Motorun devri düştüğü anda fırlayıp uyanıyorum. Çanakkale’ye varmışız demek ki... Saat 07:30 tam 24 saatte Çeşme’den gelmişiz. Giyinip yukarı çıkıyorum. Meğer ben uyurken Boğaz’da trafik yoğunmuş. Bir de geldiğimizi duyup karşılamaya çıkan onlarca balıkçı teknesi eklenince bizim reisler duruma şaşırmışlar. Planımız buradan yakıt alıp birer çorba için yola devam etmek. Melih Abi, çayı bile demlemiş. Yakıt istasyonu önüne kıçtan kara bağlanıyoruz. Karaya ayak basınca istasyonun Pazar günü 09:30’da açılacağını öğreniyoruz. Elimizi yüzümüzü yıkayalım diyoruz. Tuvaletler tadilattaymış. Tekneyi hızlıca kapatıp çarşıya doğru yürüyoruz. Saat kulesinin önündeki meşhur çorbacı kapalı. Biraz dolaşınca başka bir yerde bir çorbacı buluyoruz. Mercimek çorbalarımızı afiyetle yedikten sonra çıkıp biraz ilerideki börekçiden börek alıyoruz. Serkan’ın boyozlarının üstüne gül koklamak istemezdik ama ne yapalım o da üç koli alsaymış
Tekneye doğru doğru dönüyoruz Pazar sabahı çarşı çok sessiz. Dükkanların çoğu kapalı. Marinaya gelince, daha vaktimiz olduğu için marinanın karşısındaki Doğan Pastanesi’nde çay kahve içelim diyoruz. Burada bol miktarda çay kahve tüketiyoruz. Çanakkale’ye ne zaman gelsem bu pastaneye uğramadan edemiyoruz. Burası 10 numara bir yer. Ama bugün aynı zamanda 100 numara… Anlarsınız ya
Saat 09:30’da tekneye dönüyoruz. Görevli on beş dakika geç geliyor. O sırada biz Melih Abi’yle su deposunu dolduruyoruz. Ahmet, marina görevlisi Cem Beyle sohbet halinde. Yanlarına gidince balıkçılardan konuştuklarını anlıyorum. Birazdan istasyon görevlisi geliyor. Biz depoyu da bidonları da dolduruyoruz. Dün güneş batmadan Midilli yakınlarında bidonlardan depoya takviye yapmıştık. Motor 40Hp Volvo Penta. Saatte 2,5-3litre yaktık. Hazırlıklarımız tamam... Hava güneşli ama rüzgar sıkı… Yirmi knot üzeri esiyor. Bu sene Çanakkale Boğazı’nı üçüncü çıkışım olacak. Buraların gediklisi olduk. İlkinde bizim Andromeda ile Ben ve Ece çıkmıştık. İki hafta sonra forumun yeni müdavimlerinden Mustafa Elbaş beni ve Sertaç Reis’i teknesi Shelma’ya davet etmişti. Üçümüz tekneyi çok keyifli bir yolculuk sonunda Tuzla’ya götürmüştük. Hatta o seyirde gece Marmara Ereğlisi’nde konaklamaya karar vermiştik. Barınağın içinde TPAO’nu bir iskelesi vardı. Orada sahil güvenliğin de yanaştığı bölüme bağlanmış geceyi orada geçirmiştik. Çalışanlar bizi korkutmaya çalışsa da Mustafa, sorumluluk ben de çok yorgunuz dinlenelim demişti. Sahildeki kokoreççi de başarısız bir kokoreç de yemiştik. Seyir içinde seyir anısı anlatıyorum ben de. Evet bu sene üçüncü olacak. Andromeda’nın seyri çok zor hava ve deniz şartlarında sarsıcı geçerken, Shelma ile en azından Gelibolu’ya kadar biraz nebze daha rahat çıkmıştık. Her iki çıkışta da kuzey kıyısından saçak altı gitmiştik. Bugünkü seyrimizde duruma göre yolda karar verilecek. Kuşadası marinadan Öcal Abinin cenovasını almıştık. Vakit olursa Marmara Adası’nda kendisine verecektik.
Marina çıkışında rüzgara karşı yola başlıyoruz. Boğazı çıkarken üç Reis de uyanık olmak istiyorlar. Ben de birimiz dinlensin bari deyip uyumaya gidiyorum. İki saat sonra Gelibolu’ya varmadan uyanıyorum. Herkes ayakta. Dümende Mustafa Abi var. Ben uyurken hava durumunu tekrar gözden geçirip kuzey Marmara rotasına karar vermişler. Bu sene üçüncü defa aynı rota göründü bana. Boş duramayan Ahmet, yol boyunca file örmüş. “Neyse biraz ara verelim” diyor. Melih ve Ahmet Reisler aşağıya yemek hazırlamaya iniyorlar. Çok güzel bir makarna yapıyorlar. Yanında da yoğurt… Dolapta bir problem vardı ve çalışmıyordu. Dün herkes birbirine ikram edince bir avuç kavurma kalmıştı. Onu da saklama kabına koymuştum. Buzdolabında sorun olduğu için tezgahın üstüne koymuştuk. Ahmet makarnanın yanında yenir diye kapağı açınca kapta birikmiş kötü kokudan midesi bulanıyor. O nedenle yemek yiyemiyor. İçeride biraz uzanmaya gidiyor. Biz tüm iştahımızla yemeğimizi yiyoruz.
Babatunca’nın burnu 28-30 knot esen rüzgarda dalgaları dövüp duruyor. Serpintiler zaman zaman havuzluğa sıçramayı başarıyor. Gelibolu geçişlerimde ilk defa bugün bir feribota yol vermek zorunda kalmadan geçiyorum. Gelibolu’dan sonra Ahmet bir ara havuzluğa çıkıyor. Henüz kendine gelemediği belli. İki saat boyunca hareket etmeden örgü ördüğü için etkilenmiş olabilir. Biyonik dedik nazar mı değdirdik yoksa? İyi olması için dilimizi de ısırmaya kendimizi tokatlamaya bile razıyız. Onu ve Mustafa Abiyi aşağı gönderiyoruz. Melih Reisle birlikte sohbet eşliğinde ara ara yer değiştirip sırayla dümen tutuyoruz. Doğanaslan Bankını da geçtikten sonra yolumuz kolay zaten. Biraz ilerde demirlemiş kocaman bir yük gemisi var. Melih Abi, “Hiç böyle bir gemiyi gezdin mi?” diye soruyor. Ben gezmedim tabi ki. Bana bir gün mutlaka gezmemi tavsiye ediyor. “Kocaman depoları ve kat kat makine dairelerini görmen lazım”. Umarım bir gün olur. Melih Abi’nin babası da profesyonel denizciymiş. O nedenle gemileri iyi biliyor tabi. Babadan denizci olduğu için bana kıdem basıyor tabi. Şaka bir yana acayip mütevazı bir kişilik. Çok tertipli düzenli ve zeki birisi. Yol boyunca yaptığı pratik hareketler, yorumlarla kendisinden de çok şey öğrendim. Onun da yolu geçmişte bir iki seneliğine Ankara’ya düşmüş. Kendisini daha yakından tanıma fırsatı bulmak, bu seyrin en önemli faydalarından birisi oldu benim için.
Şarköy’e ulaştığımızda güneş arkamızda batmak üzere. Mustafa Kaptan, birazdan uyanıp yanımıza geliyor. Ben hemen “Dikkaaayt Kaptan Köprü üstünde” diyorum. Karşılıklı selam veriyoruz. Yolculuk boyunca bu “dikkaytler”, keyif aldığımız bir rituel oldu. Mustafa Reis de sohbete katılıyor. Bir süre sonra Ahmet de uyanıyor. Kendisine gelmiş ama bizimle yemek yemediği için acıkmış. Melih Abi dümeni bana bırakıp hemen aşağıya iniyor. Rüzgar 20 knotlarda. Alışkanlık gereği Aya bakıyorum. Hilalin karşında biraz aşağıda bir yıldız fark ediyorum. Türk bayrağındakine yakın bir görüntü… Bizimkilere söyleyince Melih Abi de fark ettiğini söylüyor. Bu sarsıntıda fotoğraf çekmeye çalışıyorum ama başarısız. En güzeli hafızamızda kalması. Yemek öyle lezzetli geliyor ki enerjimiz tavan yapıyor. Çanakkale’den aldığımız börekler, yanında peynir, zeytin ve çayla çok güzel gidiyor. Dün akşamki gibi üşümemek için yemek sonrası içeri girip bir de boğazlı kazak giyiyorum.
İskelemizde Mürefte, ardından Hoşköy’ün ışıklarını seyrediyoruz. Benim uykum geliyor. Biraz uyusam fena olmaz. Shelma teknesiyle Tekirdağ Körfezi çıkışında Navionicste görünen ama ışığı olmayan ufak bir petrol platformu fark ettiğimizi anlatıp reisleri dikkatli olmaları için uyarıyorum. Aşağıya iniyorum. Bir, iki, üç… nakavt.
Gece saat birde uyanıyorum. Karşı yatakta Melih Abi uyumuş. Havuzluğa çıkıyorum. Tekirdağ Körfezi geçişini bitirmek üzereyiz. Bizim önceki geçişlerimizdeki kadar içeri girmemişiz de geniş bir yay çizmişiz. Marmara Ereğlisi Limanı karşımızda. Buradaki barınağa girip bidonlardan, yakıt deposuna takviye yapacağız. Ben daha önce yanaştığımız iskeleye yanabiliriz diye teklifte bulunuyorum. Ahmet daha once bu barınağa girmiş. Barınakta su bir anda sığlaşıyormuş. Önceki girişlerinde burada adamın birisinin yanlarında yürüdüğünü söylüyor. Ben de “adam evliya olabilir mi acaba? diye yorum yapıyorum.
Saat 02:30 gibi Marmara Ereğlisi barınağa giriyoruz. Fazla içeri girmemize gerek yokmuş. Burada deniz süt liman. Ahmet tekneyi eğlendirirken biz depoya mazot transferini bitiriyoruz. Mustafa Abi bidondan depoya mazot aktarırken ağzıyla hortumun ucundan çekiyor. Çekerken yanlışlıkla biraz mazot yutuyor ve çok rahatsız oluyor. Marmara Ereğlisi’nden ayrılırken Melih Abi kalkıyor onu tekrar yatağına gönderiyoruz. Ahmet ve Ben vardiyadayız. Rüzgar 10knot değerlerine indi. Hissedilen sıcaklık da dün gecekine göre daha tahammül edilebilir. Dalga da kalmadı. Bizim hızımın 7 knotlara ulaştı. Silivri Körfezi’ni iskelemizde bordalarken rotamız Büyükçekmece Bababurnu. Ben dümendeyim ve deniz neta... Ahmet önce bir süre havuzlukta meşhur tilki uykusuna yatıyor. Bir süre öyle idare etse de sonunda O da aşağı inip harita masasında uykuya dalıyor. Ben iyi durumdayım. Sürekli önümü kontrol ederek gidiyorum. Bababurnuna gelmek üzereyiz. Saat altı buçuk. Sancak baş omuzlukta bir balıkçı bir anda ışıklarını açıyor sonra da pat pat sesleriyle uzaklaşıyor. Mustafa ve Melih Reisler uyanıyor ve havuzluğa geliyorlar.
“Dikkayt kaptan havuzlukta!” diyorum ama bu yolun başından beri en zayıf anons. Ben de biraz yorulmuşum. Saat 07:15 olmuş. Ben de inip biraz uyuyayım.
İki saatlik uykum yine devri düşen motorun sesiyle sona eriyor. Yeşilköy’e gelmişiz demek. Beş dakikada dışarı çıkıyorum. Barınaktan içeri girmişiz. Yerimiz işgal eden servis motorunun çıkmasını bekliyoruz. Hulusi Reis sağ olsun dün bize bu motorun fotoğrafını göndermişti. Barınağa geleceğimiz bildirmiştik ama motor bizi beklemiş. Artık yerimize bağlanabiliriz. Yeşilköy barınak aynı bıraktığımız gibi. Eski günler geliyor aklıma. Deniz temiz ve dip neredeyse görünüyor. Bizim Tuzla’nın kirli suyu gibi değil. Teknelerin altları temiz görünüyor.
Şimdi artık tekneyi neta etmeye başlıyoruz. Dört koldan faaliyet var. Toparlanma, temizlik, bulaşık, çöpler derken hızlıca bitiriyoruz işleri. O sırada Kemal Tesbihci Reis her zamanki güler yüzüyle tekneye geliyor. Aslında bizi karşılamaya gelecekmiş ama biz tahmininden önce gelmişiz. Çok hızlı olmasa da kahvaltı hazırlıyoruz. Malzememiz o kadar çok ki bitirmek için ne bulursak sofraya getiriyoruz. En son kalan bir tane boyoz da Kemal Abi’ye nasip oluyor. Güle oynaya kahvaltıyı bitirip Kemal Reisi yolcu ediyoruz. Sonra biz de toparlanıp tekneden ayrılıyoruz. Mustafa Abi Bodrum Cup’ta kazandıkları kupasını da alıyor. Eve kupayla dönmek herkese nasip olmaz. Ama başta Mustafa Reis olmak üzere bizim yarışçı efsane dörtlü bunu hak ettiler.
Saat 12 gibi Of'li olmayan bir taksici bizi Ataköy’e götürüyor. Orada benim arabaya transfer oluyoruz. Mustafa Abiyle teker teker sarılıp vedalaşıyoruz. Dördümüz için de duygu dolu bir an. Çok şey öğrendiğim bu yolculuğu hiç bir zaman unutmayacağım. Harika bir deneyimdi. Tam arabaya binecekken dönüyorum ve…
“Dikkaaytt! Kaptan eve döndü!!!”