Bu tekneler; önyargı ve yoksulluk-cehalet gibi iki büyük ruhani kötülükten muzdarip fakir adamlar tarafından yine fakir adamlar için yapıldılar.
Yine de iyi tekneler üretmeleri; günümüz modern anlayışını geride bırakan, doğa yada deniz için bir içgüdü geliştirebilmiş doğanın temel elementleriyle iç-içe yaşayan "doğal insan"a bir övgüdür.
Bunun felsefede karşılığı, Marx'ta vücut bulur;
Emek yaşayan, biçimlendirici ateştir. Dünyanın yaşayan zaman elinde şekillenişi, demek ki şeylerin faniliği, gelip geçiciliğidir" (Grundrisse)
(Buradan, kimse, "emek en yüce değerdir" gibi bir anlam çıkartmasın, zira rahmetli yaşadığı sırada, Alman SDP meşhur Gotha Programına böyle bir şeyler yazınca, küplere binmiş ve çok fena kalayı basmış üstüne bu zırva için bir de kitap yazmıştı-Gotha Programının Eleştirisi-. Kabaca şunu demişti; Ekonomik anlamda emek bir "değer" ise alınıp satılabilir ve hiç bir ekonomik "değer", bir diğerinden- sermayeden- üstün değildir. Bir sürü kişi bunun sosyolojik veya iktisaden ne anlama geldiğini kavra(ya)maz.)
Nihayetinde Antonio Negri( Katil-Felsefeci nam) şöyle tamamlıyor bu sav-sözü; Emeği olumlamak, emekten yana olmak, bu anlamada, hayattan yana olmaktır. Marx'ın bu teorisi ve Negri'nin bu bakışı, benim denizciliğe bakışımı özetler.
Oktay'ın tekne sahibi olmak olarak özetlediği şeye katılmam bu nedenle imkansızdır. Çünkü en burjuvamızdan en proleterimize, ( en azından zaman içinde) ortaklaştığımız şey, kayıklarımıza verdiğimiz emek ve bu emeğin tarihsel geçmişi, yani o ya da bu şekliyle aktarılan kültürüdür. Kültür'ün "ekin" anlamına geldiğini de anımsatalım.
Ben bu hususta Cem Gür'ü çok samimi bulurum. Çünkü Cem abi ve çok çok az sayıdaki benzerleri, bu işi saçma sapan zırva bir üst-ast ilişkisine indirgemez. Daha çok, işte yukarıda sözünü ettiğim, Marx'ın deyişindeki "Emek dünyayı değiştirir" sav-sözü çerçevesinde değerlendirirler. Onlardan okuduğum-öğrendiğim kadarıyla tekne-denizci ilişkisini yeni eski karşıtlığı üzerinden kurmazlar. Zira bunun karşıt olmadığını bilirler.
Kuşkusuz Cem abinin dediği gibi, eski zamanlarda kayıklara verilen emek, insana özel bir övgü olarak orta yerde durur.
Ama bütün iç gıcıklayıcı çağrışımlarına karşın o insana övgü, zalimce bir yöntemle olsa da, yerini, daha az emek isteyen modern kayıklara bırakmıştır. Bu durum ise emeğin biçim değiştirmesinden başka bir şey değildir. Nihayetinde bu modern kayıklar, on binlerce erkek ve kadının denizde olabilmesine de neden olmuştur.
Kuşkusuz ki birden bire bu kadar çok insanın denizde (hepi topu 50-60 yıl) olması,pek çok şeyi çok hızla dönüştürmüş, bu uğraşın köklerle bağını zayıflatmıştır. Ama sonuçta, bu tekne sahiplerinin bir yarısı Oktay'ın dediği gibi 'tekne sahibi olmak' gibi bir yerde kalsa da, bir diğer yarısı, kaçmak, kendine yabancılaşmamış bir emek, az biraz insan olmak, kendin gibi olmak, gündelik yaşamdan kopmak gibi her biri son derece yaşamsal kaygılarla bu işin içindedirler.
Kendi yaşam tecrübem de gösteriyor ki, yalnızca "tekne sahibi olmak" gibi bir amaçla bu uğraşa girenlerin pek çoğu da, zamanla düşünsel zeminini değiştirmekte, her biri daha çok emek, daha çok doğa, daha çok deniz, daha çok rüzgar,hasılı daha çok insani yaşam özlemini gidermeye dönüşen bir kaygının içine girmektedirler.
Öyleyse, ilkin emek. Dünyayı değiştiren güç olarak emek.
Ama emeğin biçim değiştirdiğini bileceğiz.
Daha sonra, yeryüzünde üretim biçimi değişmeden, insan değişmez, öyle eğitimle filan olmaz bu işler. Bunu da bileceğiz. (Koyu harflerle bana göre).
Yani bir insan denizci diye daha iyi insan olmaz. Görüyoruz işte orta yerde, bütün zaafiyetleriyle denizlerde olan insanları. İzleyelim; "Gemide"-" Sarmaşık" filmlerini.
Ama deniz, şimdi, bu çağda, insana insan olmayı öğreten en büyük en yakın kudret, çünkü 3/4'ü deniz küremizin. Bunu da görmezden gelmeyeceğiz.
Neyse, kimse başsağlığı dilemesin, çok güzel bir arkadaşımı kaybettim, daha çok yazardım ama, ancak bu kadar yazdım.
Selametle.
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.