4 günlük transferi 6 ayda yazarak tarihe geçebilirim sanıyorum, Ee insanın hepi topu bir tane uzun yol hikayesi olunca böyle ağırdan satar
ama artık bitirelim...
6 Ekim 2016 Perşembe - 3. Gün
Sığacık'tan yola çıkarken akşamları 4-5 saat bile olsa bir koyda duracağımızı en azından bir suya girip çıkabileceğimi hayal etmiştim ama Simi'yi geçerken kaptanın zaman ve yol kaybını dile getirerek saatlerce Fethiye'ye girip girmemek konusundaki kararsızlığı bu umutlarımı alıp götürdü. Neyse ki, Fethiye'de geçirdiğimiz bir gece ve sabahın köründe liman barınak dinlemeden gözlerimi serin sularda açmak bana çok iyi geldi...
Hesaplara göre Fethiye'ye girerek Simi'den 60 mil yapmışız aynı mesafede Rodos'un Kuzey burunundan takip ederek devam etseydik Yediburunları karşılayacaktık. Fethiye'de durulan süreye, Fethiye'nin içerisinden Yediburunlar'a da fazladan 20 mili de ekleyince kabaca transferi 16 - 17 saat uzatmışız.
Önceki günlerde seyrimiz 5,5 - 6 kt civarlarında seyretmişti. Dediklerine göre Fethiye'den sonra "aşağı ineceğimiz için" hızlanırmışız. Doğu'ya dönünce özellikle gün boyu esen batı yönlü rüzgarla oluşan akıntıları mı kastettiler anlamadım. Neyse canım sallan yuvarlan gidiyoz işte...
Sabah erkenden yola düşüyoruz yine, hava öyle durgun ki denizin üstü puslu, uzaktan uzaktan usulca önce Ölüdeniz - Belcekız, ardından Kabak koyunu aşıyoruz. Ölüdeniz, turistik hediyelik eşya dükkanında satılan bir nazar boncuğu gibi sanki, o kalabalık mı değerini azaltıyor gözümde bilemiyorum. Ama Belcekız deyince tam tersi, sanki el değmemiş bir cennet geliyor aklıma.. Karadan Ölüdeniz, Denizden Belcekız... Yediburunları geçince efsanelere konu Patarayı geçmeye başlıyoruz, şanslıyız ki deniz süt liman.
Sığacık'tan beri peşimizden gelen 2 sırtı daha hiçbir işe yaramadı ya, Patara'dan çok umutluyum illa ki palamut yapmalı. Evdekiler bile artık nasılsın dedikten sonra balık aldın mı diye soruyorlar. Hay başlıyacam balığına, neler denedim gelmiyor işte namussuz... Patara bitmeyen bir çöl gibi git git bitmiyor, saatler ilerledikçe herkesin anlattığı o palamutlara da kavuşamıyorum. 3 gündür denizde olup da balıksız kaldığım tek zaman...
Çatal adalarına ulaşınca güneşle birlikte hava da dönüyor ve gittikçe kendini hissetiren rüzgarla motor yelken Meis'in güneyini tutuyoruz. Öğleden sonra Meis'e ulaşınca rüzgar iyiden iyiye kuvvetleniyor hızımızı da 1 kn'a yakın artırıyor. Adayı geçip de Kaş tarafına bakınırken büyük bir yunus sürüsünün hoplaya zıplaya üstümüze geldiğini farkettim. Dikkatlerini çekmek için hemen koşup sopayla güverteye vurmaya başladım belki oynarlar bizimle diye ama tam yaklaşmışlarken bir anda yön değiştirip arkamızdan kaybodular. Tam o sıra onlara hayıflanırken olta kasıldı, biz de nasibimizi aldık. belli ki ortamda bir parti var irili ufaklı tüm balıklar orada
Neyse hiç olmazsa şeytanın bacağını kırabildim...
Artık gün batarken Kekova'yı iskelemizde bırakıp 5 Adalara doğru yol alıyoruz..
Ben Navionics üzerinden koca ekranda milimetrik çizdim rotayı ve kendimce adaların arasından geçmekte bir sakınca yok. Kaptan ise daha temkinli; burunu geçtikten sonra benim çizdiğim düz rotada devam etmekle kuzeye çıkıp körfezi biraz daha içeriden geçmekte kararsız. Bütün akşamımız bunu tartışarak geçiyor. Ta ki, 5 Adalara varıncaya kadar. Gece seyri çok ilginç haritaya göre 500 - 600 metre ilerde olması gereken ada sanki dibinizde. Kaptanı ayrı bir kaygılı görüyorum, geçiş esnasında sürekli derinliği, konumumuzu ve görebildiğimiz kadar çevremizi kontrol ederek geçiyoruz. Hikayesini sonradan öğrendim 3 kaptan bir tekneyi getirirlerken adaları geçiş esnasında 3'ü de uyumuş; caanım tekneyle koca adaya bindirmişler...
Geçiş esnasında teknenin pruvasında gözcülük yaparken yakamoz alıyor gözümü, uzun uzun çizgi halinde ışıklar tekneden kaçışıyorlar. Geceleyin seyirde bordamızda oluşan küçük yakamozlara veya denize girdiğimizde yakamozun vücudumuzu sarışına belki buradaki herkes şahit olmuştur ama bu ince uzun ışıklar gerçekten çok farklıydı. Bir süre izledikten sonra arkaya geçip kaptana anlatıyorum; balık bulucuyu gösteriyor, hemen altımız ekranda kıpkırmızı; muhtemelen sardalya sürüsü gösteriyor. Balıklar tekneden kaçıştıkça inanılmaz bir ışık gösterisi oluşuyor. Bu anı hayatım boyunca unutmayacağıma eminim...
Adaları geçince kaptan dümeni Kuzeye Sulu Ada'ya doğru kırıyor. Kaptanın hedefi Sulu Ada'dan Gazipaşa'yı karşılamak ve öylece devam etmek. Bana kalsa hiç bozmadan doğruca devam eder, Anamur burnunu bulurdum. Zaten açık değil mi? ha birkaç mil yukarı ha bir kaç mil aşağı.. İşin aslı öyle değilmiş tabii, körfezin içine doğru, dalga ve akıntılara karşı daha korunaklı olacağımız için bir miktar içeriden seyretmemiz daha uygunmuş. Soru sorarım ama kaptan ne derse onu yaparım. Zaten 2-3 saat seyirden sonra tekrar pruvayı Anamur burnuna çevirdi...
Artık benim için ikinci kritik eşiğe yaklaşıyoruz; Gelidonya feneri... yakından göremiyorsun, ışığı başının üzerinden geçip gidiyor ancak uzaklaştıkça kendini sana gösteriyor. Bu seferde; Deveboynu yaklaşmanın, ulaşmanın ışığıyken; Gelidonya ise gidişin, ayrılışın ışığı oldu... Deveboynu'nu geçerken yaşadığım fütursuz coşku, Gelidonya'da içinde bir miktar da kaygı ve tedirginlik barındırıyordu... Bundan sonrasını daha önce Bülent Abi'nin
http://heyamolahey.com/kose-yazilari/antalya-korfez-gecisi-uzun-surer/30/ yazısının altına yazdığım yerden alıntılayacağım:
Yardımcı Burnunu geçerken geceydi; o gece ilk defa tekne ilerledikçe kaçışan balık sürüsünün oluşturduğu eşsiz yakamozu gördüm. Deniz sonsuz bir ışık hüzmesiyken doğuya doğru önümüz sonsuz bir karanlıktı.
Gelidonya diye haykırdım... Fenerin tepesinden şimdi geçtiğim denizlere bakarak kurduğum hayal aklıma düştü yine, nihayet gerçek olmuştu. Kaptan dedim bak Gelidonya Feneri; şaşırdı isimlerini nasıl biliyorumdu. Bizim kaptan içinse sadece bir çakardı. Yapma kaptan Deveboynuna da çakar demiştin. Gözümdeki yaşı karanlık gizlediyse de sesimin titremesini bastıramıyordum.
Kri-kri istikametini Anamur'a doğru vermişken kaptan dümende bense arkam dönük gözüm hep Gelidonya fenerindeydi taa ki küçük bir nokta kalıncaya kadar...Yeniden görüşene dek..Artık belli ki bir hiçliğin içine dalıyorduk.. Radyo susmuştu, telsiz susmuştu...sadece Marmara Ege Haritası yüklü olan chartplotter detay vermez olmuştu. Belli ki artık başka bir diyara giriş yapıyorduk... Benimle yaşıt Kri-Kri, kim bilir ne denizler gezmişti... Acaba buralara daha önce gelmiş miydi? Kıbrıs'a gideriz Kri-Kri, belki de Beyrut'a ne dersin? Belki savaşlar biter de şöyle tadıyla uzun bir Doğu Akdeniz turu atarız Kri-Kri, ne dersin? Uyumuşum...
Sabah uyandığımda sıfır rüzgar, çarşaf gibi bir deniz ve sonsuz bir mavilik; yer mavi gök mavi; başka hiçbirşey yoktu. İrkildiğimi hatırlıyorum ilk defa karadan böylesine kopmuştum; biraz rüzgar olsaydı daha mı iyi olurdu acaba, gerçi kaptan istemiyordu ya.. Saatler ilerledikçe kaygı yerini huzura, hep olmasını dilediğim o eşsiz anlara bıraktı. Müziği kapattım, kaptana gece uyumadın git biraz uyu dinlen dedim; şimdi yalnızca biz vardık; sonsuz deniz, teknem ve ben. Sanki sırf bunun için almıştım bu tekneyi... deniz de bana bir jest yapmıştı, en ufak bir kıpırtı bile yoktu, bir an kendimi Pasifiği geçerken hayal ettim. Bir farkı olmayacaktı ya sadece fazladan birkaç gün daha... gerçi o zaman motor da çalıştırmazdım, ne anlamı olacaktı ki ?
7 Ekim 2016 Cuma- 4. Gün
İnsan zannediyor ki, sabah uyanacaksın, dümeni eline alıp da yarım gün seyredince karayı göreceksin ama nerede? Kahvaltı, kahve, çook arkamızdan gelen bir geminin öğle yemeğiyle bizi geçerek Alanya, Gazipaşa tarafına yönelmesi, çay, atıştırmalıklar, kahve, yine uzaklarda orkinos olduğunu düşündüğümüz iri balıkların bir top balığa saldırmalarıyla oluşan denizde kaynama, öyle derin içimize gömülmüşken kıyıdan 40-45 mil açıkta belli belirsiz sanki koca bir koltuğa oturmuş insan figürü, ne olduğunu anlamak için rotadan çıkarak yarım saat yol aldıktan sonra yaklaştığımızda yeni nesil koca bir top folyo balonlarla karşılaşmamız... seyir ve seyir. Otomatik pilotu olan bir teknede eminim çok daha daha keyifli olacaktır ama bizde biraz daha meşakkatli oldu dümene ip mi bağlamadık, lastik mi takmadık ne yaptıysak olmadı illa o dümen tutulacak..
Sonra gözlerim karayı aramaya başladı daha önce de sanırım yazmıştım; bir heves koca dağların karartısını,üzerindeki ormanın koyuluğunu görmeyi beklerken bizim kırmızı gözlü, şahin bakışlı kaptan seslendi: "Erman bak kara göründü" Ben burnu ararken o daha içeriden bir beyaz çıplaklığı işaret ediyordu; insan elini. Koca dağ nasıl da erimiş bitmişti insan karşısında...bir an tekrar körfezin göbeğine dönesim geldi... Tabii, karayı görmekle iş bitmiyor; varmak ayrı bir vakıa. Karayı gördüğümüzde akşama doğruydu Anamur'u geçerken yine geceyarısı.. Ne muazzam bir deneyim..
Artık bizim sulara gelmiştik, telsiz canlandı, telefon çeker oldu, sevdiklerimize tekmil verip, sevinçli seslerini duymak da ayrı bir keyif, sanki bir de kahraman oluyorsun, öyle güzel...
Bizim denizler dedim ya, yol boyu kaptan ve ben tek tek, mekan mekan balık maceralarımızı paylaştık, onunki tonlarca, benimki kilolarca; tam balıkçı işi, biraz da abarta abarta... Kızılliman'dan Tisan'a.. Gece neredeyse hiç uyumadım, belki bir iki saat, kuzeyden gelen kaçaklar sırayla bindirdi üstümüze, tam diyorum esti yelken basıyorum, hop kesiyor, 1-2 saat yol gidiyoruz öyle bir bindiriyor yeniden.. pek dalga olmasa da rüzgarı yiyerek sabaha karşı Tisan'a ulaştık.
8 Ekim 2016 Cuma - 5. Gün
Artık hakikaten evimizde gibiyiz... Dün geceden Özden'le konuşup, Taşucu'ndan onu almaya karar verdik. O ilk otobüsle Taşucu'na gelecek, seyrimize Mersin'e kadar onunla devam edeceğiz. Sabah 5 suları Tisan'a vardığımızda başladık deliler gibi balık aramaya, tam da barbun zamanı, yerini bir bulsak eminim Özden'i limanda unuturuz.. 1-2 saat şansımızı denedikten sonra kayda değer bi'sey çıkmayacağını anlayınca Taşucu'na devam ettik...
5 gün seyir - 2 gün de ondan önce İzmir'de geçen zaman hepi topu 7 gün ayrı kalmışız, çok daha uzun zaman görüşemediğimiz oldu ama demek deniz insanı harbiden acıktırıyor : ) Liman'da karşılaşmamız çok hoştu, çok da duygulandım.. Kalan 8-9 saatlik yolumuzda artık ekip tamamlandı...
Ve kaptan dümene geçti...
Bizim sulara geldik dedim ya, hakkını vermeli tabii; Sığacık'tan Taşucu'na kadar sadece Kaş açıklarında bir tane Yazılı yakalamışken, Taşucu - Erdemli 5-6 saatlik seyirde tamı tamına 16 tane palamut yakaladık
Seyrin son kısmında hem varmış olmanın sevincini yaşarken bir yandan da bitiyor olması üzdü beni, bakalım ne zaman tekrar böyle uzun yol yapabileceğim? Bir de o binalar, o talan edilmiş 80 km'lik Mersin sahili; o kadar güzellikten sonra son düzlükte bu iğrenç yapılaşmayla tekrar yüz yüze gelmek insanı gerçekten çok üzüyor...Neyse...
Kaptan'a rakısını koydum, tamam dedim ben limana yanaştırırım sana paydos.. Palamuttan kıyma yapıp, ekmek soğan karıştırarak öyle bir köfte yaptı ki anlatamam... Marina'ya vardığımızda yine küfelikti
Balık, yüzme molası derken Mersin Marina'ya akşam üstü vardık.. Kri-Kri artık yeni evinde...
Sevgi ve saygılarımla...