Bülent, klasik avukat gözlüğü ile yaklaşıyor olaya.
İnsanları, sınıfları içinde tek ve homojen bir "sınıf" olarak gösteriyor.
Ama hem “insanın hayal etme sınırı, bildikleri ile belirlenir, bilmediğini hayal bile edemez”i gözden uzak tutuyor.
Hem de tekne sahibi olan herkesi, aynı kap ve sınıf içinde eritiyor.
Herkesin teknesinde "iş" yaptığını ve günün birinde parasının satın alamayacağı bir durumda kalacağını empoze ediyor, çaktırmadan.
Her şeyde olduğu gibi denizcilikte de, önce insan olan, kendisine olduğu kadar çevreye de saygılı insanlar olabildiği gibi (bunu tüm meslek-hobi-yaşam gruplarında görebiliriz), kendisini bile sevmeyen, çevrede yarattığı tahribatın ucunun kendisine dokunduğundan bihaber insanlar da olabilir.
Bu nedenle “amatör denizci” kavramının kelime anlamını kullanmak yeterli olacaktır.
Bu kavrama çok da fazla bir anlam yüklememek gerekir.
Yere tükürmenin özgürlük olduğunu düşünen bir coğrafyada ikamet etmekteyiz nihayetinde.
Burada yapmak istediğim, temel probleme yönelmek. Eğer sizler de katkı koyarsanız, amatörce ama belki de bu konu üzerinde bu şekilde yapılmış amatörce de olsa ilk çalışma olacak. Hayli zamandır bu tartışmanın peşindeyim, zemin sağlayan foruma, katkı koyan herkese teşekkürler.
Ziyacığım, gelmek istediğim yere çarçabuk getirdin beni.
İlkin "yabancılaşma" kavramını kullanmamın, ta Aydınlanma'dan gelmemin nedeni anlatacak zemini verdin,
ikinci olarak amatör denizciliğin diğer bütün -en azından benim bildiğim- "iş olmayan iş"lerden, ayrıldığı yere getirdin.
Son olarak amatör denizciliğin neden hobi olarak görülemeyeceğini ya da bunu hobi olarak yapan kişinin amatör denizci sınıfına giremeyeceğini savunmaya çalıştığımı anlatma fırsatı verdin.İnsanın kendi etkinliğini hobi olarak tanımlamasının, onu hobi olarak yaptığı anlamına gelmeyeceğini de ekleyeyim ki Matay alınmasın.
Öte yandan bu şekilde bir yergide bulunman, bir başka kavramı daha tartışmak ya da o kavrama değinmek zorunda bırakıyor Ziya; O da "Çokluk".
Eğer dünyayı, üretim ilişkilerinden bağımsız düşünmüyorsak,-ben düşünmüyorum- üretim ilişkilerinin insan/birey üzerindeki etkilerini de kabul ediyoruz demektir.
Daha fazla akademiye boğulmadan şunu söylemek istiyorum; Kapitalizmden önce, "yabancılaşma"dan söz edilemez. Çünkü insanla ürettiği arasındaki karşıtlık son derece açıktır.
Ancak manifaktürün gelişmesinden sonra sahici anlamda bir yabancılaşma sorunundan söz edebiliriz. Ve herhalde bu konulara en uzak kişi bile, bir yüzyıl önceki insanla şimdiki insan arasındaki derin uçurumu görür. Çünkü bir yüzyıl önce "bir of çekseniz karşıki dağlar yıkılırken, şimdi of çektiğinizde, sesiniz şehrin gürültüsünde kaybolur gider".
İşte başta Negri olmak üzere, pek çok çağımız düşünürü, klasik sınıf ayrımından uzaklaşırlar. Bu düşünürlerin hiç biri sermaye-emek çelişkisini red etmez, ama bunun biçim değiştirdiğini söylerler. Bu biçim değiştirme, öyle bir hal alır ki, büyük çoğunluk, proleterleşir. Yani kendi sermayesi ile iş yapan kişi de , 1940'lara kadar sıradan bir proleterin maruz kaldığı tüm etkinin altındadır. Ancak tüm dünyada çok az bir kesim, bu etkiden uzaktır. Washington'daki biz %99'uz eylemlerini anımsayın. Doktor, Avukat, Mühendis, Sigortacı, Üst düzey yönetici, bir şekilde bu etkiyi üzerilerinde hissederler.
İşte Negri'nin
çokluk dediği ve "bir gün işe gitmek yerine sevgiliyi öpmeyi tercih etmesiyle" her şeyi başlatacak kitle budur.
Yazımda, Sermayenin yaygınlaşmasına vurgu yapmamın nedeni, bu çokluk kavramını kabul etmem. Sermayenin yaygınlaşmasıyla, şu ünlü %1'i dışarıda bıraktığımız zaman, üretim ilişkilerinin geri kalan %99 üzerindeki yıkıcı etkisi olan yabancılaşmanın herkese benzer şekilde etki ettiğini de söyleyebilir hale geliyoruz. Sermaye yaygınlaşınca kayık ulaşılabilir bir hal alır. Bu kayığa ulaşabilen kimdir; potansiyel olarak bu %99'un içinden birileri. Kendine yabancılaşmış, gerçeklikten ve kendi gerçek potansiyellerini ortaya koymaktan mahrum kalmış(bırakılmış?) büyük bir
çokluk. Devam edeceğim. Bu arada Ersincim, Negri hala yaşıyor, yani sahiden hayatta. Paris'te.
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.