Peki şimdi de yüz yıl önceye dönelim. Size Birinci Dünya Savaşında Kapıdağ önlerinde yaşanan gerçek bir olay... İster öykü, ister roman yazabilirsiniz.
22 Ağustos 1915
Bu nefes kesen hikayeyi anlatan kişi, Ahmet Nazmi Gökdeniz, o zaman Dofen Römorkörünün Süvarisidir. Rütbesi yüzbaşıdır. Dofen Römorkörü, Marmara Adası civarında seyrederken Boğazdan geçip Marmara’ya girmiş bir İngiliz denizaltısının saldırısına uğrar. Römorkör iki adet cephane yüklü mavna çekmektedir. Yakalanacaklarını anlayınca Römorkörü ve mavnaları batırmaya karar verir. Gemide bol miktarda gizli belge de vardır. Belgeleri yakmaya başlar. Zaman kazanmak için denizaltıya ateş açar. Bir süre sonra Römorkörü batırmak için kazan dairesini patlatır. Denizaltının karşı ateşi sırasında mavnalardaki cephane de patlar. 11 kişilik mürettebat denize atlar. Patlama sırasında Ahmet Nazmi Bey bacağından ciddi bir şekilde yaralanır. İngiliz denizaltı denizdeki on kişiyi kurtarır ve sorgular. Fakat sorgudan umduklarını bulamazlar. Sonrasında olaylar şöyle gelişir:
Denizaltı komutanı bacağımda ızdırap olup olmadığını sordu. Ben de fazla acı olmadığını söyledim.
Bunun üzerine:
-“Sizi serbest bırakmakta bir sakınca yok” dedi.” Şimdi sizi bırakacağım. İstediğiniz yere gidersiniz”
Kendi kendime düşünüyordum. Kumandan bizi acaba nereye çıkaracaktı? Herhangi bir sahilimize yanaşmak cesaretini mi gösterecekti? Yoksa bizi suyun yüzüne çıkarıp can kurtaran simitleri ile denize mi salacaktı? Ben kendi kendime böyle düşünüp dururken iki saatten beri denizin içinde bulunan denizaltının birden bire suyun yüzüne çıktığını, geminin kapağının açılması ile anlamıştım.
Deniz içinde denizaltının sıkıntılı havası bizi bir hayli bunaltmıştı. Kumandan, güverteye çıkmamızı söyledi, çıktık.
Denizin üzerinde bize yakın mesafede bir yelkenli gidiyordu. Bundan başka görünürlerde bir şey yoktu.
Eyvah! dedim, aklıma gelen başımıza da gelecek. Bu adamlar bizi denize atacaklar… Sahilden de oldukça açıkta bulunuyorduk. Hele ben yaralı halimle boğulmaya muhakkak mahkumdum.
Karpuz Yelkenlisinde MaceraBir aralık, birdenbire bir silah patladı. Bu denizaltından atılan bir mavzerdi. Kısa bir müddet sonra bir silah daha patlayınca epeyce yaklaştığımız yelkenlinin, yelkenlerini indirmeye başladığını gördük. Kayık ağzına kadar karpuz yüklü idi. İngiliz denizaltı komutanı yelkenlinin kaptanına bizi Tekirdağı’na götürmesini söyledi. Fakat yelkenlinin Rum kaptanı bizim on kişiden fazla olduğumuzu görünce itiraz etti.
Hele yelkenliyi kiralamış oldukları anlaşılan iki Arnavut, bizi almamak için İngilizlere bin bir dil döktüler. Fakat denizaltı kumandanı emri yerine getirmezlerse yelkenliyi derhal batıracağını çok kat’i bir lisanla bildirince, gerek karpuzların sahibi Arnavutlar ve gerekse Rum kaptan, kollarını sıvayıp yelkenlideki karpuzları denize dökmeye başladılar.
Yelkenliyi bizim hepimizi alabilecek şekilde boşalttıktan sonra denizaltı kumandanı kayığa geçmemizi söyledi ve biz kayığa geçtikten sonra da tam yolla yanımızdan uzaklaştı.
Fakat denizaltının uzaklaşması ile tehlikeyi atlatmış bulunmuyorduk. Meğer asıl tehlike bundan sonra başlıyormuş…
Yelkenliyi kiralayan karpuz sahipleri Arnavutlar, karpuzların yarısından fazlasının denize dökülmesine sebep olduğumuz için bize adamakıllı içerlemişler, söylenmeye ve ara sıra yüzümüze ve bellerindeki silahlara bakmaya başlamışlardı.
Benim bacağım fena halde sızlıyordu. Arkadaşlar da geçirdikleri felaketten hırpalanmışlardı.
Yelkenlide iki Arnavuttan başka, kaptan, tayfa vesaire olarak 5-6 kişi kadar vardı. Yelkenlinin kaptanı bizim erleri kayığın baş ambarına indirdi. İkinci kaptanım Tahsin ve Ben güvertede kalmıştık.
Biraz sonra yelkenli tekrar yelkenlerini açtı ve rotasını değiştirerek başka bir yöne doğru yol almaya başladı. Arnavutlardan biri:
-“Biz sizi Tekirdağı’na götüremeyiz. Zaten bizi zarara soktunuz. Biz tekrar Marmara'nın Ekinlik adasına dönüp oradan karpuz yükleyeceğiz, sizi de oraya çıkarırız dedi.
Vaziyet daha tehlikeli bir hal almıştı. Çünkü Ekinlik adasında barınmamız bir mesele idi. İkinci kaptanımla birlikte Arnavuta yalvardık, yakardık. Fakat herifin damarı tutmuştu bir kere. Nuh diyip peygamber demiyordu.
Bir aralık aklıma bir çare geldi. Bunu Tahsin’e açtım:
-“Tahsin” dedim. “Bu herifler laf anlamıyorlar. Eğer bizi Ekinlik adasına bırakırlarsa hepimizin açlıktan ve bakımsızlıktan ölmesi muhakkaktır. Zaten hava da kararmaya başladı. Sen istersen kimseye gözükmeden baş kamaraya in. Orada bizim erlere durumu anlat. Yukarı çıksınlar. Bu heriflerle nasıl olsa başa çıkıp onları alt ederiz. Ondan sonra da başımızın çaresine bakar, yelkenliyi istediğimiz tarafa sevk ederiz.” Bu aralık Rum kaptanın yanındaki Arnavutlardan birinin de uykuya dalmış olduğunu gören Tahsin, derhal kayığın baş ambarına indi ve bir müddet sonra bizim mürettebatla birlikte ve ani olarak güverteye fırlayıp kaptanın bulunduğu kısma hücum ettiler. Bizim efrattan birkaç tanesi de tayfaların üzerine hücum edip o bitkin hallerinde herifleri bağlamaya muvaffak oldular.
Arnavutlar ve geminin Rum kaptanı bağlanmışlardı. Bunların silahlarını da aldıktan sonra neye uğradıklarını şaşırmışlar, bu sefer onlar bize yalvarmaya başlamışlardı.
Mücadele bir hayli çetin olduğu için bizimkiler de zaten yorgun olduklarından fena halde bitkin düşmüşlerdi. Kendimi bir yokladım. Fakat yelkenliyi istediğim yöne sevk ve idare edecek kudret ve kuvvetim kalmadığını görünce Rum kaptanın bağlarını çözdüm ve:
-“ Eğer sen bizi Tekirdağı’na götürürsen sana bir şey yapmayız. Ben de kaptanım. Fakat yaralıyım. Gemiyi sen idare edeceksin”
Rum kaptan can korkusuyla olumlu cevap verdi ve hemen yelkenlinin dümenini kırarak Tekirdağı’na doğru yol almaya başladık.
Gece yarısından sonra Tekirdağı’na yanaşıp iskeleye çıktık ve oradaki askeri makama vaziyeti anlattık. Yelkenliye ve Arnavutlara ne olduğunu bilmiyorum. Bizi hemen İstanbul’a yolladılar ve bu suretle hayatımızı kurtardık.
İşte denizaltı hadisenin hikayesi budur.
*Ahmet Nazmi Kaptan savaş sonrası yıllarca sivil kaptanlık yapmıştır.
Kaynak : Deniz Ortasında Ölümü Yenen Adamlar- Rıza Lebip Asal-Kervan Kitapçılık 1976
Dofen olabilir