Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: Masal'ın Havuzluğundan II (Eski bir yazı)

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4249
MASAL'IN İLK KONUĞU
               
              Bir sürü denizci ile kafayı çekmiş, ertesi sabah, gün ağarırken Tayo-Mar'a gitmiş, elimi belime bile koymam, şöyle durur oturur, başka bir şey de yapmam diyen ve adam ağırlamasını da pek iyi bilen Necip abi'yle Ersin'e yardım etmiş, kopan gaz teli  nedeniyle deniz yerine çay bahçesine gitmiş, Eyüp ağabey ve Burhan bey'le hasbıhal etmiştik. Pek güzeldi.

               Ardından Istanbul'dan İzmir'e geçip, oradan artık benim oğullardan biri saydığım genç meslektaşımı yanıma aldım. Sabah erken Adana'dan gelmiş, alanda bekliyor. Karacasöğüt'e gideceğiz. Gencecik yaşına karşın haznesinde 1 yıl cezaevi, iki yıl süren bir evlilik macerası olan delikanlıya, "bak oğlum, benimle geliyorsun ama konuşma, karışma, iş yapma, yap dediğim işleri yapmamazlık etme, ben seslenmeden yanıma gelme, ne tekneden anlıyorsun ne yüzme biliyorsun seyir meyir yapmayacağız bunu bekleme, tamir temizlik yapacağım, seyret, git demeden gitme, kal demeden kalma,  yemek yap, bulaşık yıka, soru sorma, müziğin sesini kısma, beni kasma, başka ne yaparsan yap" dedim. Gardiyanlardan antremanlı, ses etmedi. Arabaya bindik. 3 saat sürmedi, Gökova'da, benim kardeşin evindeyiz. Abi kal sofra kuralım dese de, 15 dakika mesafedeki tekne çağırıyor, duramadım, kalk dedim T.'ye, gidelim.

             Akşam Ahmet Semiz  ve sevgili/değerli eşi ile Vanda teknesinde bir güzel sohbet kurduk. Çok sevdim bu iki yüreği genç insanı. Ne yalan, Ahmet ağabey çok iyi çok hoş güzel sohbetli bir adam ama abla bir harika. Şanslı adammış Ahmet abi.

            Masal'ın bitmek tükenmek bilmeyen işlerine giriştim. Bay- Te. dediklerime harfiyen riayet ediyor, sesini çıkarmıyor, havuzlukta, tek başına oturuyor. Arada göz ucuyla ona bakıyorum. 30 yaşına henüz gelmiş bu delikanlı, fakülteyi bitirip koca adam olduktan hemen sonra, şu yaşadığı kısa 8 yıla sığdırdığı bir sürü sıkıntıyı hiç yaşamamış gibi, çevreyi seyrediyor, denizi kokluyor. Aklıma, kendisine ceza veremeyen bir gücün, sırf cezalandırmak için anne babasını yaka paça 4 gün tutması, vergi memurlarının ağır cezalar kesmesi geliyor. Başkası olsa, dünyayı ayağa kaldırır, reklamını yapar, ben ne acılar çektim cakasını satar. Tırnağı kanayan neler anlatmıyor ki? Oysa pek az kişi bilir bunları Adana'da benden başka. Büyümek böyle bir şey sanırım. Ben yapabilir miydim, diye soruyorum kendi kendime, farş tahtalarını silerken. Sanmıyorum. O kadar kendimden emin olamazdım sanıyorum. Tevazu değil bu yaptığı, başka bir şey. Ancak küçücük tarlasındaki taşları elleriyle temizleyip geçimini sağlayan, bundan şikayetlenmeyen, sonra da "yurdum insanı" diye burunlanan kişilerde  bulunabilecek kabulleniş, direnç.
   
           Biz demeyim, bazılarımız diyeyim, herkesi ortak edince alınanlar olabilir, "neler çektim, ne acılar, ızdıraplar şu hayatı kurmak için, başıma ne işler geldi" böbürlenmesini yapar. Ne yaptık ki oysa? Madene girip kömür mü çıkarttık, kum mu çektik, odun mu taşıdık? Yok işte, bir mektep bitirip, giriveriyoruz hayat gailesinin içine. Elbet bir sürü sıkıntı. Ama kaçımız sahiden,... sahiden,... gerçekten yani, tam varlık yoksunu olduk ki?  Şu geldi aklıma, Suha Arun belgeselinden;" İçim dolu kuzum... Ölmem lazım. Ölemiyorsun da.(ölümü) Al gel bakalım". Bir tahtacı teyze demiş. Hadi bakalım. Yurdum insanı işte! Cahil ya, ondan, şunu diyor;"Çok aydın olsan ne! Fakirsin! 5 tane kitap yutsan cahilsin! Var mı pulun cümle alemde yükün, yok mu pulun cehennemdir yolun!". Yurdum insanı... cahil. Geçelim. Büyük meseleler bunlar, beni aşıyor. Biz, nasılsa, mecburen dinleyeceğiz pek çok şişirilmiş kahramanlık öykülerini. Hay allah bile diyeceğizdir. Olsun, ona da diyelim, geçelim, yeter.

         Temizliği bitiriyorum, oturulabilir hale geliyor Masal. Çıkıyoruz. Güzel bir hoş geldik yemeği. Birer kadeh rakı. Ertesi gün, bende aynı telaş devam ediyor. Ustalar geliyor, bitmek tükenmek bilmeyen pis su tankı problemi nihayet çözülüyor. Eksiklikler alınıyor. Kıçtan takma motor, afili oldu, Honda! Bağlanma halatları, çapariz veren elektrik kablosu için pratik olmayan çözümler, projektörler, pupa feneri, elektroniklerin kalibrasyonu ve sair ve sair ve sair.

        Bay-T., güneşleniyor. Gözümü ayırmıyorum. Yüzme bilmiyor ya, suya düşer bir şey olursa. Sevgilisi var Allahsızın. Ne derim kıza ben sonra? Duramıyor, suya atlıyor, telaşlanıp pontonun başına, onu net görebileceğim yere geliyorum. Meğer suyun üstünde durabiliyormuş. Çıkıyor, kitabını okuyor. İyi.

        Akşam çöküyor. Gün boyu hiç konuşmadık neredeyse. "Yemek yapayım mi abi?" "Yap!".  Rüzgar, çarmıhlara vuruyor, halatlar yerinden oynuyor, Masal salınıyor. Her salınım, sizlerin tanıdık olduğu ancak Bay-Te için pek yeni  sesleri çıkartıyor.  Hazırladıklarını yiyoruz.

"Bu sesler beni dinlendiriyor" diyorum son lokmamı yutarken daha.

"Hadi yaaa" diyor gülümseyerek. Rakıları doldur da, biraz laflayalım diye buyuruyorum, yavaşça sırtımı yaslayarak vinçten sarkan halatlara.
Kafasını uzatırken daha kaportadan, “Domuz sıkısı abi seninki” diyor. İyi ettin diyorum.
Bir süre konuşmuyoruz.

Şiirden yapılmış şarkılar dinliyoruz.
“Bu kekre dünyada, yazık, geçit yok aşka”

"Sevgilinle ne yaptın lan?" diyorum." "Ne yapılır abi sevgiliyle, ben seviyorum, o seviyor, sonra, sonrası yok. Gidiyor, korkak kız be abi ya, ama iyi kız, iyi kız da, bitiriyor beni abi ya" diye yanıtlıyor. "Daha ne istiyorsun, a ha böyle  hep aşık kalırsın, eline geçti mi kıymet mi kalır?" diye yanıtlıyorum rakımı şöyle hafifçe sallayarak bilmiş bilmiş. "Ne yani abi Esay ablanın kıymeti yok mu şimdi?"  diyor hınzır. "Sen bana ne bakıyorsun oğlum, 17'sinde kapatılmışım ben. 28 sene olmuş a ha bu yaşa gelmişim. Her gün bir bardak su verse bana, borç bitmez." diyorum haksızlık ederek Esay'a, sanki daha belki bir dünya alacağı yokmuş gibi benden. Erkeğiz işte, nasıl da rahat rahat küstahlaşabiliyoruz.

            Ayağa kalkıp yürüyorum güvertesinde Masal’ın, orasını burasını kurcalıyor, düzeltiyorum.  Bay-Te, farkındayım, beni izliyor. Havuzluğa döndüğümde, çocuğun gibi seviyorsun abi ya, diyor. Biliyor musun, diyorum, hiç çocuk düşlemedim, oldular,varolsunlar,çok yaşasınlar, iyi yaşasınlar, üstelik çok da beklemedim, eski usûl, evlen, hemen baba ol. Öyle gezmek tozmak olmadı. Bunun için ise çok bekledim. Yine de erken yaşta kavuştuk sayılır, buna da şükür.
“ Sakin koylarda amma keyif sürüyorsundur şimdi sen.”
“Hiç deme, nasıl keyiflidir bilsen.”

Duralıyor birden.
-   Abi, diyor, yüzme bilmiyorum ama, suyun üstünde durabilirim.
-   Biliyorum diyorum. Gördüm bu gün. Tamam, gidelim bakalım yarın cennete, Löngöz’e!
-   Vallaha mı?
-   Can yeleği giyersin, yelken de açmam haberin olsun. 
-   Olsun.

Ertesi gün öğleden sonra, palamarı çözüp kısa bir seyirle ulaşıyoruz Löngöz’e. Yol boyunca, her kavgada gözünü karartarak başkalarını korumak için kendini sakınmayan, sert tartışmaların cevval adamı,  bu gençlikte bile sağa sola sözünü en sert biçimiyle haykıran, dinleten, dediğini de yaptırtan, her nedense bir tek ben dersem deyim gık etmeyen, en fazla “ ama abi ya” diyen bu delikanlı, ürkek, oturuyor.

“Polis’e dalaşmaya benzemiyor değil mi? diyorum gülerek.

Nihayeten, sayesinde hayatımda ilk kez,  tek başıma, hem yanaşıp, hem demir atıp, hem çıma tutuyorum. Hepsine birden yetişiyorum. Aferin bana!  Bu yaptığım için daha sonra Özgür Ökten Reis’ten fırça yiyeceğim. Tekneden hiç anlamayan birini nasıl yalnız bırakırmışım da, ya ben kayıp düşeymişim de, bana bir şey olaymış da, o adam teknede bir başına ne yapacakmış! Halt ettik anlattık. Bu arada Özgür Ökten iyi biri. Öyle ki, “sana sorduğum soruları 6 yaşında bir çocuğa yanıtlar gibi yanıtla deyince” ciddiye alıyor, sahiden öyle yapıyor, büyük patlamadan başlıyor anlatmaya.

Ama şu doğru değil mi;  kimseye olmasa da  yaşama karşı borcumuz var! Bir yolunu bulup ödemeliyiz. Yoksa neye yarar yaşamak? Bu borcu kimi zaman tehlikeleri de göze alıp ödemek gerek.

           Löngöz, biliyorsunuz, bana kalırsa Küçük Çatı’dan sonra Gökova’nın en güzel koyu. Bir tekne daha var bizden başka. Günlük koruluğuna yanaşmış katamaran, bizden çok uzakta. Efsunluymuş hissi veren koyda deniz titrek. Bota biniyoruz. Yeni aldığım tertemiz motorumla içlerine kadar gidiyoruz koyun. İşte Pantha Rhei . Terk edilmiş, kıyıya, ormana yapışmış, eski bir korsan gemisine benzer, bağlı, duruyor. Dökülmüş boyları. Yine de o muhteşem formu yerli yerinde, çağırıyor geçmişe. Pantha Rhei,… Her şey akar… adı bu anlama geliyor.  Her geldiğimde bir parçası daha yitip gitmiş buluyorum onu. Birkaç yıl sonra belki de adı da yitip gidecek. Adı gibi, akıp gidiyor her şey.  Öyküsünü bilmiyorum. Bilen varsa, bana anlatmasın. Umursamıyorum gerçeğini. Onun öyküsünü kafamda kurgulamak daha iyi geliyor bana. Ona anlamlar yüklemek. Sevişmeler, kahkahalar… mümkün müdür belki de ağıtlar! Denizciye ağıt yakılır da denizde ağıt yakılır mı ki?
Bay-Te' ye diyorum, büyüleyici değil mi?

         Patapata motorumuzun yarattığı küçücük dalgalar, yalıyor bordasını,… kıpırdıyor mu ne? Hadi beni götürün mü diyor? Yeniden denizlere dönmek mi istiyor? Yeniden, deniz hummasında  tam da anlatıldığı gibi. Ama her şey akıyor, hiçbir şey yerinde durmuyor, katı olan her şey buharlaşıyor, zaman her şeyin örseleyicisi, gelip içimizi çekiyor.
         
         Dönüyoruz. Hava karardı. Yıldızlar birer ikişer yüzlerini göstermeye başladılar. Bay-Te, baş tarafa geçiyor. Uzanıyor.  Havuzluktayım. Masal’ın beni ne kadar yorduğu aklıma geliyor. İlk kez şöyle iş yapmadan oturuyorum. Rakımı yudumluyorum. İlk kez Masal’ın bir işe yaradığını düşünüyorum. İlk kez bir konuk ağırlıyor. Gencecik bir adamı, işte şurada, akisleri denize düşmüş yıldızların altında, cezaevi, kötü bir evlilik, bin bir türlü baskı altında  geçen yıllardan, günlerden, 3 günlüğüne şu lanet, kahrolası dünyadan aldı, koynuna soktu. İşte bak, Bay-Te, uyumaya başladı bile. Pantha Rhei ormanla bütünleşmiş duruyor. Yaşam akıyor. Her şey akıyor. Masal, yaşama ilk borcunu ödüyor.






  • IP logged
« Son Düzenleme: 11 Ocak 2017, 10:01:55 Gönderen: Bülent Büyükdağ »
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

T
  • *
  • İleti: 2171
 :)xx
Yüreğine sağlık.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 2553
Çok güzel.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 18
Ne güzel yazmışsın, emeğine sağlık.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 283
Pek güzel. Çok yaşayıp çok yazasın  :)
  • IP logged

  • *
  • İleti: 439

Eski bir yazı diye görünce , daha önce gezginde yayınlanmıştır ben bunu  nasıl  okumadım diye kendime kızdım.
Yaşanmışlıkları yazmak güzeldir, hele hele böyle güzel bir dille yazılınca müthiş keyif veriyor okumak.
Okurken sanki teknede üçüncü görünmez konuk gibi hissettim kendimi.
Davranış biçimlerini, mimikleri bizzat gördüm.
Necip reise katılmamak mümkün değil.
Çok yaşa ,çok çok yaz.Kalemine, emeğine sağlık sevgili Bülent.
Tek kelime ile şahanesin.  :)
  • IP logged
Her hata bir ders, ne hata biter ne de ders.(Mevlanadan denizcilere)

  • *
  • İleti: 5808
    • Son Denk Kayıkçısı
Süper viya böleee.
  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/


 
Yukarı git