Patalya'ya inen ve Koca Reis 'e rağmen halatı fora eden mürettebat, oradan dikkat amatör denizci çıkabilir diye lakırdı etmeye başlamış.
Elbet bu lakırdıya, Çektirme de bir yanıt verecek;
Buyurun efendim;
Patalya'dan amatör denizcilik üzerine söylenen sözlerin büyük çoğunluğuna karşı çıkmak pek güçtür. Kimi yorumlara katılmayabilirsiniz ama çoğu tespit, hemen herkesin hem fikir olduğu, deneyimlediği pek dile getirmediği hususlardır. Bir yerlerde dile getirilmesi de bana kalırsa iyi olmuştur.
Ben aynı konuya, bir başka yerden bakmak istiyorum. Muhtemelen benim baktığım yer daha fazla tartışmaya muhtaç ve karşı çıkmaya daha müsait fikirler içeriyor. Burada kesinlikle bir tenkit yok- çünkü eğer ben Böke ile sohbet etseydim o mevzuuları, evet öyle diye yanıt verir, muhtemelen biraz da abartırdım. Bu yazıyı Böke'ye yanıt olarak okumamanızı o nedenle salık veriyorum, çünkü yapabilirsem, ben bu yazıda, o değerli gözlemlerin gerçekte ne anlama gelebileceğini, tespiti yapılan yaşamların kaynaklarının neler olabileceğini kendi içimde tartışacağım. Bunu herkesten çok Böke'nin anlamaya çalışacağını ve katkı koymaya çalışacağını düşünüyorum.
Başlıyorum:
Bir tartışmada söylediğim gibi Wittgenstein bir yerlerde, " her şey bizim onu gördüğümüz parçasından daha çok anlam ifade eder" demişti.
Karl Marx da , nesneler-olaylar bize camera-obscura'daki gibi, baş aşağı şekilde görünür der. Gerçeği görmek için görüntüyü tersine çevirmek gerektiğini söyler. Ben, kendi alanımız için bu yazıda bir denemeye girişeceğim, görüntüyü tersine çevirmeye çalışacağım. Yazım, biraz akademik olabilir. Bazı konulardaki daha önce yaptığım metinlerden yararlandığım için, böyle olacak. Anlayış göstermenizi ve katkılarınızı bekliyorum.
Bir soruya doğru yanıt vermemiz için, soru işaretini doğru yere koymamız gerektiğini düşünenlerdenim.
Amatör sözcüğü bize Franszıca'dan oraya Latinceden geçmiş. "seven" anlamına geliyor, daha çok bir işi sevgisinden yapan kişi. Bir işi severek yapmakla bir işi sevdiği için yapmak arasında çok temel bir fark vardır. Avukatlığı severek yapabilirim, mühendisliği, sigortacılığı... Ama pek azımız sevdiğimiz için bir işe girişmişizdir. Hatta sevdiğimiz için giriştiğimiz iş bir süre sonra geçim kaynağımız olduğu için onunla sevgi bağımız zayıflar,onun yerini mübadele bağımız alır. İşimi severek yaparım, severek yaptığım için daha iyi yaparım ve bu işle iaşemi sağlarım.Bu aynı zamanda bir zorunluluk kategorisini de getirir. Çalışmak zorundayım, çünkü iaşem buna bağlı.
Amatör'ün uğraşısında ise bir zorunluluk ögesi yoktur. Dilersem yapmam. Onu çok sevsem de yapmayabilirim. Tamamen benim isteğime bağlıdır. Çünkü ondan iaşe sağlamam. Şu kadını/erkeği seviyorum, çok seviyorum, ama dilersem onunla olmam. Bana manevi haz dışında bir şey getirmiyor, yaşamak için ona mecbur değilim. Tıpkı Masal'a mecbur olmadığım gibi. Dilersem satarım. Bir daha kayığa binmem. Onu çok sevsem de hayatımı idame ettirmem ona bağlı değildir. Balıkçı ile aramdaki fark budur. Balıkçının kayığını satması ya ekonomik güçlükten, ya artık para kazanamamasından ya da daha iyisini almak istemesindendir. Onun teknesi ile kurduğu bağ, zorunlu çalışmaya dayalı olduğu halde, benim kayığımla kurduğum bağ hiç bir zorunluluk içermez.
Bunu böylece koyalım.
Bundan 200 yıl önce amatör denizci denen bir cemaat var mıydı, diye sorarsak, sanıyorum hayır yanıtı veririz. Gelişmiş denizci uluslarda da şimdiki anlamıyla bir amatör denizci topluluğunun olduğunu sanmıyorum. Neden daha sonra ortaya böyle bir cemiyet çıktı? Basit yanıtı sermaye birikimi ve sermayenin eskiye göre çok geniş bir kitleye yayılması nedeniyle.
Sermaye'nin yayılması ne zaman başladı? Aydınlanma ile. Peki Aydınlanma İnsanı nasıl bir insandır?
Kısaca tanımlayacak olursak, Aydınlanma ve ardıl dönemlerin insanı, kendi hikayesini yazan erkek ve kadınlardır.
Aydınlanma, Romantizm ve Modernizm dediğimiz dönem, bilgeliğe yönelmiş özneyi kabul eder. . Kavga, kargaşa, her türden dogmatizim sona erecek, karanlık çağlar geride kalacak, bireyler kendi sahiciliklerini gerçekleştireceklerdir. Her bir bireyin kendi sahiciliklerini gerçekleştirmeleri, özlerinde olanı ortaya çıkarmalarının önündeki engellerin kaldırılması ile oluşacak toplum düzeni, ideal toplumu oluşturacaktır. İdeal toplumun önündeki engeller bir kez kaldırıldığında bu bağımsız ve tekamül etmiş insanlarda oluşan toplum kendiliğinden oluşacaktır.
“Aydınlanma- Romantizm düşüncesine göre dinsel dogmatizmin yıkılması, bilimsel bilginin kutsanması, aklın hükümdarlığı ile bu engeller birer birer yıkılır, özne kendi sahiciliğine kavuşur. Bu yaklaşım, modernizmin bütün özerklik taleplerine yanıt verebilen tek ilkedir”
( Zeynep.B.Sayın.1997:131) Çünkü “Aydınlanmanın öteden beri hedefi, insanları korkudan arındırmak ve efendi konumuna getirmek olmuştur”(Adorno-Horkheimer,2010:19) Engizisyonun günahları İsa’ya yüklenir. Berman’ın büyüleyici bir şekilde anlattığı Faust, meydan okuyarak sisler arasından kendi yüzünü göstermiş, tanrı-insan toprağa elini yaslayarak doğrulmaya başlamıştır bir kez.
Anlatım, hep birinci tekil şahıs üzerindendir. O dönemin başyapıtlarından Moby Dick, şöyle başlar; Bana İsmail deyin! Tanrı öldürülür. Yerine konulacak olan kültür(ekin) toprağa serilen tohumun filizlenmesiyle bütün insanlar özgürlüklerini, kendiliklerini gerçekleştirecek ve hep birlikte mutlu bir dünyada yaşayacaklardır.
Fakat durum pek böyle öngörüldüğü gibi olmaz. İnsan, birey güçlendikçe ve bu gücü nesnelere uyguladıkça, bir bedel ödemeye başlarlar. Adorno ve Horkheimer'e göre bu; nesnelere yabancılaşmadır. Anlaşılması zor bir çeviriyle şöyle diyor bu iki düşünür;
“ Aydınlanmanın nesnelere karşı tutumu, diktatörün insanlara karşı tutumuyla aynıdır. Diktatör insanları güdümleyebildiği ölçüde tanır. Bilim adamı da nesneleri onları yapabildiği ölçüde tanır. Böylece nesneler ‘kendileri için’ var olmaktan çıkar, “bilim adamı için var olurlar” (Adorno-Horkheimer;2010:26)
Nesnenin bilim adamı, insan için var olması, insanın kendisine yabancılaşmasının da önünü açar. “Anlamlandırılan insan ile anlamsız nesne ve rasyonel anlam ile onun rastlantısal taşıyıcısı arasındaki tek boyutlu ilişki, var olanlar arasındaki bağların çok katmanlılığını unutturur” ( Adorno:Horkheimer,2010:28)
Bunu şöyle açıklamaya çalışayım. Annem hastanede yatarken, bir yakınımız çiçek getirmiş. Çiçeği almamışlar odaya. Bunun yerine odadaki televizyondan görüntüsünü verdiler. Sağlık nedeniyle yapılan bu zarif davranış, hastanenin tutumu yani, Türkan'ın annemi düşünmesi, gidip bir çiçek satın alması, çiçeği taşıması, hastaneye gelmesi, odaya çıkması olarak kendini gösteren çok katmanlı ilişkiyi bir anda tek, sanal, yalnızca görüntüye dayalı tek yönlü bir ilişki biçimine getirir. Normalde çiçek gördüğü zaman dualar eden, maşallahlar dileyen annem, yatağının karşısında ekranın çözünürlüğü ile eşitlenmiş bir nesneye bakakaldı. Teşekkür bile edemedik. Öyle ekrana baktık. Çiçeği getiren kadın arkadaşımız da öyle ekrana bakıyordu. Gerçek bir eblehlik hali. Adorno ve Horkheimer'in söylediği tam budur. Türkan- Annem-Çiçek-Hastalık-Hasta yakınları-Satın Alma Eylemi- Teşekkür-Dua- Türkan'ın teşekküre mutlu olması gibi sayabileceğimiz çok katmanlı ilişki, ortadan kalkar, çiçeğin ekrandaki görüntüsü, bir görevin yerine getirilmesi olarak tezahür eder, ardında muhtemelen ziyaretçi ile hasta arasındaki ilişkide basit bir borç ifası şekline bürünür ve asıl ilişki (geçmiş olsun dileği-teşekkür) unutulur
Ancak bu unutkanlık kendi gelişmesinin temel dayanağı olmakla birlikte kendisinin çöküşünün de temelidir.
Terry Eaglton’un deyişiyle “modernite, kendi doğumu ve yıkımının yazarıdır”(Eagleton;2012a:315)
Şimdi aydınlanma-modernizm dizgesi ile amatör denizciliğin ne ilgisi var. Var. Eğer insanın gündelik pratiğinde çok katmanlılık ortadan kalkıyorsa, denizle bağında da çok katmanlılık ortadan kalkar ve/veya yıpranır.
Anlatmaya çalışacağız daha sonra. Şimdilik Böke bu kadarıyla uğraşsın.
(Devam edecek)
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.