Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: ANADOLUNUN SESİ

  • *
  • İleti: 1547
    • Classicboats Turkiye
ANADOLUNUN SESİ
OP: 03 Ağustos 2018, 12:18:48
İYONLAR
İncil’in, Tevrat Tekevvün (Genesis) kitabının Onuncu bölümünün ikinci tümcesinde, Yafes’in, her biri bir ulusun atası yedi oğlundan biri “Yavan”dır. Yavan ya da Yavones İyonların eski adıdır.  Tevrat’ta Aka ya da Helenlerden hiç söz edilmez. Demek ki; çok eski çağlarda Yavonesler Suriye’de – Anadolu’ya yakın yerlerde – biliniyorlardı. Sonradan Yavones sözcüğünün “v” si düşürüldü ve sözcük İyon oldu. “V” nin ortadan kaldırılışı nispeten geçtir. İranlılar, İyonlulara “Yauna” diyorlardı. İyon lehçesinin Yunanistan’a aktarılması, Anadolulu Apollo n’un Delphoi’ye (Delfi) taşınması sırasında olmuştur. Bu nokta hiç incelenmemiştir. Pek doğal olarak, İyonlar Yunanistan’a gidip geliyorlardı; usta denizciydiler, havuç gibi yerlerine saplı değillerdi ya! Anadolu’da taptıkları Apollon’u Yunanistan’a götürenler lehçelerini de beraber götürmüşlerdir. “Yunanistan” sözcüğü Pers dilindendir. Çünkü Persler Yunanistan’a saldırırken önce “Yauna” dedikleri İyonlara rasgeldiler. “Yauna” sözcüğünden Yaunistan ya da Yunanistan sözcüğünü uydurdular ki, bu doğru değildir.  Orası “Hellenistandır”. Yazının ileri bölümlerinde de orayı bundan sonra asıl adıyla anacağız.

Fonetik alfabeyı Finikelilerin icaedettikleri sanılıyordu – şimdi o da şüpheli ya – alfabeyi Altıncı Yüzyılda (MÖ) logografilerin hepsi İyonyalıdır.
./…
Atlar ilkönce araba ve şar gibi araçları çekmekte kullanılırdı. Süvarilik sonradır ve daha yüksek bir uygarlığın eylemidir. Hellenler ilk gördükleri süvarilere Santor dediler. İlk gördüklerinin de Hititler oldukları akla yakındır. Bunlara Santor (kentaur) dediler, yani bellerine dek insan, alt tarafları at.
./…
İnsanlar batıya ve Anadolu’ya göç ederlerken dağ tanrılarını da birlikte getirerek, Batı Anadolu’da hazır buldukları dağ tepelerine oturtmuşlardır. Ama Homeros “İliyada”yı yazdığı zaman, Anadolu’da Olimpos tanrılarının modası çoktan geçmişti ki; Homeros onlarla alay edebiliyordu. Belki de İlyada güldürücü bir yazı ya da anlatış olsun diye hazırlanmıştır. İyonların Homeros’tan çok önce inanıp da, sonra insanın uydurduğu yalan olduklarını anladıkları bu tanrıları Hellenizm ciddiye aldı. O denli ciddiye aldı ki, bu tanrılara inanmıyor diye Batı’nın gözbebeği Sokrates’i ve ayla güneşi tanrı değil, madde sayan Anaksagoras’ı ölüme mahkûm etti. Hatta Hellenistan’ın en parlak en parlak devri olan Perikles zamanında Homeros Atina’ya gitseydi tanrılarla alay ediyor diye, hiç iki biri yok, hemen öldürülürdü.

“İlyada” ile “Odisea” İsa’dan önce 1000 ya da 900 yılında Anadolu’da, büyük ihtimalle Homeros tarafından yazılmış ya da okunmuştur. Eğer Hellenistan’da Helien kültürü bu gibi bir yapıtı meydana koyacak güçte olsaydı, kuyruğunu tutan kimdi? Pisistratus Homeros’u ancak, yazıldığından üç ya da dört yüzyıl sonra, yani altıncı yüzyılın sonlarına doğru Atina’ya getirip Panatenik festivallerinde okutmuştur.  Aradaki yüzyıllarda ne oldu? Hem Pisistratus onları Atina’da okutmadan önce, bir bilirkişi komisyonuna verir. Deniliyor ki; bu komisyon Atina’ya karşı olan tümceleri çıkartıp Atina’dan yana tümceler sokuşturmuştur. Bunun doğru olması pek muhtemelidir. Çünkü komisyon başkanı Onomokritos bir Orfik idi, onu Pisistratus, kimi kâhinlerin dediklerini toplamakta oğlu Hipparchus’a yardımcı tayin etmişti. Onomokritos, birçok uydurma kehanetleri de araya soktuğu için Atina’dan sürgün edilmişti.
./...
İYONİA – ANADOLU
İnsan aklı yarı uykulu- yarı uyanık, sanki bir kuyu boşluğunda, korkunç mitolojik düşler ve karabasanlar görürken uyanmış. Zaten açıkgözlerle uyanılınca, karabasanlar mı kalır? Ecinniler, devler, putlar apar topar bir kaçışla yok oluverirler. O loş kuyudan yavaş yavaş, bir insan kafatası ve usu çıkmış. Çıplak insan gözü sipsiftah doğa ve evrende fırdolayı gezmiş ve insan akışının ateşi, yalanı çepeçevre yakmış. İnsanoğlu tarihinin, işte bu, en kocaman olayı olmuştur.
 
Yıl İ.Ö. 586… Dört mavi limanlı Miletos kentinin deniz kenarında bir melengeç ağacının gölgesinde güleç yüzlü birkaç yaşlı insan oturuyordu.  Kadınlar, kızlar flüt ötüşü gibi anforalarını omuzlarına dayamışlar, uzun İyonya peloplarını yelpirdete yelpirdete çeşmeye (ninfeon’a) su doldurmaya gidiyordu. Denizde kuğu gibi süzülüşlü kadırgalar, limana, açığa kayıyorlardı upuzun.  Kentin güneş yanığı yolları kaynaşan Lidyalı, Panfilyalı, Eolyalı kalabalığıyla fıkır fıkırdı. İhtiyarların biri, yanındaki güleç yüzlü diğerine “Thales, seni her günkünden neşeli görüyorum, yoksa bu yıl yine tüm yağhaneleri mi kiraladın?” diye sordu. Thales denilen yaşlı, güle güle cevapladı:” Hayır a canım, geçen yıl “senin gibi bir Fusiologos ticaretten ne anlar?” dediler de… Ticarete aklımı versem, çok zengin olacağımı ispat etmek için yağhaneleri kiralamıştım. Çünkü o yıl zeytinyağı ürününün bereketli olacağını sezmiştim. Böylece zeytinyağı fiyatını dilediğim gibi yükseltmiştim ki; görsünler, bir fusiyologos aklını para yapımcılığına verince n’olurmuş? Ama onu bir kez yaptım, o kadar” Öteki ihtiyar, “öyleyse şimdi neye seviniyorsun?” Thales cevap verir: “Önümüzdeki yıl güneş, şu şu tarihte, tam olarak tutulacak. Bugün tutulma gününün hesaplarını yaptım. Ona seviniyorum işte…”

Böylece Anadolu’da, İyonia’nın şen ve esen kenti Miletos’ta, İsa’dan önce altıncı yüzyılda, dünya tarihinde ilk olarak insanoğlu, kozmosa salt doğasal yorumlama yolundaki ilk yaman davranışını yapmıştı. Bu, insanoğlunun öylesine zarplı bir kafa toslayışıdır ki; Zeus’un başını sallayınca Olimpos Dağının ta köküne dek sarsılmasına benzemez. Bu dah edişle Olimposlar da, ziguratlar da, ehramlar da tanrıların tahtlarıyla, onların üzerinde kurulan tanrılar da paldır küldür bir devrilişle toz duman olurlar.

Thales (İ.Ö. 640-550) böylece, İ.Ö. 28 Mayıs 585 günü olacak güneş tutulmasını bir yıl önceden hesaplamıştı. Böyle bir hesabın yapılabilmesi, ancak yüzyıllardan beri bilginin birikmiş olmasıyla mümkündü. Bu bilgi, başka yerde değil Anadolu’da birikmişti, hem de bilgi taşıyan insanların doğudan batıya göç etmesiyle gelişmişti. Zaten Herodotos, Thales’in ırk itibariyle Fenikeli olduğunu yazar. (Kitap I,168-70). Belki de Fenikeli değildi, ama böyle deyişin doğru olması ihtimali vardı ki, böyle diyebiliyordu. Bu da Anadolu’da halkın ne denli karışık olduğunu gösterir. Bugün antik çağın başlangıcındaki olayların çoğunun, hemen hemen ne zaman olageldikleri hesaplanabiliyorsa, o da Thales’in sayesindedir.

Çünkü Hellenistan’ın dört ya da beş yılda bir (Ay yılı) Olimpiyatlarıyla, olayların doğru dürüst hesaplanması mümkün olmuyordu. Malum ya, Hellenistan’ın düşünürleri ebedi gerçekleri ve faziletin nerede olduğunu aramakla meşguldü.  Anadolu’lu, Sinop’lu Diyojen’in (Diogenes) Atina’da güpegündüz fenerle insan aramasını gülünecek masal saymak, asıl gülünçtür. Bir şeye düşünmeden gülmek, çok tehlikeli bir iştir.  Bu Diyojen denilen, Nasreddin Hocamsı ve domuzuna Bektaşimsi canın ne olduğunu bilmiyoruz. Belki de Platon’a, “Masayı anlarım, ama masanın ideasını (yani ebedi masayı) anlayamam” dediği için gülünç sayılmıştır. Sandık içinde yaşıyordu deniliyor. Atina’da o sırada, Atinalıların iki yüz binden aşkını sandık-mandık ve mağaramsı oyuklar içinde yaşıyorlardı. Fukara Diyojen’in karanfili sıkı mı idi ki, oligark Platon gibi bir evde oturabilsin? Ama oligarkların hiçbirinin Büyük İskender’e diyemediğini, o, tok sesle “Defol oradan, gölge edip durma!” dedi.
./…
Atina’da Sokrates’in zehir içtiği yer diye gösterilen kaya oyuğu, Sokrates’in öldüğü yer değildir, halk tarafından ev ve barınak olarak kullanılmıştır. O mağara, Batı turistlerini yolmak için ökse diye kullanılır. Onlar da dünyayı o mağaranın resimleri ile doldururlar. “Megaron” sözcüğü Hellence, ev demektir.  Türkçedeki mağara sözcüğü, megarondan gelmedir, çünkü megaronların çoğu mağaralardan ibaretti.
./…
İyonların moral tanrıları yoktu, ondan ötürü, şunu bunu yasaklayan kutsal buyruk ve yasaklarla kafaları bağlı değildi. Ölümden sonrası, öteki dünyaya değin – a priori  - bir düşünceleri de yoktu. Bundan dolayı ölümden sonrası için kafaları bencil korkularla ve umutlarla bağlı da değildi. Ölüler, gözsüz göremez, kulaksız işitemezlerdi. Onlara “gölgeler” deyip geçiyorlardı. Çünkü onların “solid” bir cisimleri yoktu, beyinsiz de düşünemezlerdi. Gövdenin yok olmasıyla kişi de yok oluyordu. İyonlardan önce Mısır ve Sümerlerin ampirik buluşları, bir sürü büyüsel kaba saba mitolojiyle yüklüydü. Anadolu kafası o yükleri, mitolojinin kabasını da sabasını da söküp atmıştı. Ortada papaz ve kral da yoktu ki, insan kafası, işini gücünü bırakıp, onların müktesep haklarını savunma yolunda perişan olsun.  Evet, kölelik vardı, ama kölelik, Atina’daki sanatları ve teknikleri, yani toplumun yararına olan her davranışı hor gören bir üstün oligarki yaratmamıştı.
  • IP logged
“İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez… İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir” diyordu Oscar Wilde.

e

ersinboke@icrs.com.tr

Ynt: ANADOLUNUN SESİ
#1: 03 Ağustos 2018, 12:57:39
hımmm ?0-? Dolaştığımız yerlerde neler neler yaşanmış.. Keşke bir zaman makinesi sahiden olabilseydi.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 232
Ynt: ANADOLUNUN SESİ
#2: 03 Ağustos 2018, 14:14:04
Bu konuda okuyan, araştıran ve düşünen insanlarımızın artması lazım. Çok güzel bir yazı olmuş.

Müsaade ile birkaç düşüncemi paylaşayım. Ion’lar geç Hitit döneminde Kuzey Batı’dan, Doğu Avrupa’dan batı anadoluya gelen kavimlerden birisi, Truvalılar gibi. Perslerin bunlara ve batısında kalan topuna Yunan demesi ile biz de öyle der olmuşuz. Sanırım biz ve İran’dan başka Greklere Yunan diyen yoktur, bilemiyorum?

Anadolu bir göçler toprağı. Bitmek bilmeyen göçler. Yukarıda bahsettiğim Kuzey Batı göçünden sonra Hellen topraklarına ikinci büyük göç de Dor göçüdür. Bunlar yunan ana karasından, Batı Anadolu ve Rodos’a kadar hakimiyet kurmuşlardır. İşte özellikle Dor göçünden sonra özü Mısır’a kadar dayanan Anadolu Tanrıları ya da daha doğru ifadeyle Tanrı ve onun yeryüzündeki çeşitli işlevleri üstlenen tanrısal manifestasyonları, tezahürleri Hellen topraklarında karşılığını bulmuştur.

Daha sonra Pers istilası geliyor. O da bir piston gibi Batı Anadolu’yu Hellen’e itmiştir. Tıpkı Hun baskısının Kuzey Avrupa ve özellikle Germen kavimlerini Roma’ta ittiği gibi, ki bence bugünkü Avrupa’nın oluşumunun tetikleyicisidir.

Bu Greklerin Mısır ve Mezopotamya uygarlığını ve teolojisini Roma’ya aktarırken taptığı en kötü şey, bu bilgileri hellenleştirmiş olmasıdır. Bunu düzeltmeye çalışan filozofların ve neo-takipçilerinin bugüne kadar süren çabaları bile durumu toparlamaya yetmiyor.

Sonra Türkler, sonra bir ara Moğollar... sanmayın ki bitti. Önümüdeki 50-100 sene içinde Kuzey Avrupa’daki iklim değişiklikleri sonucu büyük göçler olabilir Anadolu’ya. İsveçli mülteciler Türkiye’de gibi bir durum :)

Konu için tekrar teşekkürler Ersin.
  • IP logged
BALIM SY

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4253
Ynt: ANADOLUNUN SESİ
#3: 03 Ağustos 2018, 16:46:22
O hooo, Cem abi çok su kaldıran alanlara dalmakta her zamanki mahirliğini göstermiş. İyi de etmiş.

Arada ben de Dede Korkut masallarıyla İlyada ve Odysseus arasındaki benzerliklere dikkat çekmiş olayım. Aynı masallar nasıl da İslam dini içinde ve güzel Türkçemizle anlatılıyor.
O masallar bittikçe, biz de bitiyoruz ya, bu başka mesele.

Bu arada Yaşar Kemal için boşa 20. yüzyılın Homeros'u denmiyor.
  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

e

ersinboke@icrs.com.tr

Ynt: ANADOLUNUN SESİ
#4: 03 Ağustos 2018, 16:48:30
Bu arada bir düzeltme. Konu başlığını ben açmadım. Yazıyı da yazmak isterdim.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 1049
Ynt: ANADOLUNUN SESİ
#5: 03 Ağustos 2018, 17:03:56
Bu arada bir düzeltme. Konu başlığını ben açmadım. Yazıyı da yazmak isterdim.

Olsun. Biz herşeyi senden biliyoruz.
  • IP logged
SARIYAZ  Turgut / Marmaris

  • *
  • İleti: 1547
    • Classicboats Turkiye
Ynt: ANADOLUNUN SESİ
#6: 03 Ağustos 2018, 17:24:00
DEVAM EDELİM.... İLGİ UYANDIRDIĞINA SEVİNDİM. :)xx

“Logografi”, “sözcük yazanlar” demektir. “Logos” aslında budur. Ama İyonlarca bu sözcük, bilgi anlamında idi. Böylece “Fusiologos” doğa bilgini demektir. Günümüzde bu düşünürlere  “fizikçi” denir. Zaten “atom” sözcüğünü de onlar uydurdukları için onlara “ Anadolu atomistler” yani atomcuları denir. Sonradan “logos” başka dillerde, birkaç tümcede çevrilemeyecek kadar çok ve güç anlamlara bürünmüştür; İnsan aklı (usu) demektir. İyonyalı yazarlarca “ Evrenin temel nedeni” anlamına da gelir. Sonradan Hellen “stoyikleri” “logos”u tanrılaştırdılar. Aziz Jean asıl “İncil”in dördüncü testamanının baş cümlesinde “Başlangıçta Logos vardı ve Logos Tanrıydı ve Logos tanrıyla beraberdi” der. Bunu İyonya da öğrenmiştir. Efesos’lu Heraklitos’a göre “Logos” kosmosa üstün değildi ama onun özündeydi ve değişmenin, hareketin kendidiyle olan öz yasasıydı. En özet olan “Liddel ile Scott”un sözlüğünde “Logos”u anlatmak için beş binden çok sözcük kullanılır.

Burada şunu anlatmak zorundayız; İnsanlar uygarlık yolunda üç aşama ya da çağdan geçmişlerdir. 1- Büyü (ya da efsun) 2- Din çağı 3-Fen çağı (buna akıl çağı da diyebiliriz). Bu aşamaların birinden ötekine geçişte, toplumların önceki çağdan tamamıyla sıyrıldıklarını sanmamalı. Günümüzün teknolojide en ileri sayılan toplumlarında bile din ve hatta büyü aşamasının kalıntıları vardır. Bu aşamaların üçünde de amaç ekmektir.
./…
Bu üç aşamanın üçüncüsüne; akıl yoluna, yeryüzünde ilk kez Anadolu’da İyonya ulaşmıştır. Hem de ilk önceki aşamaların kalıntılarından hemen hemen tamamıyla arınmış olarak. Anadolu’nun Hellenistan ve o çağın dünyasıyla apayrılığı ve başkalığı işte bundandır. Böylece Anadolu en insansal bir uygarlığın öncüsü olmuştur. Hellenistan ve Hellenizmin hiç payı olmamıştır; tam tersine Hellenistan’ın büyü ve din aşamasında  “etik”, “metafizik” ve “mistisizm” de direnmesi dünyanın gelişmesine en az bin yıl set çekmiştir. Hellenistanlılar da insandılar, estetik bakımdan çok güzel yapıtlar bıraktılar. İnsan gözleri yaş dolarak insanlığa –bu arada da kendilerine – bin yıl süresince yaİsa’dan sonra zık edildi. Aklın yolu Anadolu’da  - kesin olarak bilinmez ama – dört yüzyıl kadar, sonra Bağdat ve İspanya Araplarında iki yüz yıl kadar ve Avrupa’da 19. Yüzyıldan günümüze kadar sürdü. Eski taş çağının (paleolitik) milyonlarca yılından beri aklın üstün geldiği süreler, topu topu sekiz yüzyılı bulur. Üst tarafı özel çıkarlarca çarçur olmuş gitmiştir.
Miletos’un fusiologları İ.Ö. altıncı yüzyılda maddeye ölmez ve empsihos, yani diri ve canlı dediler. İsa’dan sonra 18.yy’da yaşamış olan Lavoisier’nin anlayışından “hiçbir şey kaybolmaz, hiçbir şey yoktan doğmaz”ından çok daha ileridir. Çünkü Lavoisier maddenin diri olduğunu bulamamıştı, onca madde kaba saba, ölü bir ağırlıktı. Oysa fusiologların canlı maddesi – yaşayan maddesi- uzaktan uzağa maddenin atomik niteliğini müjdeler.

Anadolu’lu düşünürler maddenin en küçük parçasına, daha fazla bölünemz, ufalanamaz anlamına gelen “atom” dediler. Onun için onlara atomcular, atomistler deniyor. Atomistler şunlardır: Ksenofanes (Kolofonludur) Kolofon İzmir ve Efes arasındadır. Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, Leucippes ve Hekateos. (Bunların hepsi Miletosludur), Demokritos, Trakya’da Abdera şehrindendir ama orayı İyonlar kurmuşlardır, Anaksagoras Klazomensi, Urla yakınında Kilizmanlı, Epikuros Sisamlı.

./… Büyü, din ve akıl aşamalarından söz etmiştik. Bu üç devrim doğudan batıya esen bir rüzgârın taşıdığı bulutlar gibi Anadolu üzerinden Hellenistan’a yol almışlardır.  Ama Anadolu akıl ve bilisel gerçeğe ya da aşamasına çoktan ulaşmışken, Hellenistan bir büyü ve din karışımında “ve dahi duralar” diye sonuna dek kalakalmıştır. Anadolu M.Ö Üç bin yıllarında büyü aşamasını aşmış ve Homeros Olimpos tanrılarıyla alay ettiğine göre, İ.Ö. Bin ya da bin beş yüz yıllarında din aşamasından sıyrılmıştır.  Bu gerçek lafla gürültüye getirilemez.

./… Hellenizmin mistisizme çok uygun havasında, yeni yeni tarikatlarla birlikte yeni kerametler, mucizeler, efsunlar ve sürü sürü şarlatanlıklar dört yanı sardı.  Hellenistan tıpkı Mısır gibi ölüm sonrası kuruntularıyla bir mezarlığa dönmek ve bir papaz takımının üstünlüğü altında ezilmek üzereydi. Sakınca bir Pers işgalinden kat kat korkunçtu. Persler hiç de ezici olmayan bir haraç alıyorlardı. Herodotos Perslerin Anadolu’dan ne kadar vergi aldıklarını teker teker yazar.  Ama İyonia’nın her yönden gelişmesine Persler hiç engel olmadılar.  Her neyse. Hellenistan’ı bir mezara dönmekten kurtaran İyonia’nın düşünürleri ve onların başında da Ksenofanes (İÖ. 570-480) gelir. Hellenistan’ın büyüsel, dinsel ve geleneksel inaçlarına karşı şiddetle savaştı. Hellenistan ve İtalya’da  - Anadolu âşıkları gibi, lir tıngırdatarak- kent kent taban tepti. “Eğer öküzler ve beygirler tanrı putları yontabilseydiler, onlar da tanrıları öküz ve beygir seklinde yaparlardı” diyen odur. Hellenistan’ın atlet idealini ve bir yarışta birinci çıkana gösterilen aşırı saygıyı delilik sayıyordu. Ksenofanes büyü ve dinsel geleneklere, yani papazlığa ilk kez “hayır” diyerek insan usunu her değerin üstünde sayan, laik bir düşünürdür. Böylece o Anadolu kültür ve uygarlığının ilk temsilcilerindendir.
  • IP logged
“İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez… İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir” diyordu Oscar Wilde.

  • *
  • İleti: 1547
    • Classicboats Turkiye
Ynt: ANADOLUNUN SESİ
#7: 03 Ağustos 2018, 17:29:24
Ama şunu da söylemek gerekir ki; Ksenofanes Hellenistan’ın koyu bir teokrasiye dalmasını önleyebilmişse de, Hellen kültürünü mistisizm ve metafizikle yozlaşmaktan alıkoyamamıştır. Bunda Pitagoras’ın etkisi vardır. Zaten hiçbir şey Hellenistan’da orijinal olarak gelişmiş değildir.

Pitagoras, altıncı yüzyılda Sisam Adasında doğdu. Anadoluluydu ve önceleri Anadolu kültür ve uygarlığının kapsamı içindeydi. Önceleri parlak bir matematikçiydi. Sonraları bir çeşit Orfisizme saparak ölümden sonra ruhun başka bir gövde ile var olduğunu savunmaya koyuldu. Ruhun daha yüksek ve mutlu bir varlığa erişmesi için bir sürü efsun tören ve aşamalarından geçmesini zorunlu gördü. Müritleriyle beraber Sicilya’ya geçti ve orada kanılarını bıçakla ve cinayetlerle elâleme zorla kabul ettirmeye kalkıştı. Sicilya’daki oligarkları savunarak politikaya da karıştı. Oligarklara karşı bir ayaklanmada müritleri öldürüldü, kendisine de yazık edildi. Platon’un “idealizmi” Pitagoras’a dayanır. Pitagoras’ın özel hayatı bilinmemektedir. Bilinseydi bir değerli fen adamının mistisizme geçişi belki aydınlanırdı. İngiliz yazarı Conan Doyle, parlak bir detektif romancısıyken birdenbire kalemini kırmış be Birinci Dünya Savaşında öldürülen biricik oğlunun ruhunu çağıra çağıra masa sallamıştır. Sir Oliver Lloyd da büyük bir fen adamı iken, belki böyle bir nedenden ötürü masa sallamaya koyulmuştur.
./…
Hellenistan felsefesi Pitagoras’tan etkilenmiş ve bundan ötürü pozitif bilim üzerine kurulu  Anadolu düşüncesine zıt düşmüştür.  Hellenistan’lı filozofun toplumla hiç ilgisi yoktu. Bu hal Aristofanes’in “Bulutlar”ında az buçuk belirtilir. Filozof (Skrates) yüksekte bir taht üzerine kuruludur, orada kendi nefsini – ya da ruhunu – denetleme ile meşguldür. Anadolunun fusiyologları ise toplumdan ayrı değil, toplumun içindeydiler, her günkü hayata karışmışlardı. Hellenistan hep ölümden sonra ruhla ve ruhun sonsuzluğu ile ilgilenir. Ruh sözünün anlamı, Grekçe “pnevma” yani soluktur. Ltincede “spritus” da öyle, uçucu hava demektir. Bu nedenden ötürü Anadolu’lu düşünürler ruhun nereden çıkacağıyla uğraşmıyorlardı. Meydana konmak için büyük, ceplerde taşımak için küçük, güneş saatleri icat ediyorlardı ki, elâlem saatin kaç olduğunu bulabilsin. Dünyada siftah olarak Aristotales “teologos” sözcüğünü Platon için yumurtlar.

Anadolu ile Hellenistan uygarlıkları arasındaki fark fusiologos ile teologos sözcüklerinin bambaşkalığı ile anlatılabilir.

Çok tuhaftır, Atinalılar da “meteora” – yani gök ve göklerdeki kuyruklu yıldızlarla- ilgileniyorlardı. Örneğin, Thales gökteki yıldızlara dalmış da, önündeki kuyuyu göremeyerek içine tepetaklak düşmüş! Oysa mutlak gerçeği gökte bulayım derken metafizik ve mistik kuyusuna düşen asıl Hellen düşüncesidir ve o düşüncenin yarattığı uygarlıktır.

Gerçekler böyle olmasına karşın, neden Sokrates ile Platon Batı’nın gözbebekleridir?
Çünkü Sokrates’in ölümü hep İsa’nın ölümüne benzetilir. Bu iki Hellen filozofu da ruhun ölümsüzlüğünü savundukları için, Hıristiyanlıktan önce Hıristyanlığın bir müjdecisi sayılırlar. Sokrates fukaralığı zamanında eşi olan Ksantip’i boşar. Ve zengin oligarklar ailesinin bir kızı ile evlenir; böylece Atina oligarklarının savunucusu olur. Atina’nın Sparta’ya karşı savaşında Atina yenilince, Sparta’nın himayesinde Atina’lı oligarklardan otuz tiranlık bir meclis kurulur. Bunlar birçok Atina’lılın kanına geçerler. Ama Spartalı’ların baskısı ile bir genel af ilan edilir. Sokrates aslında birçok insanın kanına geçenler safında olduğu için yurt haini diye suçlanacaktı, ama böyle suçlanmasına genel af engel olur.  Onun için tanrıları inkâr etmekle suçlandı. Sokrates’in son sözü “Kriton, Asklepiyos’a bir horoz adadımdı, unutma da yerine getir”dir. Batı, Sokrates’in bir gerçeği savunma uğruna öldüğünü ileri sürer. Ama hangi gerçek uğruna?

Miletos’lu düşünürlerin İ.Ö. altıncı yüzyılda, Onsekizinci yüzyılın Lavoisier’si gibi Batılı düşünürlerin katına varmış hatta o katı aşmış olduklarını yazmıştık. İ.Ö. Beşinci yüzyılda Efesos’ta Heraklitos dünyaya gelmiştir.  Heraklitos Anadolu anlayışını Heizenberg, Max Planck ve son soyut “quanta” matematikçilerinin eşiğine kadar getirdi. Herakletios Miletosluların ebedi atomlarını bir yana bırakarak, objektif realiteyi değişiklikte gördü. “Panta horei, kai avden meneyi, panta rei” – “hep devinir (hareket eder) ve hiç (bir yerde) durmaz. Hep akar”  Hiçbir yerde durmaz sözleri “Doğada statüko yoktur” anlamına gelir. Heraklitos, “objektif realite burada ve şimdidir” dedi. Çünkü realite değişmektedir. Bir nehre iki kere girilmez, çünkü suyu değişmiştir. “Herhangi bir insan herhangi bir nehire iki kere giremez” der. Çükü realite değişmiştir. “Realite olma ile olmama arasındadır” der. Bu deyişte Türkçe olmama sözcüğü insanı yanıltır. Olma sağdan sola bir değişme ise, olmama da soladan sağa bir devinimdir, demek ister Heraklitos. Burada Heraklitos varlığı “tez” ile antitez” in zıt evrimleri üzerine oturtur. Örneğin “yokuşla” “iniş” aynıdır der. Bir dağ yamacında yokuşla iniş, yukarıdan aşağıya ya da aşağıdan yukarıya bakıldığına göre ya biri ya da diğeri olur. Yokuşu ortadan kaldırmak için dağ yamacını ortadan kaldırmak gerekir, o zaman da iniş kaldırılmış olur. Örneğin “kötü ile iyi aynıdır” demesinde bir insanı öldürmekle canını kurtarmak aynıdır” demek istemez. Bir insanın yokuş fikrini anlamayınca inişi de anlayamayacağı gibi  “kötüyü” kavrayamayınca “ iyi”yi de kavrayamaz demektir. Onun için Heraklitos’a “Karanlık düşünür” denmiş. Heraklitos’un her şeyin değiştiğini söylemesi, yeni bir görüş değildir.  Thales “değişme”yi suyun çeşitli kılığa girmesinde görmüştü.  Anaksimandros “değişmeyi” iki yönde  - olma ve bozulmada- görüyordu. Anaksimenes ise “pekleşme ve seyreklenmede” görüyordu.  Demek ki değişim genel olarak Anadolulularca şu ya da bu şekilde zaten tanınmıştı. Ama zıtların aynı olduğunu söylemesiyle Heraklitos Miletoslu yurttaşlarını çok aşmıştı. Heraklitos’a göre gerçek bilgi, varlıkta gizli ilkeyi kavramaktır. Çükü Doğa “gizler” der. Bu ilke de zıtların uygunluğudur. “ Bu formül anlaşılmayınca, öğretilerin çokluğu bir şey öğretemez, çünkü anlayış ve kavram sağlanamaz” der. Bu görüş ve diyalektiğe Hegel’de rastlarız. Kaynağı da Heraklitos candır.
Kilizmanlı Anaksagoras son Anadolulu düşünür sayılabilir. Kendisi Persleri hoş görmekle itham edilirdi. Anaksagoras atomun gene ve gene bölünebileceği görüşünü savundu. Sonra maddede akıl var diyordu. Miletoslular maddeye “canlıdır” diyorlardı, ama “akıllıdır” demiyorlardı. Anaksagoras, “maddede akıl(us) olmasa madde düzenli olarak nasıl örgütlenir?” diyordu. Perikles’in çağrısı üzerine Atina’ya gitti. Orada tiyatro yazarı Euripides onun öğrencisiydi. Atina’da ders verirken güneşle ayın tanrı değil, madde kütleleri olduğu görüşünü savunduğu için – daha önce de yazıldığı gibi – Tanrıları inkâr etmekle ölüme mahkûm olmuştu. Protagoras da aynı nedenle ölüme mahkûm olmuştu. Sokrates de, tanrıları inkâr ettiği bahanesiyle ölüme mahkûm edildi. Ama bu iki Anadolulu, Anaksagoras ve Protagoras, güneşle ayı madde kütleleri dedikleri için güneşle ayın tanrılığını gerçekten inkâr ediyorlar ve bu görüşleriyle günümüzün modern dünyasının adamları oluyorlar. Büyü, din, fen aşamaları göz önünde tutulunca Atina’nın kültür ve uygarlık katı Anadolununkine kıyasla çok geridedir. Arasındaki fark bir derece farkı değil, ama bir kategori, bir çeşit farkıdır.  Çünkü burada daha ileri ya da geri bir fen, daha ileri ya da geri mistisizm söz konusu değildir ki; aynı uygarlığın birinin ötekine kıyasla ileri ya da geri olduğu söylenebilsin. Bu iki uygarlık ayrı uygarlıklardır. Uygarlık ayrılığını gösteren tarihsel olaylar sırasında Sokrates ile Anaksagoras’ın mahkûmiyetlerinden daha âlâsı güç bulunur.
  • IP logged
“İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez… İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir” diyordu Oscar Wilde.

e

ersinboke@icrs.com.tr

Ynt: ANADOLUNUN SESİ
#8: 03 Ağustos 2018, 22:36:41
Bu arada bir düzeltme. Konu başlığını ben açmadım. Yazıyı da yazmak isterdim.

Olsun. Biz herşeyi senden biliyoruz.

 :)
  • IP logged

  • *
  • İleti: 5811
    • Son Denk Kayıkçısı
Ynt: ANADOLUNUN SESİ
#9: 03 Ağustos 2018, 23:16:19
DEVAM EDELİM.... İLGİ UYANDIRDIĞINA SEVİNDİM. :)xx

Abi ilgi duymadığımızı nereden çıkarttın? Altına yazacak çok bir şeyimiz yokta ondan sessiz sessiz okuyoruz. Emeğine sağlık çok teşekkürler.
  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

e

ersinboke@icrs.com.tr

Ynt: ANADOLUNUN SESİ
#10: 04 Ağustos 2018, 03:49:39
Tam da adı geçen bölgeleri gezerken bu yazı nasıl da faydalı oldu. Teşekkürler Cem Gür.
  • IP logged

e

ersinboke@icrs.com.tr

Ynt: ANADOLUNUN SESİ
#11: 04 Ağustos 2018, 08:18:38
İyonlar ile ilgili Kuşadası Setur marina da Çetin Kent 'te çok ilginç bilgiler vermişti. Cem Gür'ün yazısında geçen Kilizman adı da İyonlardan kalma.

İyonların şehir devletler olarak bir birlik oluşturmaları ile ilgili detaylar anlatmıştı Çetin Kent.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 1547
    • Classicboats Turkiye
Ynt: ANADOLUNUN SESİ
#12: 04 Ağustos 2018, 12:52:59

KLASİK DÖNEMİN EGE DENİZİ TARİHİ

Atinalılar Anadolulu olan Kimerlilere hakaret etmek için “sizin tarihiniz bile yok” dediler. Kimerliler de “savaşmadık ki tarihimiz olsun” diye cevap verdiler. Ama bu sözler Atina, Sparta ve İran İmparatorluklarının birbirine girmesinden önce söylenen sözlerdi.

 Bu çatışmanın tam göbeğinde duran Batı Anadolu ilerleme yolundaki çabalarını durdurarak bu talancı ve saldırgan imparatorluklardan canını kurtarma kaygısına düştü. Atina’nın Anadolu’ya saldırışı İ.Ö Altıncı Yüzyılda Atinalı tiran Pisistratus zamanında Çanakkale’de, eski Troya’ya ait olup, Lesvos (Midilli) adasının bir kolonisi olan Sgeum şehrine saldırması ile başladı. Bu saldırı Atina emperyalizminin Atina dışında ilk saldırısıydı. O sırada Atina uygarlıkta ortaya bir ad olsun koymamışken, Midilli, yani Anadolu, Saffo ile Alkeos’u yetiştirmişti.  Böylece Atina, Çanakkale’de tutunabildi.

 Sonra bir barış tarruzuna geçti. Homeros’un “İliyada” ve “Odisea”sını, Atina’nın kutsal festivalinde okunmak üzere Anadolu’dan Atina’ya getirdi. Zaten Atina’nın İyon olduğu sözleri o sıralarda başlar. Nitekim Atina’nın yanındaki Salamis adasına Atina’nın sahip olduğui “İliyada”nın kataloğuna uydurma bir dize sokularak ispat edilmek istendi. Oysa Salamis adası Atina’ya yakın Megara’ya aitti.  Atina ise Megara’nın gelişen ticaretinin kendi çıkarına olmayacağından endişe ediyor, işkilleniyordu.  Güya Megara’nın efsanevi kahramanı Nissus bir Atina kralının oğlu imiş (İliyada, II,558) Ada Atina’ya geçti ve Atinalı oligarklar arasında Klerukluklara olarak bölündü.

 Sonra bir İyon adasının, yani İyon tanrısı Apollon’un doğduğu yer sanılan Delos adasının kutsallığını korumak üzere, adadaki mezarları Pisistratus kazdırıp başka yere taşıttı. Şairlerin yazdığına göre, uzun giysili İyon kadınları ve çocuklarıyla toplanırlardı. Orada dans edilir ve yarışlar olurdu. Güzel kızlar ve İyonların zenginliklerini görenler, ölüsüz insanlar olduklarını sanırdı. Delos çok işlek bir alışveriş yeriydi ve Atina da onun için oraya el koydu.

Persler İyonlara saldırınca, Anadolu ancak Hellenistan’dan yardım bekleyebilirdi. Mısır, Filistin’den yardım bekleyemezdi, çünkü onlar zaten Perslerin olmuştu. Denize düşenin yılana sarılması kabilinden Hellenistan’dan umutlandılar. Çok geçmeden ne denli bir zehirli yılana sarılmış olduklarını anladılar. İranlılar, İyonia’yı ve Anadolu’yu işgal ettiler. Pek ağır olmayan bir vergi alıyorlardı. Şehirlerin idaresine karışmıyorlardı. Pers – Hellenistan savaşı tek taraflı olarak yalnız Hellen tarafından yazılmıştır. Pers açısından bir şey yazılmamıştır.

 Persler İyonia üzerine yürüyünce, Anadolulular ya Perslere karşı savaşmayı ya da göç etmeyi tartışmışlardır.  Göçü savunanların hiç biri Hellenistan’a gitmeyi düşünmemişler, hep Fransa, Sardunya ya da İspanya’ya gitmeyi önermişlerdir.  Hellenistan’da o zaman nüfus bolluğu yoktu. Ya Hellenistan göçmenleri kabul etmemiş ya da Anadolulular Hellenistan’a gitmeyi istememişlerdi. İkisi de aynı kapıya çıkar.  Foçalıların yarısı göç edince, Marsilya’ya, Antibes’e, Nis’e yerleştiler Hellenistan’a hiçbir Foçalı gitmedi.

  Anadolu Perslerce işgal edildikten sonra, Anadolu başkaldırmaya karar verdi.  Sparta’dan yardım istediler. Sparta yardım etmek istemedi. Atina az buçuk yardım etti. Topu topu yirmi gemi. Anadolulular Sardis’e kadar ilerlediler, şehri ya yaktılar ya da şehir yandı. Bu sefer İranlılar Dara’nın komutasında Anadolu’yu alt üst etti.

Gel zaman git zaman Persler Hellenistan’da yenildiler. Anadolu kısa bir süre bağımsızlık kazandı. (İÖ 479). Ama İÖ 478’de ”Delos Devletler Birliği” diye bir kurul kuruldu adada. Atina bugünün emperyalistlerine taş çıkartacak surette, Anadolu müttefikleri dediği ve Perslere karşı savunmak için kurulduğunu iddia ettiği bu Delos Birliğiyle Anadoluluları boyunduruğu altına aldı. Batı tarihçileri, şımarık çocukları olan Atina’yı haklı göstermek için elden geleni artlarına koymazlar.  Göz göre göre hırsızı savunan avukat gibi, söylemeden önce söyleyeceği belli olan can sıkıcı bu laf kalabalığını gırıldatır dururlar.

Delos Devletler Birliğinin üyeleri, güçlerine göre birliğe gemi vereceklerdi.  Gemi vermezlerse para ödeyeceklerdi. Özgür kalmak isteyen Anadolulu şehirler gemi de, para da vermek istemiyorlardı. Atina bunlarla savaşarak alt etti. İlk ağızda Karitos ve Naksos adaları güme gitti.  Taşoz adasının, güçlü filosu ve ada karşısında Trakya kıyısıyla gelişkin bir ticareti vardı. Bu ticaret Atina’nın iştahını ve ayranını kabarttı.  Kavga çıktı.  Taşoz Sparta’dan yardım istedi.  Ama Sparta’nın iki eli kandaydı. Helotlar (köleler) ayaklanmıştı.  Helotları boğazlamaktan Sparta’nın başını kaşıyacak vakti yoktu.  Atina, Taşoz’un karşısındaki Trakya kıyılarıyla beraber takımıyla yuttu.  Adanın duvarlarını Taşozlulara yıktırdı, Adayı ezici vergiler prangasına vurdu.
 
Delos Birliğinin sözüm ona müttefikleri üç sınıfa ayrılabilir: 1- Gemi verenler takımı, 2- Gemi yerine para veriyoruz diye tahmin edeceğiniz gibi etekleri sevinçten zil çalanlar takımı, 3- Zorla Atina’nın uydusu olan boynu bükükler.
Verilen gemiler Atinalıların komutası altında, Atina filosuna katılıyordu.  İyonyalılar filoda askerlik ederek yurtlarından uzak kalmak istemiyordu. Atinalıların da gemi yerine para almak işlerine geliyordu. Önünde sonunda gemi verenler, ancak Anadolu’nun Midilli, Sakız, Sisam adalarıydı.  Üyelerinin çoğu para veriyordu. Para verenlerin ihanet etmemeleri için – yani kendilerini Perslere savunmakta kendi yurtlarına kahpelik etmemeleri için – şehirlere birer güçlü Atina’lı garnizon kondurdular. Artık Atina adam akıllı İyonların içişlerine karışıyordu. Bir de müttefiklerin (artık müttefik mi ne derseniz deyin) savaşta, Atina’ya asker vermeleri çıktı.  Bu sırada Atina müttefiklerinin isyan etmesini istiyordu.  Çünkü edenlerin hemen tepesine biniyordu.  Derken efendim, İyonyalı Apollon’a Delos’ta toplanan hazine, birden bire Atina akropolünde Tanrıça Atena’nın emrine verildi. Buna Türkçede katakulli denir. (Çünkü Fransızcada emrivaki “fet a kompli” yazılır, eski yazıyla Türkçede katakulli okunur) Bu katakullinin tarihi İ.Ö 454’tür.

Devletler Birliği her yıl Delos Adasında toplanırdı. Artık toplantı gerekmiyordu.  Çünkü tanrıça Athena, müttefiklerin verdiği yeni bir vergiyle hazinenin bekçiliğini ediyordu. Bu hazine ile Atina şehri, tepeden tırnağa süslendi. Ama daha önce söylendiği gibi, ne bir lağım kazıldı, ne de bir kütüphane kuruldu. Bundan dolayı tanrılar durup dururken kızakoydular, Atina’ya veba salgını saldılar! Ölen öleneydi.  Tanrıları yatıştırmak için insan kurban ettiler. Bu sırada Atina’ya kulluk edenlerin sayısı – çoğu Anadolulu olmak üzere – iki yüz bini aşkındı. Anadolu’da Atina’ya da Hellenizme de duyulan nefret büyüktü.

Bu sırada olacak oldu, Atina emperyalizmi Sparta emperyalizmi ile çatıştı. Peloponez Şavaşı denen (İÖ 431) savaşlar başlaya koydu.

İ.Ö. 428 yılında yani Peloponez Savaşının ikinci yılında Midilli Atina’ya isyan etti. Anadolunun bir parçası bu suretle Hellenistan ya da Atina’ya isyan ediyor ve Sparta’nın yardımına sığınıyordu. Midilli Adasının dış münasebetlerinde söz hakkı yoktu. Midillinin öteki üyelerle teması Atina tarafından kontrol ediliyordu.  Atinalılarca kullanılıyordu. Kendi gemileri de sırf Atina’nın çıkarlarına, Atinalılarca kullanılıyordu.

Anadolu’nun Atina’yla Sparta çatışmasında bir çıkarı yoktu. Peloponez savaşı Anadolu’ya yabancı bir konuydu.  Anadolulu müttefikleri sırayla Atina’nın ya da Sparta’nın uyduluğu ya da köleliğine zorlandıklarını gördükçe zincirlerini kırmaya çalışmaları çok doğaldı.  Delos hazinesi işinde Anadolu göz göre göre soyulup soğana dönmüştü.  Özgürlüklerini de kaybetmişlerdi.  Şimdi iki cami gibi Atina ve Sparta arasında beynamaza dönüşmüşlerdi. Midilli Atina’nın şerrinden kurtulmak için Sparta’ya sığındı. Atinalılar gelip adayı işgal ettiler.  Atina, adanın on binlere varan bütün erkeklerinin öldürülmesine ve kadınlarla çocukların Atina’da köle olarak satılmasına karar verdi. Zorba bir idarenin merhametsiz davranması gerekçesi ile idam emri yörük bir kadırga ile Midilli de bulunan Atinalı komutana gönderdiler. Ama Atinalı bir nutukçu, insansal değil, politik bir kaygıyla , “Midilli halkını öldürürseniz, bundan sonra isyan edecek şehirler zoru görünce, teslim olurlarsa, öldürüleceklerini bilerek ölünceye dek savaşırlar. Bu, hem hazineye fazla masraflı olur, hem de şehirlerin alt edilmesi uzun sürer” diyerek idam kararını mecliste ancak üç dört oy çoğunlukla bozdurdu.  İdam kararının bozulduğunu bildiren ikinci karar ikinci bir kayıkla Midilli’ye yollandı.   İyi ki güçlü bir deniz fırtınası idam kararını götüren kayığı geciktirmişti. Yoksa ikinci kadırga vaktinde yetişemezdi ve insanların çoktan boğazları kesilmiş olurdu.  İkinci kayık ancak birincisinin dümen suyunda limana girdi.  Bunun üzerine adanın arazisi adet üzerine klerukluklara bölünüp Atinalı oligarklara verildi. Arazinin eski sahipleri Midillililer de toprağı efendileri için ekip biçer oldular. 

Ama Atina filosu İ.Ö. 412’de Sicilya’da yenilince, Anadolu – yani, Lebedos, Miletos, Teos, Kime ve Foça kentleri – Atina’nın boyunduruğunu koparıp attılar. Ama Atina hâlâ güçlüydü. Onun için Anadolulular, Sparta ile anlaşma yaptı. İyonya yani Batı Anadolu, Spartalıları tanıyınca, bu sefer Sparta Perslerle yaptığı Miletos anlaşmasına göre Anadolu’yu onlara bıraktı.  Bu yürekler acısı yara Hellenizm adı altında sürer gider.  Sırayla Atina ve Sparta Perslerin müttefiki oldular.

ŞİMDİ ÖZETLEYELİM: Anadolu İranlılardan korktuğu için, Atinalılara sığınır. Delos işinde soyulur ve özgürlüğünü yitirir. Sparta’dan medet umar ama Perslere satılır. Yıllarca çaba hiçbir şeye yaramamış olur. Bu hal Büyük İskender’e kadar sürer.

Oyunun kahramanlarının adlarını günümüz adları ile yer değiştirin. Bakalım karşınıza ne çıkacak
  • IP logged
“İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez… İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir” diyordu Oscar Wilde.

  • *
  • İleti: 1547
    • Classicboats Turkiye
Ynt: ANADOLUNUN SESİ
#13: 04 Ağustos 2018, 12:57:15
ANADOLU’NUN SESİ
İkinci Basım     1982
Üçüncü Basım 1984
Birinci Basım   1971
Halikarnas Balıkçısı

Kitabın arka kapağında tanıtım yazısında; " Anadolu'nun Sesi uygarlık tarihine, bilinçli ve yansız yaklaşım. Öğrenimin her aşamasında, ders kitabı olmaya değer bir yapıt " notu düşülmüş.
  • IP logged
“İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez… İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir” diyordu Oscar Wilde.

  • *
  • İleti: 492
Ynt: ANADOLUNUN SESİ
#14: 04 Ağustos 2018, 21:36:47
Cem,emeğine sağlık.
  • IP logged
Saygı, Sevgi ve Selametle. Netsel Marina - Marmaris Dimple Y/Y

 
Yukarı git