Teşekkür ederim Hulusi reis. Dergide yazmak aslında kulağa hoş gelse de ciddi iş. en azından benim yazabilmem için kadro lazım.
Birisi imla hatalarını düzeltecek, bir diğeri anlam kaymaları ve yanlış anlaşılmaları düzeltip " yok aslında öyle demek istemedi " diyecek filan.
Kuşadasında , Çetin Kent ile karşılaştık (Sarıldım minik teknemin halatına kitabının yazarı ) Marinanın içindeki havuzda ve sonrasında akşam yemeğinde uzun uzun muhabbet ettik. Malum Naviga'da çok güzel yazılar da yazıyor. ancak öncesinde ciddi ciddi çalışıyor adam. Forum gibi değil yani.
Gelelim bir hafta boyunca yaşananlara..
Önce bir levrek hikayesi.
Bağlandığımız iskelede artık gelenek olduğu üzere dalıp, teknenin altını kontrol ettim. Gıcır gıcır suda karinada daha önceden yaptığım her bir işi kontrol etme fırsatım oldu. İyi iş çıkartmışım. Sonra pervaneyi temizledim. Pervaneyi temizlerken ileride hemen iskelenin ön kısmında bir karaltı gördüm.
Gördüğüm koca bir levrek. İskelenin altını yuva bellemiş anlaşılan. Ona doğru yüzdüm. Kaçmıyor da . BU levrek bir hafta boyunca tüm ekibin başlıca muhabbet konusu oldu. Öyle ki daha tutmadan nasıl pişirmek gerektiğini tartışmaya başladık.
"görünen balık yakalanmaz " diyor birisi, ben hemen her şeyin bir ilki vardır diye ortaya atılıyorum.
Her denize girişte görüyoruz koca levreği. Resmen iştahımız açılıyor. Yakalayamadığımız için de sinirleniyoruz. Zıpkın da yok kimsede. Dalıp vuralım.
Sanırım Perşembe günü idi. Bir başka tekne yanaştı iskeleye. Ercüment kaptan. Balık delisi her türlü takım taklavat var. Hemen zıpkın var mı diye soruyorum. İki zıpkını varmış hem de . Birisi ciddi bir şey imiş. acak o yok. Oğlu almış tekneden.
Geriye en küçük çocukken kullandığımız lastikli zıpkın kalıyor. Olsun. Öyle hırslanmışız ki. Zıpkını alıp suya dalıyorum hemen. Atladığım yerde zıpkını kontrol edip, bir deneme atışı yaptıktan sonra yeniden kuruyorum. Zıpkının ucu üçlü .
Daha iskelenin ucuna gelir gelmez koca levrek ile karşı karşıya kalıyoruz. Çocukluğumda bu zıpkın ile çok dalmışlığım var. Ama hiç balık vurduğumu hatırlamıyorum.
Şİmdi karşımda koca bir levrek bana bakıyor işte. Kaçmıyor da. Zıpkının ucu ile balığın arasında bir metre ya var ya yok. Vuracağımdan öyle eminim ki gözümün önünde biraz sonra görünen balık yakalanmaz diyen İzzet abiye nasıl yakaladım bak diyeceğim bile geliyor.
Levrek kıpırdamadan duruyor hala. Resmen bana bakıyor. Üçlü zıpkın ucunun en ortasını hayvanın kafasına doğru tutuyorum. Bari acı çekmesin hayvan. Derdim o.
Tetiğe asılıyorum. Zıpkından tık yok. Bir bakıyorum ki emniyeti kapalı. Balık hala orada durup duruyor. Yavaşça emniyeti açıyorum . Biraz sonra hayatımın en büyük balığını yakalamış olacağım. Bu mesafeden kaçırmam mümkün değil çünkü.
Tetiğe asılıyorum. Zıpkın fırlıyor. Ben ilk defa milli olmuş ve gol atmış futbolcu kadar heyecanlı neredeyse goool diye bağıracağım.
ancak sanki zaman durmuş gibi ya da balığa zıpkın işlemiyor. Balık olduğu yerde bana bakıp duruyor. zıpkın ise deniz zeminine düşmüş ancak balığa saplanmamış. Çıldıracağım resmen. Sonra deniz zeminindeki zıpkını gören balık ok gibi kaçıveriyor açığa doğru.
Tabi iş avcı hikayesine dönüyor. Ben valla vurdum dedikçe herkes makaraya alıyor beni.
Sonra dün akşam bu işleri bilen bir komşum ile karşılaştım. Durumu anlattım. Güldü. Bir kere üçlü zıpkın ucu sürü ya da küçük balık içinmiş. Böyle büyük balıklar için tekli uç kullanılırmış. Üstelik yukarıdan kafaya doğru atış yapılır ise zıpkının bende olduğu gibi kayma tehlikesi varmış. Büyük balıklarda atış gövdeye yapılırmış.
Ben, üçlü uç ile gövdeye atış yapsam dahi balık zıpkından kurtulur ve kaçarmış. Sonra böyle tüpsüz sığ su dalışlarında olması gereken zıpkın , mümkün olduğunca uzun ve sert lastikli olmalıymış falan falan.
BU forumda dalıp, balık vuran bir sürü reis var biliyorum. BUnları yazsaydınız ben o levreği kaçırmayacaktım. Oğuzhan bana Burgaz adada bir alık rakı ısmarlayacaksın artık mecbur.
Gelelim bir başka tekniğe. Sepet!
şu forumlara girdim gireli hep sırtı çekme hikayesi okurum. Mersin Kıbrıs seyri dışında hiç tutulduğuna da şahit olmamıştım.
Bu levrek muhabbeti ortaya çıkınca , gruptan Ayşe abla teknelerinde sepet olduğunu söyledi. Zar zor kocasını ikna ettik , koca tekneden sepeti buldu geldi. Derdi o sıcakta aşağıda bir yerlerde sepeti aramak. Hava öyle ki serçe parmağını kıpırdatmak istemiyor İzzet abi.
Bu sepet işi bomba valla . Tam yelkenci işi. Böyle koylarda sallandır aşağı. At içine ekmeği. En kötü çocuklar için taze balık bir iki saatte hazır. Sepeti attıktan iki saat sonra Lal 'e yetecek kadar İsparoz girmişti kafese. Taptaze balıklar tavada yay gibi kıvrılıverdiler. Annesi de dalgacı korsana son lokmasına kadar yedirdi o öğlen.
Tabi ben yine heveslendim. BU sefer ekmeği fileye sardım. İçine taş koyup tam filenin ortasına gelecek şekilde sallandırdım akşam üstü. Sabah uyandığımda ilk iş heyecan ile gidip sepete bakmak oldu. O da ne! içinde iri bir şey yüzüyor.
Yüzen koca bir yılanbalığı. Çetin de erken kalkmış. Ercüment kaptan da. Ercüment kaptan balığı tanıyor. Dikkat edin. BU hayvan karada bir saat ölmez. Çok kaygandır. Bez ile tutun. Bir de ısırır dikkat diyince bizim keyfimiz kaçıyor tabi.
Teknedeki kadınlar yılan balığını görseler anında koyu boşaltmamız gerekecek kesin. Dikkatlice sepeti alıyorum. Gerçekten sevimsiz bir hayvan. İskeleye koyunca kara yılanı gibi hareketler yapıyor ve iş daha da sevimsizleşiyor. Hiç dokunmadan bir şekilde kuyruğunu sepetin deliğine denk getirip denize yolluyorum hayvanı. Umursamaz tavırlar ile derinliklere doğru kayboluyor o da.
Ancak bu sepet işi dediğim gibi iyi iş. Bir tane edinmekte fayda var. Böyle uzun seyirlerde balık tutabilmek bence önemli.
Rüzgar ile git, güneşten elektriğin gelsin, su yapıcı ile tatlı suyun olsun. Bir de sepet ile balık yakalayıp yemek işini çözdük mü tamamdır. Yelkenci oldum demektir.