Finike'ye gideceğiz, Erol'un Avara'sını Taşucu'na getireceğiz. Akşam 18'de uçağımız. 14 sularında Adana'da oturduğumuz sofrayı, sabaha karşı 03 sularında Finike'de topladık.
Ertesi sabah 08'di, sanırım, yelkenleri bastık. İsramar, Windy ne bulduysak baktığımızda raporlara, yol boyu, Antalya körfezinin ortasında, aşağı yukarı 15 dm boyunca 10-15 kn arası, daha sonra Bozyazı'yı bordalayınca Taşucu'na kadar yine aynı aynı hızda hava olacağı bilgisini almışız. Dalga yüksekliği İsramar'a göre 28 cm.
43 ayak kayıkta beş kişiyiz.
Gelidonya'yı geçince kahvaltımızı yaptık, tam arma kimi zaman yelken, çoğu kere motor yelken gidiyoruz.
Pırıl pırıl gökyüzü, masmavi deniz. Şen şakrak, keyif yapıyoruz, eğleniyoruz, hava o kadar durgun ki yapacak iş yok.
Akşama doğru, rüzgar biraz arttı. 8-10 arası esiyor. Tam balenli yelkenler iyi iş görüyor.
Hava kararmaya yakın, gece vardiyasına kalacağımızdan Erol ile ben uyumaya geçtik.
Nöbette, hepimizden deneyimli denizci ağabeyimiz Celalettin ile Burak ve Hadi adlı iki arkadaşımız daha var.
Bir saat kadar sonra, 19;30 suları, Celalettin abi Erol'u uyandırmış, bora geliyor, yelkenleri toplayalım demiş.
Bu sıra, makara sıkışmış bir yerde, güç bela çözmüş, tekneyi neta etmişler.
Hemen akabinde uyandım. Kaportadan kafamı uzattım, arada şimşek çakıyor, her yer aydınlanıyor. Ne var ne yok dedim. Celal abi bora geliyor, birazdan üzerimize biner dedi. Havuzluğa çıktım. Dümenin yanına oturdum. Gelidonya burnundan tahminen 20-25 mil uzaktayız. Denizin ortasında bir biz varız. Hiç ışık yok.
Rüzgar göstergesine baktım;8. Sonra yüzümde esinti, 12,16....19.....20,22,26,28,32...
Otopilot birden dinlemez oldu. Dümene geçtim. Tekneyi rotasında tutmaya çalışacağım..36.....
Ha dedik "tamam, tavan yaptı, biraz kalır, gider"... 38.... Lan tavan neresi?
Kayık dönmeye başladı. Rotaya zor soktum. 40...
Hadi abi tedirgin, soruyor, geçecek mi, "abi dedik, tamam, bundan sonra çıkmaz" 36-34-30... bak dedik düşüyor.. 28...
3-5 dakika 28-30 arasında gitti geldi. Sonra birden, yeniden, 36-40-43-45 Celal abi "Bülent İskele yap rotadan çıkıyorsun, bordadan alıyoruz" diyor. "Abi", diyorum, "Alabanda zaten". Dönmüyor kayık. Hızımız 0,8-1 kn arası. Şimşekler çaktığında denizi görüyoruz. Dalga yok, ama deniz dönüyor sanki. Avara yavaşça iskeleye dönüyor. Tam rotaya girecek, hava sancak başomuzluktan yakalıyor, yapıştırıyor diğer yöne... Aynı konuşma, bu kez sancak için... "abi valla alabanda". En son 47 kn...
Düşüyor hava yeniden... sonra birden yeniden 43-45... deniz dönüyor, kayık dönmüyor, döndümüydü kendi etrafında dönüyor. Yağmur yağsın artık diyoruz. Yağsa hava kalacak. Yağmıyor. Hasılı bir saat sonra, 3 defa tepe yaptıktan sonra, sanki hiç gelmemiş gibi kalıyor.
İzlediğimiz rotanın şöyle bir şey olduğunu ertesi gün öğreniyoruz;
Herkes yorgun. Erol ile ben nöbete kalıyoruz. Sıfır havada yolumuza devam ediyoruz. Gece yarısını geçe, hava raporlarının gösterdiği 10-15 kn'lik havayı yakalıyoruz. Yelkenleri açıyoruz. Avara, 5,5-6 kn hızla keyifle yoluna devam ediyor.
Sabah karşı, rüzgar yeniden bindirmeye başlıyor. Bu kez trinketi açıyoruz. Karaya 30 mil mesafemiz var. Hava 25-28 arası. Deniz çok dalgalı,güneyden geliyor, bordamızda patlıyor. Düz devam edersek, hem dalgayı bordadan, hem de rüzgarı kafaya çok yakın açıyla alacağız. Dalgalardan kurtulmak, onları daha rahat karşılamak, rüzgarı daha iyi almak için rotayı körfez içine, Gazipaşa'ya doğru çeviriyoruz. Karaya yakın düşersek, güneyden gelen dalga körfez içine oradan girmez diye düşünüyoruz.
Bu sıra, Burak rahatsızlanıyor. Hayli kötülüyor. Deniz tutması değil. Yardım etmemiz imkansız. Kusarken çanak tutmak dışında yapacağımız bir şey yok.
Bu rotanın en kötü yanı bu. Liman yok, bir şey yok. Gazipaşa'ya bile 25 mil mesafedeyiz. Telefonlar çekmiyor. Sündürme burnuna kadar yok telefon.
Bu rotada, kıyı kıyı bile yol yapacak olsanız, ortalama 20 milde bir sığınacak yer bulursunuz. Hele bizim gibi açıktan geçiyorsanız, kaçacağım dediğiniz yer kimi zaman 50 mil mesafede oluyor. Bildiğin açık deniz.
Uzun ve yorucu bir seyirden sonra, akşam karanlığında Bozyazı limanına bağlanıyoruz. Piri Reis yelkenlisi de orada. Onlarla uzun güzel bir akşam sohbeti kuruyoruz. Yol Hadi abiye fazla gelmiş olacak, Burakla beraber o da tekneden ayrılıyor.
Gece tam 12'de yeniden yola koyuluyoruz. 3 kişi kaldık. Celal abi yatmaya geçiyor. Deniz pürüzsüz. Kızacaksınız biliyorum ama Piri Reis'ten aşırdığımız viskiyi açıyoruz Erol'la. Serpinti körüğünü indiriyoruz. Yelkenleri açıyoruz. Kimi zaman 5 kn'ye kadar düşüyor hava. Boşver Erol diyorum. Motor basma. Hızımız birin altına düşene kadar motor basma.
Bir yandan içkilerimizi yudumluyor, bir yandan olağanüstü gökyüzünü, yıldızları seyrediyoruz. Güzel şarkılar dinliyoruz. Küçük sohbetler yapıyoruz. Kıyıya yakın seyir. Pruva neta. Bu hayatı yaşadığımız için kendimizi kutluyor, şansımıza, aklımıza övgüler düzüyoruz. Efkar basıyor. Bunca yıldır üzerime çöken gündelik hayata küfürler savuruyorum. Bir kafamı kaldırsam, bir of çeksem sanki fırtınalar yaratacakken, o adına koşturma denen lanet, gelip sille tokat girişmiyor mu, öylece soluksuz bırakıyor insanı. Şu dünyada bir yeri olmak için bir
şey olmak çabası öldürüyor adamı. Oysa işte olmuşuz birer insan, gövdelerimiz, aşklarımız, heyecanlarımız, sevinçlerimizle. Ne gerek başka şey için koşturmak, soluksuz kalmak. İlla acayip makbul olmak, illa şu olmak bu olmak, neye bunca çaba. Bir Metin Altıok şiiri geliyor aklıma.
Benim bu dünyada bir yerim olmadı,
Kuytu gövdemi saymazsak eğer.
Gövdem ki varla yok arası,
Hem varlığa, hem yokluğa değer.
Ama yüreğim hiç solmadı.
Bir gül koklayayım izin verin de.
Ben yaşama da, ölüme de inandım;
Tamamlarlar sanırdım eksiklerimi.
Çarşıları hep birlikte gezerdik;
Biri dostumsa, sevgilimdi öteki.
İkisinin adını yan yana andım.
Bir soluk alayım izin verin de.Avara yürüyor. Yürümese. Burada, işte iyot kokusunun içinde kalsam. Yine gidip, o hercümerç olmuş 'gündelik hayatın' içine girmesem? Ama işte Kambur Dünya. Böyle kurulmuş, böyle gidiyor. Yine de yelkene şükür. Varol sen Erol.