, kuzeye çıkıyor. Kısa bir haberleşmeden sonra herkes seyrine dönüyor.
Güllük Körfezi, rüzgarıyla davetiye yollayınca, icabet etmek gerektir deyip her iki yelkeni de açtım. Motoru kapatınca sanki hayat biraz daha mı çekilir oldu ne? Dümende oturmaya gerek kalmadan tekneyi idare edecek bir ince trimin ardından mutfağa indim, yiyecek birşeyler hazırladım. Havuzluğa çıktığımda rotada devam eden Miranda’cığıma teşekkür ettim. Otopilot olmaması şimdiye kadar pek problem olmadı. Tekağaç fenerine doğru hava biraz daha üzerine koydu, cenovayı iyice küçülttüm...........
Yaşayıp gidiyoruz.