Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: DERLEMELER

  • *
  • İleti: 2553
DERLEMELER
OP: 09 Ocak 2017, 11:01:25
KABUS

Küçüklügümden beri dar yerlerden sıkılır ve buralardan adeta feryat ederek kaçardım.Daha sonra bunun bir hastalık oldugunu anlamis, fakat bu illetten bir türlü kurtulamamistim.
Oysa ki , o dar mekanlar, simdi ister istemez girecektim. Beni sarip sarmalamislar ve uzunca bir tabuta yerlestirmislerdi. Çevremde dolasanlarin seslerini gayet iyi duyuyor ve gözlerim kapali olmasina ragmen, her nasilsa onlari görüyordum.
- Genç yasta öldü zavalli, diyorlardi. Halbuki yapacak ne kadar çok isi vardi. Gerçekten de birçok isim yarim kalmisti. Mesela ogluma iyi bir is kuramamis, araba ile renkli televizyonun taksitlerini henüz bitirememistim. Büyük bir firma kurup dostlarimi o firmada toplamak ta , artik hayal olmustu Kis çok yakin oldugu halde odun kömür isini halledememistim .
Birden kulaklarimi çinlatan bir sesle irkildim. Sanki mikrofonla söylenen bu ses , beynimin en ücra köselerinde yankilaniyor ve ..
- Geçti artik geçti, diyordu.
Içimden, keske geçmemis olsaydi diyordum. Nereden basima gelmisti o kaza bilmemki ? Halbuki ne kadar da iyi araba kullanirdim.
Olup bitenleri hatirlamaya çalisirken dostlarimin çevremi sardigini ve üzerime örtmek için tabutun kapagini kaldirdiklarini farkettim.
Avazim çiktigi kadar bagirmak ve çirpinmak istedigim halde ne kimildayabiliyor, ne de bir ses çikartabiliyordum. Biraz sonra koyu bir karanlik içinde kalmis ve gözlerimi, tabutun tahtalari arasindan sizan isiga çevirmistim. Dehset içinde,
- Aman Allahim, dedim Ne olacak simdi halim?
Hiç bir sey düsünemiyordum, Biraz sonra omuzlara kaldirilmis ve sallana sallana götürülmeye baslamistim, Disaridaki seslerden yagmur yagdigi belli oluyor ve su damlaciklarinin sesi , tabutun gicirtisina karisiyordu

Cenaze namazi için camiye gidiyor olmaliydik..

Cami deyince aklima gelmisti,çok yakinimizda olmasina ragmen , nedense bir türlü elim degip gidememistim.Ama 50 yasina gelince namaza baslayacak ve herkesin sikayet ettigi kötü aliskanliklarimi terkedecektim. Ah su kaza olmasaydi, ilerde ne iyi bir insan olacaktim.
Daha önce duydugum ses:
- Geçti artik geçti, diye tekrarladi. Bitti artik.
Biraz sonra namazim kilinmis ve imam cemaate, nasil bir insan olarak
bilindigimi sormustu. Ben cemaatin arasinda 8 - 10 kisinin bu soruya cevap vermedigini gayet iyi biliyordum. Evet, bu insanlarin haklarini yedigimi kabul ediyordum. Fakat su kaza olmasaydi, onlarin gönlünü alacak ve yaptigim hatalari telafi etmeyecekmiydim?
Camideki isimiz bittikten sonra tekrar omuzlara kaldirilmistim. Tabutumun egik bir sekilde tasinmasindan, mezarliga giden yokusu tirmandigimizi anliyordum. Siddetli yagan yagmurun, çatlaklardan içeri girerek kefenimi yer yer islattiginin da farkindaydim. Buna ragmen disarida konusulanlara kulak verdim. Dostlarimin bir kismi piyasadaki durgunluktan bahsediyor, bir kismi ise geçen aksam televizyonda oynayan kovboy filmini methediyordu. Tabutumu tasiyan diger biri ise , yanindakinin kulagina fisildayarak,
- Tam ölecek günü buldu rahmetli, diyordu.Sirilsiklam olduk birader.
Duyduklarim, herhalde yanlis olmaliydi.Yoksa bunlar uykularimi onlar için feda ettigim dostlarim degilmiydi ?
Yolculugum bir müddet sonra bitmis ve tabutum yere indirilmisti. Kapak tekrar açildi ve güçsüz vücudumu kucaklayan birkaç kol beni dibinde su toplanmis olan bir çukura dogru indirdi.
Boyluboyunca yattigim yerden etrafima baktim.
Aman Allahim , bu kabir degil miydi? O ana kadar buraya girecegimi neden düsünmemistim?
Sessiz feryatlarimi kimse duymuyor ve dostlarim, kalin tahtalarla üzerimi kapatmak için adeta birbirleriyle yarisiyordu. Tekrar zifiri karanlikta kalmis ve bütün zerrelerimle dua etmeye baslamistim.
- Yarabbi, diyordum. Bir firsat daha yok mu? Senin istedigin gibi bir kul olayim.
Daha önce duydugum ses , ayni seyleri tekrarlayarak.
- Geçti artik geçti,dedi Hersey bitti artik.
Vücudumu örten tahtalarin üzerine kürekle atilan topraklarin çikardigi ses, gökgürültüsünü andiriyor ve bütün benligimi sarsiyordu.
Son bir gayretle yerimden firlayarak gözlerimi açtim , Odamdaki rahat yatagimda yatiyor, fakat korkunç bir kabus görüyordum, Bitisik dairede oturan doktor arkadasim basucumda duruyor ve,
- Geçti artik geçti , diye tekrarliyordu, Geçti bak , hiçbir seyin kalmadi.
Yattigim yerden yavasça dogruldum, Terden sirilsiklam olmus ve sanki 20 kilo birden vermistim. Disarida saganak halinde yagmur yagiyor ve gökgürültüsünden bütün ev sarsiliyordu.
Çevremdekilerin saskin bakislari arasinda kendimi toparlamaya çalisirken,
- Yarabbi , sana bütün Zerrelerim adedince sükürler olsun , diyordum. Iyi bir kul olmak için ya bir firsat daha vermeseydin?
  • IP logged

  • *
  • İleti: 2553
Ynt: DERLEMELER
#1: 09 Ocak 2017, 11:51:28
KOCA PİŞİRME

 

Kocaların çoğu, pişirilme sürecinde yanlış işlem gördüklerinden yumuşaklıklarını ve iyi niteliklerini kaybederek bozulurlar.
Gerçek odur ki, bazı kadınlar onları sıcak suda haşlayarak, bazıları
ilgisizlikleriyle dondurarak, bazıları da basıp, ezip turşusunu kurarak ve
yine kimileri de savurganca harcayarak bozulmalarına neden olurlar.
Özenilerek hazırlanan her kocanın iyi ve yumuşak olacağı söylenemez.
Ancak, iyi pişirilenin gerçekten tadina doyum olmaz.
Koca seçiminde, ne lüferin alımındaki gümüş pırıltısı, ne barbunyanın altın yaldız görünümü geçerlidir.
Bunun için çarsı pazar dolaşmaya da gerek yoktur.
Genellikle en iyileri kapınızın önüne gelenlerdir.
Beğeninin kişisel olduğunu düşünerek, koca seçimini yalnızca kendiniz yapınız.
Kendiniz sabırla pişiremeyecekseniz, almaktan vazgeçiniz.
Kocayı pişirmek için en iyisi porselen bir kap ise de, elinizde kişiliğine uygun bir ısıya ayarlanarak ateşe oturtulur.
Köpürerek taşması halinde kaygılanılmamalıdır.
Toprak çanaktan başkası yoksa özenle kullanıldığında o da aynı işi görebilir
Kocalar da karides ve istakoz gibi canlı pişirilirler.
Bazen pişerken tencerenin dışına taşıp yanabilir ya da kenarları sertleşerek kabuk tutabilirler.
Onları tencerelerinde tutmak için; "görev duygusu"adlı zayıf iplikten çok "huzur" adlı sağlam sicimle sıkı sıkıya
bağlanmalıdır.
Sevgi, sıcaklık ve neşeden oluşan sürekli bir ateş yakılır.
Pek çoğu iyice pişinceye kadar sık sık köpürebilir.
Özellikle sirke ve karabiber yerine satıcıların"öpücük"adı altında sattıkları şekerden biraz konulabilir.
Tadına bakarken hoşgörü, iyimserlik ve neşe benzeri baharatlardan birer tutam katmanız önerilir.
Ancak, bunlar diğer baharatlar gibi azar azar ve dikkatlice kullanılmalıdır.
Yumuşaklığını kontrol ederken sertlesmesinden kaçınılmalıdır.
Fazla yayılmasını ve kabın dibine oturarak işe yaramaz hale gelmesini önlemek için arada bir hafifçe karıştırılmalıdır.Kıvama geldiğini anlamamak olanaksızdır.
Böyle pişirildiği zaman sizin için çok uygun ve sindirilmesi kolay olacaktır
Dikkatsizlik nedeniyle ev ateşini soğutmazsanız, bozulmadan istediğiniz
süre dayanır.
Bu yolda hazırlanmıs "koca", mutlu bir ömür boyunca tadını korur.
(Bu yazi 1800 yıllarında basılmış ve kadınları muhatap alan bir yemek kitabının ön sözünden alınmıştır)   
  • IP logged

  • *
  • İleti: 974
Ynt: DERLEMELER
#2: 09 Ocak 2017, 12:00:07
Öcal Hocam,

Çiği çiğ de yenilebilir diye düşünüyorum.
  • IP logged
« Son Düzenleme: 09 Ocak 2017, 16:21:49 Gönderen: Hasan Toparlak »

e

erdal duran

Ynt: DERLEMELER
#3: 09 Ocak 2017, 12:54:34
Öcal hocam, döktürmüşsün. Yeniden yazmaya başlamana sevindim. Devam lütfen.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 2553
Ynt: DERLEMELER
#4: 09 Ocak 2017, 14:50:01
Teşekkürler reisler. :)
 
  • IP logged

  • *
  • İleti: 2553
Ynt: DERLEMELER
#5: 09 Ocak 2017, 14:50:29
Okumanız temennisiyle ...

ABD kızılderililerin topraklarına nasıl kondu?
Kızılderililer nasıl insanlardı?
Fotoğrafta Kızılderili kadınlar.
ABD aynı zulmü Siyahderililere de yaptı.
Zaten insanları siyah derili Kızılderili ve beyaz diye ayıran ilk ABD oldu. Daha önce sadece iyi ve kötü insanlar vardı.
Okunması gereken güzel bir yazı.

DOĞAR DOĞMAZ AĞZI KAPANAN ÇOCUKLAR..

Amerika Kıtasında Ekim ayının ikinci pazartesi "Kolomb Günü"dür.
Şenliklerle, şölenlerle kutlanır..
Amerika üç gündür Kolomb Günü'nü kutluyor..
Bazı ülkelerde milyonlar çılgınca eğleniyor..
Peki kutlanan ne?..

*. *. *

1492 yılında Cenovalı kaşif Kristof Kolomb'un Nina, Pinta ve Santa Maria gemileri Amerika kıyılarına yanaştığında onları Arawak kızılderilileri karşıladı..
Kızılderililerin inancında Tanrılar sakallıydı ve denizden gelmişlerdi..
Sakallı istilacıları görünce onları doğaüstü sandılar..
Yüzerek selamladılar..
Mısır, patates ikram ettiler..
Atları, iş hayvanları, demir silahları yoktu..
Ama kulaklarına ince altın süsler takıyorlardı..
İşte o altınlar sonları oldu..

*. *. *

Kolomb kızılderililerle ilgili ilk izlenimlerini İspanya Kraliçesine şöyle yazmıştı..
“Bu insanlar o kadar yumuşak başlı, barışsever ki, yeryüzünde bunlardan daha iyi bir ulus bulunmadığına Majestelerinizin önünde ant içebilirim. Komşularını kendileri kadar seviyorlar, konuşmaları son derece tatlı ve kibar, konuşurken hep gülümsüyorlar; gerçi çırılçıplak dolaşıyorlar ama davranışları terbiyeli ve övgüye değer”
Seyir defterine de şunları eklemişti.
"Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Demir silahları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler. Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü tanımıyorlar, birbirlerini öldürmeyi bilmiyorlar. Hiç silahları yok... Kızılderililer son derece sade, dürüst ve eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar. Komşularını kendileri kadar çok seviyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar."
Bir de not düşüyordu.
"Bu insanların çalıştırılması, ekin ekmesi, gerekli her işe koşulması ve bizim (Avrupalalıların) gelenek ve göreneklerimizi benimsemesi gerektiği kanısındayım"

*. *. *

Ardından katliam başladı..
Sakallı yabancılar altın ve değerli taş aramak için köyleri yağmaladı, yakıp yıktı..
Yüzlerce kadını, erkeği, çocuğu kaçırdılar..
Kadınlara tecavüz ettiler..
Direnen erkeklerin kulaklarını kestiler, kafa derilerini yüzdüler..
Gemilerine atıp köle olarak satılmak üzere Avrupa’ya götürdüler.
Kolomb’un 12 Ekim 1492’de San Salvador sahiline ayak basmasının üzerinden on yıl bile geçmeden bütün kabileler, yüzbinlerce insan yok edildi..
Ardından akın akın geldiler..
Tüm Amerika Kıtasını cehenneme çevirdiler..
Katliamlara papazlar da katıldı..
Katolik olmayı kabul etmeyen Kızılderili şamanları ayaklarından asılarak canlı canlı yakıldı..
Kolomb Amerika'ya vardığında dünya nüfusunun 5'te biri kızılerili idi..
Sayıları 70 milyonu geçiyordu..
1492'den bugüne sadece 2 milyon kaldılar..

*. *. *

Dünya tarihinin en büyük soykırımını yapan Avrupalı istilacıların bu katliamı kitaplara şöyle yansıdı..

" İspanyollar istilacılar her geçen gün daha kibirli oluyordu..Aceleleri varsa yerlilerin sırtına biniyorlardı..İspanyolların canavarlığı sınır tanımıyordu.. birgün ikisi de birer papağan taşıyan iki yerli çocuğa rastlayan iki papaz, papağanları aldılar ve sırf zevk olsun diye çocukların kafasını kestiler”
Las Casas

"Ben Küba’da iken üç ayda yedi bin çocuk öldü. Acıdan çılgına dönen bazı anneler bebeklerini nehirde boğuyorlardı... Böylece erkekler madenlerde, kadınlar ağır çalışma içinde ve çocuklar da süt bulamadıkları için ölüyordu... bu kadar büyük, güçlü ve verimli topraklar kısa sürede boşaldı. İnsanlığa o kadar yabancı olan tüm bunları kendi gözlerimle gördüm ve şimdi bile yazarken ürperiyorum."
Las Casas

“Tanrı’nın hususi takdiriyle savaştan kaçan kızılderililerin tamamına yakını çiçekten öldürdük. Tanrı topraklarımızı temizledi”
"Massachusetts Körfezi Kolonisi’nin ilk valisi John Wintrop

"Kızılderilileri yakıyorduk..Onları böyle ateşte kızarırken ve bu ateşi söndüren kan gölünde görmek korkunç bir manzaraydı, çürüyen cesetler ve bunlardan yayılan koku berbattı fakat zafer tatlı bir fedakârlık gibiydi..Bizlere olağanüstü yardımlarda bulunarak bu kadar gururlu ve kibirli bir düşmanı elimize düşüren, bu kadar çabuk bir zafer bahşeden Tanrı’ya şükranlarımızı sunarız."
Plymouth Kolonisi’nin Valisi William Bradford

"Kızılderililerin hamal olarak kullanılmasını kınamıyorum. Ancak bir adamın bir domuza ihtiyacı varken 20 tane öldürüyordu. 4 Kızılderili'ye ihtiyaç duyduğunda bir düzine alıyordu. Metreslerini omuzlarda taşınan hamaklar içinde fakir Kızılderililer'e taşıtan birçok İspanyol vardı. Bu uygulamalar esnasında yerlilerin maruz kaldığı kötü muameleler, zararlar, soygunlar, haksızlıklar ve büyük kötülüklerin sayılması istense bunun sonu gelmez. Çünkü onlar için Kızılderilileri öldürmek, yararsız hayvanları öldürmekte birdi. "
Cieaze de Leo

"Kızılderililerin eğer altını yoksa çocuklarını satarlardı. eğer çocukları da kalmamışsa kendi hayatlarını verirlerdi. Bu haraçları veremediklerinden ötürü Kızılderililer işkence acıları altında ya da gaddarca zindanlarda öldürülürdü. Zira İspanyollar onlara hayvani bir vahşilikle muamele ediyor ve onları hayvandan daha aşağı görüyorlardı.. Kızılderililerin cesetleri köpeklerin önüne yem olarak atılıyor, vücutlarından yaralara iyi gelebilecek bir yağ üretiliyordu. Kızılderili kadınlar sıra hâlinde direk ve ağaçlara, çocukları da onların ayaklarına asılıyordu."
Papaz Motolinia

"Sırf eğlence olsun diye, kadın erkek demeden yerli halkın ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesip kopardıklarını ve bunun bölgenin değişik yerlerinde defalarca tekrarlandığını kendi gözlerimle gördüm.
Memeden kesilmemiş bebekleri annelerinin göğsünden alarak onları en uzağa fırlatma konusunda birbirleriyle yarıştılar.”
Bartolome de Las Casas

"Askerler pek çok Kızılderili'yi uykularında öldürdüler. Annelerinin göğüslerinden çekilip alınan bebekler anne-babalarının gözleri önünde kılıçla parçalanıyor ve bebeklerin parçaları ateşe atılıyordu. Kundaktaki bebekler beşikleri içinde parçalanıyor, kafaları eziliyor, en taş-yürekli adamın bile vicdanını sızlatacak bir vahşilikle öldürülüyorlardı..Bazı bebekler nehre atıldı, onları kurtarmak için anne ve babaları da suya atladı. Ama askerler ne çocukların ne de anne-babaların sudan çıkmalarına izin vermediler, hepsi boğuldu.”
David de Vries

*. *. *

Kızılderili kadınları çocukları doğduğunda elleriyle onların ağzını kapatırlar..
Nefes alması için ellerini bir süre çekip, bebeğin tekrar ağlamasına fırsat vermeden aynı hareketi tekrarlarlar. .
Ağlamamak, gözlerini dünyaya açan bir Kızılderilinin aldığı ilk derstir..
Beyaz adamdan kaçarken, kucaktaki bebeğin ağlaması her şeyin sonu demektir..
Dersini iyi alamayan bir bebeğin çıkaracağı ses, kurşun yağmurundan ölmek demektir.

*. *. *

Amerika Kıtası bugünlerde "Kolomb Günü" nü kutluyor..
Şenlikler, şölenler yapılıyor..
Milyonlar çılgınca eğleniyor..
Kolomb'tan bu güne 524 yıl geçti..
524 yılda 70 milyondan fazla insan katledildi..
Bir kültür yok edildi..
Beyaz adamın bu eğlencesi(!), kızılderililerin sonu oldu..
İyi kutlamalar.

Sedat Kaya
  • IP logged

  • *
  • İleti: 2553
Ynt: DERLEMELER
#6: 09 Ocak 2017, 14:52:27
KUTSAL AŞK
Pırıl pırıl ütülü giysili, misler gibi parfüm kokulu, saçları taralı, dipleri fırçalanmış adamı/kadını sevmek kolaydır.
Aslında aşk, aynı insanı, sabahın körü uykudan uyandırdığındaki en sinirli hali ile de kabul edebilmek, aynı tuvaleti bir dakika arayla kullanabilmek, diz yapmış pijamalarla kanepede yastıklara sarılıp sızmışken bile şefkatle okşayabilmektir. Buna katlanamayanlar zaten aşık değillerdir.
Bu durumda evlilik hoşlandığın insana karşı olan duygularını öldürüyor diyebiliriz. Zira aşıksan, aynı havayı solumak bile zevk verir. Hep beraber olmak istersin. banyodan gelen su sesi bile onun evde olduğunun işaretidir ve huzur verir. Ütülediğin gömleğin ona ne kadar çok yakışacağını düşünürsün, pişirdiğin yemeği ne çok seveceğini, o bin tane ayakkabısı dururken bin birinciyi almaktan mutlu olacak diye, istediğin gömlekten vazgeçersin. Zamanla, almaktan çok birşeyler vermekten mutlu olduğunu keşfedersin. eğer evlilikte ikinize yemek pişirecek, dolabı düzenleyip ütüyü yapacak bir anne olacak sanılıyorsa, o kadının saçlarının hiç yaşlanmadığı ve adamın geceleri terlemediği düşünülüyorsa, asla kavga edilmeyecek ve lavabo tamir edilirken dahi gülüşüp öpüşülecek zannediliyorsa zaten beklenti bir evlilik değil, bir amerikan filmini yaşamaktır. Bu hayallerle yola çıkıldığında, damat ilk gece gelinin saçlarından on bin firkete sökmeye çalıştığında, gelin ise damat firketeleri çıkaramayıp s...m böyle kuaförü- diye söylendiğinde zaten evlilik sandıkları şey çatırdamaya başlayacaktır.
Evlilik; sadece aşk değildir. Evlilik; ev arkadaşlığı, kankalık, sırdaşlık, ortak hesaba sahip mudilik, ayrı kökenlerin birleşmesi, başı hatırlanmayan bir akrabalık ilişkisidir. aşk bu ilişkide tutkuyu sağlar ama zaten tek başına ayakta
tutamaz. Aşıksanız ateşli sevişmeler yaşarsınız ama kış akşamları evde konyak içip geyik yapamayabilirsiniz. Hala canınız sıkıldığında onu değil de annenizi arıyorsanız, yalan olmuştur o evlilik. Aşk evlilikte gider gelir. Halıya kola döktüğünde aşk biter, ama o, halıyı temizleyebilirse gene aşık olunur. O aradaki sinir evresini
aşabilenler ellinci yıla kadeh kaldıranlardır. Tahammül edemeyenler ise ikinci evlilikten sonra artık evliliğin yalan olduğuna inanacaklardır. Zafer, direnenlerin olur........
Yazan: Aysen Şahin AKSAKAL
  • IP logged

  • *
  • İleti: 974
Ynt: DERLEMELER
#7: 12 Ocak 2017, 23:56:39
Çarkçıbaşı diyerekten verdiler elime süpürgeyi hiç bir yazı okuyamaz oldum.  0/_/

Devam Öcal Hocam.
  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4249
Ynt: DERLEMELER
#8: 13 Ocak 2017, 00:00:12
İlginç ve değişik metinlerin olması ayrı bir keyif olacak Öcal abi. Emeğinize sağlık.
  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

  • *
  • İleti: 3573
Ynt: DERLEMELER
#9: 13 Ocak 2017, 00:14:40
Öcal abi ne cevherler varmış sende.. eline sağlık..
  • IP logged

  • *
  • İleti: 2553
Ynt: DERLEMELER
#10: 15 Ocak 2017, 09:20:00
Teşekkürler arkadaşlar  :)
  • IP logged

  • *
  • İleti: 2553
Ynt: DERLEMELER
#11: 15 Ocak 2017, 09:21:17
Eskilerden aklımda kalan bir söylence.

Ders alınacak bir eşek hikâyesi.
 
Günlerden bir gün, köylerden birinde, bir adamın eşeği kör kuyulardan
birinin içine düşmüş. Niye düşer, nasıl düşer diye sormayın. Eşek bu,
düşmüş işte.
 
Hayvancık saatlerce acı içinde kıvranmış, anırmış, sesini duyurmaya
çalışmış. Derken eşeğin sahibi gelmiş kuyunun başına.
 
Bakmış zavallı eşek kuyunun dibinde melül mahzun bakınıyor. Üstelik de
yaralı. Bir hal çaresi düşünürken bir koşu gidip köylüleri yardıma
çağırmak gelmiş aklına.
 
Ne yapsak, ne etsek de şu eşeği kuyudan çıkarsak derken, bakmışlar ki
hayvan zaten yaralı, belki de kırık çıkığı da var, çok acı çektiği de
belli, artık kurtarılsa da işe yaramaz düşüncesiyle çıkarmaktan
vazgeçmişler ve üzerini toprakla doldurmaya karar vermişler. Herkes eline
geçirebildiği ne varsa başlamışlar kuyuyu toprakla doldurmaya.
 
Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları her seferinde silkinerek
üzerinden atmış. Onlar yukarıdan atmış, eşek silkelenerek her
defasında toprağı altına almış.
 
Derken, ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her defasında biraz
daha yükselmiş ve giderek yukarıya çıkmaya başlamış eşek. Köylüler de
şaşırmışlar hayvanın giderek yükselmesine. Onlar atmış eşek yükselmiş
derken neticede hayvan yukarıya çıkmayı başarmış.
 
Hayat, bazen bizim de üzerimize abanır. Üstümüzü toz toprakla örtmeye
çalışanlar çok olur. Bunlarla baş etmenin tek yolu sızlanmak değil,
düşünüp silkinmek ve kurtulmaktır. Aydınlığa bir adım daha
yaklaşmaktır. Kör kuyuda olsak bile!"
  • IP logged

  • *
  • İleti: 1541
  • Bilen bilir
Ynt: DERLEMELER
#12: 15 Ocak 2017, 09:47:07
Gençlerin deyişi ile; süper yaaaa  :)xx

Çarkçıbaşı sadece yazarın yazısı altında görülecek ''çook güzel baba bea'' butonu koyabilir mi  ?0-?

Okumadıklarrım yazınca çıkmasın diye şeyettirdim di  :)
  • IP logged
DeDe

  • *
  • İleti: 2553
Ynt: DERLEMELER
#13: 15 Ocak 2017, 16:27:26
Teşekkür ederim Utku Dede.  :)
  • IP logged

  • *
  • İleti: 3573
Ynt: DERLEMELER
#14: 15 Ocak 2017, 17:10:04
Öcal abi sen de ne güzel hikayeler varmış.. Cevherler dökülüyor bir bir.. :)
  • IP logged

 
Yukarı git