WBF da ilginç bir tartılma sürüyor. Yelkenciliğin antik çağlardan kalma bir öğreti olduğu ve bu süreçte gelişen denizcilik dilinin terk edildiğine ve bunun doğurduğu olumsuz sonuçlar ile ilgili.
Ben de Akdeniz denizcilik dilinden örnekler verip, bu dilin neden kullanılması gerektiği ile ilgili bir yorum yazmıştım.
Denizcilik dili olarak admandırabileceğimiz bu dilin gelişmesindeki en önemli nedenlerden biri Akdeniz de seyir yapan gemilerdeki tayfaların farklı milletlerden olması idi. Oysa basit ve emirlerden oluşan bir denizcilik dili ile farklı ana dili konuşan denizciler rahatlıkla komuta edilebilmekte idi.
Bir diğer en önemli özellik ise bu dilin son derece anlaşılır olması . İskele ve sancak sözcüklerindeki gibi. Günlük dilde sağ ya da sol denmiyor da iskele ya da sancak denmiş. Neden?
askerde de özellikle panik halde sağını ve solunu karıştıranları herkes görmüştür her halde.
İşte bu denizcilik dilinde bu daha basit. İskele tarafı dediğinizde kimse karıştırmaz ya da sancaktaki halatı al diye bir komut verdiğinizde.
Yani dilin basit ve anlaşılabilir olması öyle önemli ki. Üstelik Türkçe yaşamın içindeki değişikliklere yeni sözcükler (kelime demedim özellikle ) üretmek açısından öyle uygun ki.
Yabancı sözcüklerin Türkçeleştirilmesi yani dilin bağımsızlığı da ülke bağımsızlığı kadar önemli. Aslında bunu sadece bir kurumun değil, tüm kesimlerin üzerinde titizlikle durması ve öneriler getirmesi gerekir.
Elbette yeni üretilen sözcükler "garip" gelebilir. Kimileri de benimsenmeyebilir. Bu son derece doğal. Ancak bu "garip" sözcükler bu çabanın önemini azaltmamalı.
Bana da şimdi uçak yerine zamanında teyyare denmesi çok komik geliyor örneğin. (mesela da diyebilirdim )
Gelişen ve değişen dünyadaki yeni kavramlara Türkçe kavramlar bulmak son derece ivedi ve önemli.
O yüzden Oktay Sinanoğlu gibi bu amaçla sözcük geliştirmeye ve bu konuya dikkat çekmeye çalışan yaptığı değerli çalışmalar ile bu ülkenin yüzakı aydın bilim adamlarının saygı ve rahmet ile anıyorum.
Tüm ulusların geçmişinde iyi yöneticiler olduğu gibi kötüleri de var. " Kilise " olarak tarif edilen Vatikan 'ı gezerken biz Türklere karşı başarı elde eden önceki papalardan nasıl övgü ile bahsedildiğini görünce şaşırmıştım. Nuri reisin yazdıklarına kısmen katılıyorum.
Kilise ile ilgili en sevdiğim hikaye Martin Luther King 'in cehennemi kiliseden satın alması ile ilgili hikayedir. Kilisenin cenneti parsel parsel sattığı yıllarda King, cehennemi satın almak ister. Kilise şaşırır ancak satış satıştır. Cehennemi King 'e satarlar. Cehennemin artık sahibi olan ve tapusu da elinde bulunan King, Cehennemin sahibi olarak artık buraya kimseyi almayacağını ilan eder
Ancak batıda yaşanan reform ve rönensans sayesinde bağnaz düşüncenin terk edilmesi ile birlikte beğenelim ya da beğenmeyelim adamların geldikleri yer ortada.
Bu arada Da Vinci bir rönesans dönemi sanatçısı ve bilim insanı . Yani O kilise ile öyle diğerleri gibi pek sorun yaşamamıştı.
Batı dünyasında yaşanan bu Reform ve Rönesans 'ın karşılığı Atatürk devrimleridir. Daha batıda kadınlar oy kullanmazken Türk kadını bu devrimler sayesinde oy kullanma hakkını batılı kadınlardan daha önce kazanmıştır.
Tüm Müslüman alemi dikkate alındığında elbette sadece Türkiye'nin bu başarısı son derece cılız kalmıştır. Sudi Arabistan da daha geçen yıl kadınlar araba kullanabilmeye hak kazandılar. Daha da ilginci sinemaya gidebildikleri için seviniyorlar. İran da bildiğim kadarı ile sinema da yok.
Kadını sosyal yaşamdan dışlayan ve bir değersiz bir mal gibi eve kapatan toplumların bugün yaşadıkları ortada.
O dönemlerde Osmanlı imparatorluğunun tebası olan Müslüman Araplar İngilizler ile değil de Osmanlının ve bir Osmanlı paşası olan Mustafa Kemal 'in arkasında dursalardı belkide bu durumda olmazlardı.
Neyse.. Konu nereden nerelere geldi.
Hep özel günlerde değil ya , Büyük taarruz gibi askeri bir başarıya imza atan , Askerlik tarihinde o güne dek yapılmış en hızlı askeri harekatın kurgulayıcısı Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını , bu ülkeyi yeniden kurup, bizlere teslim eden tüm fedakar insanları bir kez daha anmış olalım.