Son iletiden sonra neredeyse 4 sene geçmiş
Bir Ege Macerası'yla ilgili güzel bir gelişme oldu, haber vermek istedim. Bir kaç gün içinde kitap 2. baskısını yapacak.
Yeni baskı için kısa bir önsöz yazdım. Becerebilirsem ve de yayınevi de kabul ederse, önsöz altına bir karekod iliştireceğim ve okuyucu telefonundan kare kodu okutup içinde fotoğraf, video, ses kaydı ve duyuruların olduğu Facebook sayfasına gidecek. Önsözün ham halini aşağıya ekledim. Karekod da dahil
Selamlar sevgiler
2. Baskıya Önsöz
İkinci kitabım olan Bir Ege Macerası’nın bende yeri ayrıdır. Önceki ve sonraki kitaplarımda tekne, yelken, seyir notları gibi konular ana omurgayı oluştururken, Bir Ege Macerası’nda bir büyük yazarın peşinde oradan oraya savruluruz.
Bu koşuşturma içinde tarihler, mekanlar sürekli değişir, yeni ara sokaklara çıkarız, kaybolacak gibi olup gene ana caddeye döneriz. Şu ara sokaklara kaçıverme, oradan dallanıp, dağılıp, yeni yeni sokaklara geçiverme konusu müzmin hastalığım zaten. Ama ne keyifli bir hastalık! Mitoloji sokağına girersin, oradan bir şarkının peşine takılırsın, bir yan sokağa taşır seni, bir bakmışsın İkinci Dünya savaşının göbeğindesin! Daha bir kaç dakika önce Kandiye kuşatmasından gelmiştin de şimdi ne ara Antik Yunan sokağında kayboldun?
Kitap boyu süren “teknesiz” yolculuk hali ve buna bağlı maceralar, Bir Ege Macerası’nı diğer kitaplarda olan “amatör denizci dostlarla sohbet” havasından çıkardı, daha farklı bir okuyucuyla tanıştırdı. Patmos’ta yaşlı bir Yunanlıyla Kurtuluş vapurunu konuştuk. Kahvelerimizi yudumlarken, masada oturanlar bizi dinlerken, bir noktadan sonra “gerisini o anlatsın, daha detaylı biliyor” dedi ve keyifle anlattıklarımı dinledi, aralara kendi anılarını da sıkıştırarak. Hepimiz için eşi bulunmaz bir kaç saatti.
Bir Ege Macerası’nı okuyarak Kazancakis’in evine kadar giden ve orada kitapla fotoğraf çektiren dostlar oldu. Daha büyük keyif olabilir mi?
Girit’ten büyük acılarla ve zorluklarla kaçan bir ailenin torunu o günleri anlatan bir mektup gönderdi mesela. Bir Ege Macerası’nı okuduktan sonra, bir merhaba demek ve o göç hikayesini anlatmak için kaleme almış.
Bir Ege Macerası okyanus da geçti, iyi mi? Sevgili Ekrem İnözü Ağabeyim, teknesi Anouk’la Atlantiği geçerken kitabı okumuş. Ömür boyu gidemeyeceğim yola gitti geldi Bir Ege Macerası. Kıskanmadım desem yalan olur.
Bir unutulmaz anım da Sadun Boro’yla olan bir sohbetten. Bir Ege Macerası henüz kitap haline gelmemiş, Naviga’da tefrika halinde yayınlanmış, bitmiş. O sıralarda başka bir yazı dizisine başlamışım, Sadun Ağabey de merakla yeni diziyi takip ediyor, önerilerde bulunuyor. Benim ara sokaklarda kaybolma huyumu, yan konulara kapılıp gittiğimi bildiğinden, yeni dizi için şöyle dedi: “...şeye benzetme ha! Neydi o adam? Yunanlı olan? Ha? Hah! Kazancakis mi? Her neyse işte, uzatma o kadar!!!! Kısa tut!” Kitap haline geldiğini göremeden ayrıldı gitti aramızdan. Denizlerde uyuyasın, tuzlu suyun bol olsun koca ustam.
Bir Ege Macerası, yukarıda anlattığım ve daha anlatamadığım benzeri bir çok anıdan dolayı da, gönlümde özel bir yere sahip.
Tanıdık, bildik denizci camiamız dışından gelen yeni okuyucuların ilk tepkilerini tahmin edebiliyorum. Anlatım, ilk bakışta, sanki, nasıl derler, fazla “samimi” geldi onlara. Yapmaya çalıştığım hiç bir zaman süslü, ağdalı veya “edebi” cümleler kurmak olmadı. Zaten ne öyle bir edebi yeteneğim, eğitimim, ne de şu saatten sonra öyle bir kaygım var. Kitapta anlatılanları yaşarken yanımda siz olun istiyorum. Bir kalenin surlarına çıkarken nefes nefese kurduğumuz konuşma cümleleri aynı biçimde “nefes nefese” yansısın sayfaya. Normal konuşma anında nasıl araya kötü espriler sıkıştırdıysak okurken de o doğal “salaklığım” yansısın satırlara. Uykulu halimin sayıklamaları, “bir kitapta da bu kelime olmaz ki vre! dediğiniz o kelimeler, hepsi olsun işte. “Siz okurken, okuduğunuzu değil de, söylediklerimi dinliyormuş gibi hissedin” Konuşur gibi, sıkmadan, çarçabuk tüketilecek şekilde, bir kaç saatlik kaçamak, bir kaç saatlik bir gezi gibi olsun. Daldan dala, sıkıcı olmaya fırsat vermeden, sürekli bir devinimle, okunsun, tüketilsin, bitsin gitsin. Nefes alıp başladınız, kitap bittiğinde aynı nefesi verdiniz gibi.
Madem okuyucu “dinliyor” gibi tüketecek bu geziyi, o zaman fotoğraflarla da desteklemeliyiz ki, aramızdaki iletişimi bir adım öteye götürebilelim. İşte burada basılı kitap formatı biraz yetersiz, zira tüm fotoğrafları kitaba koymamız mümkün değil. Hatta daha ileri gidelim, kitapla ilgili röportajlar, tanıtım ya da eleştiri yazıları, sesler, görüntüler, duyurular her şey bir arada olsa. Kitabı okuduktan sonra da oluşan gelişmelerden haberdar olsanız mesela. Bir yandan kitabı okurken, Sakız’dan gelen feribotun Pire limanına demirlemiş fotoğrafını da görseniz güzel olmaz mıydı, ya da Knossos sarayından bir köşeyi, Kandiye limanındaki Venedik kalesini filan, hı? Bu önsözün sonundaki QR kodu telefonunuza okutursanız geziye ve kitaba ait görsellerin olduğu sayfaya gideceksiniz. Bir elinizde kahve, bir elinizde kitap, gözünüz ara ara ekranda. Bir otobüs yolculuğunda ya da bir kumsalda güneşlenirken, belki de soğuk bir kış günü evde kapalı kalmışken, yanınızda durup size geziyi anlatacağım. Misafir kabul ederseniz...
Keyifli ve coşkulu bir geziye çıktığım arkadaşımın, üzerinde bol bol düşünerek, özenle kurulmuş planlarla, devrik olmayan dört başı mamur cümlelerle konuşması, ciddiyeti, herhalde içimi sıkardı, boğulurdum. O yüzden bu Ege macerasına gülmek, eğlenmek, uzo masasında belki biraz hüzünlenmek, yeni mekanlar görmek, yeni bilgiler edinmek ve en önemlisi de macera süresince sürekli gevezelik etmek için çıkıyoruz.
Biletleri ve pasaportları hazırlayın, haydi, gidiyoruz!
Çetin Kent