Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: DENİZCİLİK KONUSUNDA KENDİMİZİ KONUMLANDIRALIM

  • *
  • İleti: 1547
    • Classicboats Turkiye
 
  Benzer konular forumda zaman zaman tartışıldı. Denizci millet nedir? Nasıl denizci millet olunur? vs

  Herhangi bir tartışmada, projede, çalışmada ancak kendimizi dürüstçe "konumlandırırsak" nerede olup nerede durduğumuzun farkında olursak daha fazla emekle ufkumuz genişleyebilir,  daha fazla katkı sağlayabilir, daha fazla verimli olabiliriz.

  İyi ki birileri var da bize tam nerede olduğumuzu / durduğumuzu bildiriyor. Cem GÜRDENİZ gibi

İstanbul tarihi, coğrafyası ve ekonomik özellikleri ile bir deniz kentidir. Ancak 2019 yılına girdiğimiz şu günlerde denizci olamamıştır.

İSTANBUL’UN DENİZCİLİĞİ SINIFTA KALDI

Günde 14 milyon yolcu hareketinin olduğu bir kentte sadece 350 bin kişi deniz yolu ve yolculuğunu kullanıyorsa; Tarihin dünya denizcilik mirasına kaydettiği en güzel yolcu vapuru tipi olan Şirketi Hayriye vapurları silueti ile kutsanan Haliç ve Boğaz suları bugün ütüye benzeyen dünyanın en çirkin gemi ve yolcu motorları ile göz kirliliğine maruz kalıyorsa; 15 milyonluk bir deniz kentinde sadece bir deniz müzesi (Naval Museum) (Beşiktaş) ve bir Sanayi Müzesi (Rahmi Koç Sanayi Müzesi) var ve hiç bir denizcilik müzesi (Maritime Museum) yoksa; Dünyanın en eski deniz kenti olan bir şehirde sadece iki gemi müze (Fenerbahçe ve Uluçalireis) varsa ve son 15 yıldır dünyanın en zengin batık gemi koleksiyonuna sahip Yenikapı Batıkları alanı için hâlâ bir müze kurulamamışsa; Yüzlerce meydanı olan bir kentte tek bir deniz ve gemi temalı meydan yoksa; Böylesine büyük bir deniz kentinde sadece 28 yelken kulübü ile yıl boyu sürekli yelken faaliyeti gösteren sadece bir bölge varsa (Moda-Fenerbahçe); İstanbul kıyılarında yüzme bilmediği için boğularak ölen vatandaşlarımız her yaz hemen hemen her hafta sonu haber oluyorsa; Marmara Denizi, Karadeniz, İstanbul Boğazı, Haliç ile Adalar kıyılarının toplamı 350 kilometreyi aşan bir kentte kebapçı sayısı, balık restoranları sayısını onlarca kez katlıyorsa; Binlerce yıllık liman, gemicilik ve denizcilik geçmişi olan bir kentte deniz antikacı sayısı 10’u geçmiyorsa; Kentin yetiştirdiği deniz ressamlarının sayısı üç haneli sayılara yaklaşamıyorsa; Gemi modelcisi sanatçıların bir araya gelecek bir dernek odası bile yoksa; Yüzlerce üniversiteye sahip mega kentin hiçbir üniversitesinde denizcilik gücü ve denizcilik kültürü üzerine kürsü, enstitü veya araştırma merkezi yoksa; Bütçesi pek çok devlet bütçesinden büyük İstanbul Büyükşehir Belediyesinin münhasıran kentin denizcilik kültürünün tespitine, korunmasına ve geliştirilmesine yönelik ne bir şubesi ne de bir dairesi yoksa; 1455 tarihinden bu yana gemi yapımı kesintisiz devam eden Haliç Tersaneler Bölgesi gibi, değil milli makamlar, UNESCO tarafından koruma altına alınması gereken bir denizcilik bölgesi, AVM ve beş yıldızlı oteller bölgesine dönüştürülüyorsa; 1895 yılında İstanbul’da 35 000 sandal ile kürekli tekne kültürü varken bugün sandal sayısı 1000’in altına düşmüş ise; Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfusu 1 milyonu bile bulmayan kentte Şile’den Pendik’e, Kilyos’tan Florya’ya halka açık onlarca kumsal, plaj ve deniz hamamı varken bugün İstanbul’da temiz ve ücretsiz denize girilecek emniyetli bir yer bulmak neredeyse imkânsız hale gelmiş ise, İstanbul’un denizci kent özelliğinden bahsetmemiz mümkün değildir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Neticede denizcileşmeye son derece uygun özelliklere sahip, ancak bu özelliklerin varlığından bile haberi olmayanlar tarafından yönetilegelmiş bir kentten bahsediyoruz.

DENİZ KÜLTÜRÜ DENİZCİLEŞMENİN TEMELİDİR

Deniz kültürü bir devletin denizcileşmesinde en önemli faktördür. Deniz kültürü ne kadar köklü ve zenginse o devletin halkıyla birlikte denizcileşmesi o kadar kolay olur. Halklar denizci doğmaz denizci yapılır ve denizci olur. Bunu devlet yapar. Devletin yasama ve yürütme erkini de siyasi partilerin temsilcileri oluşturur. Bizim gibi aksak ve eksik işleyen demokrasilerde denizcileşme devlete bırakılırsa başarı elde etmek son derece zor olur. Zira iktidar veya muhalefeti temsil edenlerin kaynağı olan siyasi partilerde denizcileşme, bırakalım teoriyi pratik düzeyde bile yoktur.

DENİZCİ SİYASİ PARTİ EKSİKLİĞİ

Programlarında halk ve devlet ile birlikte denizciliğin ve denizcileşmenin münhasıran hedeflendiği ve başarılmasına yönelik yol haritalarının bulunduğu siyasi parti (Vatan Partisi hariç) yoktur. Örneğin iktidar, Başkanlık sistemine geçildikten sonra Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının isminden denizciliği kaldırmıştır. Bu konuda kamuoyuna bir açıklama bile yapılmamıştır. Günümüzde devlet sisteminde denizcilik kelimesinin geçtiği ne bir bakan yardımcılığı ne de müsteşarlık söz konusudur.

BELEDİYELER DE DENİZDEN UZAK

Belediyelerde de durum aynıdır. Tüm ülkede ama özellikle İstanbul’da denizi veya denizcileşmeyi kent kültür hedefleri arasına koyabilen belediyelerden bahsedemeyiz. Örneğin günümüze kadar yapılagelen belediye seçimlerinde hiçbir aday, hiçbir siyasi parti İstanbul Kentinin denizcileşmesini hedeflememiştir. 15 milyonluk kentte deniz ve denizciliğe yönelik kalıcı büyük bir değer hiçbir dönemde topluma sunulmamıştır. Zira İstanbul’u bugüne kadar yönetenlerin ve seçimle işbaşına gelen belediye başkanları arasında deniz kültürüne sahip kişiler çıkmamıştır. Zira büyük çoğunluğu zaten İstanbul doğumlu değildir. Hayatlarında boğaz kıyısında denize giren, kürek çeken, ya da yelken yapanların sayısı yok denecek kadar azdır. Benzer durum askeri rejimler sırasında da yaşanmıştır. Örneğin gençliğimin geçtiği Sarıyer/Büyükdere’de Boğaziçi’nin tek yüzme ve sutopu kulübü olan Büyükdere Yüzme İhtisas Kulübünü ve ayakta kalan tarihi tek dalyan evini 12 Eylül darbesinden sonra askeri rejim buldozerlerle yıkmıştır. Bugüne kadar gelen hiç bir Sarıyer belediye yönetimi de Boğaz’ın en büyük ilçesinde ne bir yüzme ne de yelken kulübü kurmamıştır. Ama her sene milyonların aktığı futbol kulübü vardır.

HİÇ Mİ BİR ŞEY YAPILMIYOR?

Bazı belediyelerin İstanbul’da çölde vaha benzeri başarılarından bahsetmek gerekir. Örneğin Beylikdüzü Belediyesi, kıyılarındaki batıklara yönelik su altı arkeolojisi alanında ciddi atılımlar yapabildi. Beyoğlu Belediyesi de Haliç kıyılarında kürek ve yelkencilik faaliyetlerini artırmaya yönelik kısıtlı da olsa girişimlerde bulundu. 15 milyonluk bir şehirde başarı diye yazmaya çalıştıklarım gelişmiş denizci ülkelerin sahil kasabalarında bir ay içinde yaşananların onda biri kadar bile değil. Ne acıklı değil mi? Yaklaşan belediye seçimlerinde değişim olabilir mi? Hangi siyasi parti Denizci İstanbul hedefini seçme farkındalığını elde edebilir? Bunu zaman ve partilerin entelektüel birikimi belirleyecektir.
  • IP logged
“İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez… İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir” diyordu Oscar Wilde.

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4254
Çok yıllar önce bir köşe yazısında okumuştum; Ayşe Arman'dı sanırım. Adanalıdır biliyorsunuz. Adana'nin şimdi neredeyse tam orta yerinde kalan Göcek 'ten 2 mil kadar daha uzun bir göl vardır. Kadıncağızın evi de işte bu göle bakar imiş. Bir Fransız konuğu ile gelmişler ana evine. Kadın göle bakmış, üstünde Allah rizası için yüzen cisim yok; bu göl demiş, Fransa'da olaydı, üstünde onlarca yelkenli olurdu.
Hamd olsun üstünde yelkenli yok ama bir kaç tane "yelken" ve "marina" restoran ile bir kaç yelken kulüp var.
Üstelik burası Adana, bir zamanlar su sporlarının kalbinin attığı yer...
  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

n

nuri_kongur

Belkide bu şikayet ettiğimiz şeylerin sorumluluğunun bir kısmı da toplumun ileri gelenlerinin üzerindedir.
Bir gerçek olarak toplumlarda ardından gelenlerin takip ettiği kişiler vardır. Bu ileri gelenler kendilerini takip edenlere hem yol gösterir hem de yol açar. Yol gösterir mesela denizlerimiz , yol açar mesela denizcilik ile ilgili bilgi üretimi ve üretilen bilginin aktarımı gibi. Bilgi üretimi pahalı bir şeydir. Hem para hem de vakit ister. Bizim ileri gelenler, hiç yok demiyorum, bu konuda sıkıntılı gibi.
Mesela bilgi üretimi kısmına bakalım, bizde üretilen bilginin nevi ekseri denizin kendisi ile ilgili değil hedonistik bir şey. Yatırılan para da bilginin bir başkasına aktarımından ziyade denize fazla kişinin gelmemesi üzerine. Teknelere bakın, ne kadar pahalı o kadar çok. Barınmaya bakın, marinalardaki istenen rakamlar çoğalmaya yönelik değil bilakis gittikçe daha az insan denizle ünsiyet kursun amacında. Bizdeki ileri gelenler bundan memnun olmasa bu düzen devam edemez zaten.
Sorun bizdeki ileri gelenlerin ileri gelmelerine sebep olan şeyin neliği. Elbette para önemli, ne var ki, para ileri gelmede kaliteli insan olmaktan önce gelir olunca yaşadığımız bu çorak ortam kaçınılmaz oluyor.
Bir travma yaşadık, eskisini dağıtıp yeni bir medeniyet kurma cihetine gittik. Yenisine yola çıktığımız medeniyette eskiyi zoraki lağvettik. Beyi kaldırdık, bayı getirdik. Haberi olmayanlar için bay kelime anlamıyla zengin demektir. Evet artık zengin var, ama işte ekserisi böyle. İnşallah ileri gelme durumunda insan kalitesi birinci sıraya geçince daha güzel yerlere varacağız diyorum.


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4254
Belkide bu şikayet ettiğimiz şeylerin sorumluluğunun bir kısmı da toplumun ileri gelenlerinin üzerindedir.
Bir gerçek olarak toplumlarda ardından gelenlerin takip ettiği kişiler vardır. Bu ileri gelenler kendilerini takip edenlere hem yol gösterir hem de yol açar. Yol gösterir mesela denizlerimiz , yol açar mesela denizcilik ile ilgili bilgi üretimi ve üretilen bilginin aktarımı gibi. Bilgi üretimi pahalı bir şeydir. Hem para hem de vakit ister. Bizim ileri gelenler, hiç yok demiyorum, bu konuda sıkıntılı gibi.
Mesela bilgi üretimi kısmına bakalım, bizde üretilen bilginin nevi ekseri denizin kendisi ile ilgili değil hedonistik bir şey. Yatırılan para da bilginin bir başkasına aktarımından ziyade denize fazla kişinin gelmemesi üzerine. Teknelere bakın, ne kadar pahalı o kadar çok. Barınmaya bakın, marinalardaki istenen rakamlar çoğalmaya yönelik değil bilakis gittikçe daha az insan denizle ünsiyet kursun amacında. Bizdeki ileri gelenler bundan memnun olmasa bu düzen devam edemez zaten.
Sorun bizdeki ileri gelenlerin ileri gelmelerine sebep olan şeyin neliği. Elbette para önemli, ne var ki, para ileri gelmede kaliteli insan olmaktan önce gelir olunca yaşadığımız bu çorak ortam kaçınılmaz oluyor.
Bir travma yaşadık, eskisini dağıtıp yeni bir medeniyet kurma cihetine gittik. Yenisine yola çıktığımız medeniyette eskiyi zoraki lağvettik. Beyi kaldırdık, bayı getirdik. Haberi olmayanlar için bay kelime anlamıyla zengin demektir. Evet artık zengin var, ama işte ekserisi böyle. İnşallah ileri gelme durumunda insan kalitesi birinci sıraya geçince daha güzel yerlere varacağız diyorum.


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi

Haklılık payı var düşüncelerinizin. 
Ama şunu da soralım Allah aşkına, kaç tanemiz denize ilişkin masal dinledi çocukluğunda? Şimdi hatta son 40 yıldır kıyılarda yaşayanların yüzde kaçı denizin/suyun kıyısında doğdu? Antalya dediğin alayı Konyalı. İstanbul zaten evlere şenlik. Karadeniz bile (büyük şehirleri ) yayladan inen insanla dolu. Nasıl olacak bu iş?

Evet evet o "Bay"lar, şimdi Yelken Kulüplerde bonfile yemekteler, bu doğru. İlk "Bay" dendiğinde varlıklı kişi, burjuvayı temsil ediyordu elbet. Burjuva dediğin, öyle oldum demekle olunmaz. Milyonun olsa olamazsın. Burjuva bir büyük medeniyeti, yaşam biçimini, görgüyü temsil eder.

Bir de proleter var. Onu da oldum demekle olamazsın. İnim inim inletse patron seni, olamazsın.

Bu ikisinin kavgasından muazzam işler çıkar ki, düşünüzde göremezsiniz.

Şimdi bizde durum ne? İşçin, işçi olamamış, cebinde parası olan kendini burjuvadan sayıyor. Yok annem, olmaz o iş. Olmazsa işte böyle her şeyin yarım yamalak, görgüsüz, kültürsüz, medeniyetsiz olursun. Çirkin bina, çirkin şiir, çirkin akademi, çirkin kıyılar çıkar ortaya.

O "Bay"larla "bay" olamayanlara karşı en iyi örnek, Adana Demirspor'dur. 22 yıl üst üste 17'si yenilgisiz şampiyon su topunda.

Nereli bu çocuklar? Altını çizerek söyleyelim, pek azı kolejli. Hemen hepsi ya Demir yolu işçilerinin ya Mensucat işçilerinin çocukları. Kime bilenip etmişler bu işleri? Adanaspor'a. Adanaspor neci? Çiftçilerin kurduğu takım. (Sahici derbidir o yüzden. Kırmızı Lacivert kavgası değildir yani) Bu maçların yapıldığı havuzlar nerede? Tam köşklerin ortasında. Ramazanoğulları'nın, Kumrel'in, Sabancı'nın, Toprak'ın, Has'ların ve sairelerin evlerinin tam orta yerinde!  İşte gelmişler, tam orada, ben sizi, sizin oyununuzda, siz evinizde çimerken yenerim demişler. Yetmemiş, Manş'ı geçmişler, Kıbrıs'a yüzmüşler. Merak edenleriniz açıp baksınlar, Galatasaray'ın, İhtisas'ın, Fener'in hocaları kimlermiş?

İyi de bu işi kimden görmüşler, o yenmeye çalıştıkları "bay"ların çocuklarından. Peki o "bay"ların çocukları ne yapmışlar? Bu diğer çocuklarla arkadaşlık etmişler, desteklemeye başlamışlar.

İşçi, burjuvayla kavga ettiği ölçüde öykündüğünde kendini geliştirmiş. Buna diyalektik deniyor.

Şimdi olan ise, her bir farklı grubun/sınıfın/katmanın yarattığı değerleri bir diğerinin yok etmesi veya yok sayması üzerine.
Alış veriş yok!

Bunun sonucunda da tam tensip ettiğiniz gibi, "denizlerde insan sayısının azalması" istenir. Bu olmayacak. Sayı artmaya devam edecek.

Buradaki birinci soru, birbirlerini yok etmek isteyenlerin bir aradalığı mümkün müdür? 

Kendi payıma ben, denizlerde gezerken bu dediğim türde insanları görmek istemiyorum. Ama benim istemememin bir anlam taşımadığını da biliyorum. O hödükle aynı denizde olacağım. Zaten aynı caddede de yürüyorum. Yaya'ya yol vermeyen de aynı hödük!

Peki biz ne yapacağız? Aynı şekilde davranmaya devam edeceğiz. Onu kendimize benzetmeye çalışacağız. O çöpünü denize atarken, ne atıyorsun kardeş dememize bile gerek yok, gözünün içine baka baka çöp torbalarımızı sıkıca bağlayıp uygun şekilde saklayacağız. Sağ sol demeyeceğiz, iskele sancak demeye devam edeceğiz. Bu dilin bir "gerek-şart" olduğunu inatla savunacağız.

Neyse, koca sakallı çözememiş ben mi çözeceğim bu Asya tipi işleri. Geçmeyelim o nedenle ikinci soruya. Uzun laflarız sonra.



 
  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

n

nuri_kongur


Peki biz ne yapacağız? Aynı şekilde davranmaya devam edeceğiz. Onu kendimize benzetmeye çalışacağız. O çöpünü denize atarken, ne atıyorsun kardeş dememize bile gerek yok, gözünün içine baka baka çöp torbalarımızı sıkıca bağlayıp uygun şekilde saklayacağız. Sağ sol demeyeceğiz, iskele sancak demeye devam edeceğiz. Bu dilin bir "gerek-şart" olduğunu inatla savunacağız.

Neyse, koca sakallı çözememiş ben mi çözeceğim bu Asya tipi işleri. Geçmeyelim o nedenle ikinci soruya. Uzun laflarız sonra.

Yanlıştan kaçınmak, doğruda ısrar etmekte sana yürekten katılıyorum. "Dilin gerek-şart olduğuna" da yürekten katılıyorum. Öte yandan şunu da aklımdan çıkarmaktan korkuyorum: Kayığını hangi denizde yüzdüreceksen o bölgenin ağacından yapacaksın . Koca sakallının kayık yüzdürdüğü deniz ile bizim karşımızdaki deniz aynı değil. İkisinin mavi olması aldatıcı olmasın, geri kalan her şey birbirinden farklı. Bu sebeple kelime dağarcığımı bizden kelimelerden oluşturmakta sebat göstereceğim. Dediğin gibi , laflarız ...
  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4254

Peki biz ne yapacağız? Aynı şekilde davranmaya devam edeceğiz. Onu kendimize benzetmeye çalışacağız. O çöpünü denize atarken, ne atıyorsun kardeş dememize bile gerek yok, gözünün içine baka baka çöp torbalarımızı sıkıca bağlayıp uygun şekilde saklayacağız. Sağ sol demeyeceğiz, iskele sancak demeye devam edeceğiz. Bu dilin bir "gerek-şart" olduğunu inatla savunacağız.

Neyse, koca sakallı çözememiş ben mi çözeceğim bu Asya tipi işleri. Geçmeyelim o nedenle ikinci soruya. Uzun laflarız sonra.

Yanlıştan kaçınmak, doğruda ısrar etmekte sana yürekten katılıyorum. "Dilin gerek-şart olduğuna" da yürekten katılıyorum. Öte yandan şunu da aklımdan çıkarmaktan korkuyorum: Kayığını hangi denizde yüzdüreceksen o bölgenin ağacından yapacaksın . Koca sakallının kayık yüzdürdüğü deniz ile bizim karşımızdaki deniz aynı değil. İkisinin mavi olması aldatıcı olmasın, geri kalan her şey birbirinden farklı. Bu sebeple kelime dağarcığımı bizden kelimelerden oluşturmakta sebat göstereceğim. Dediğin gibi , laflarız ...

İşte adam demiş ya, insanlar pek çok konuda hem fikir ama hangi gerekçeyle hemfikir olduklarında hem fikir değiller diye :)
  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

  • *
  • İleti: 151
  • Keşke insanyürüyüşünü dünya ile bütünleştirebilsek
    • Kapina
“Bunun sonucunda da tam tensip ettiğiniz gibi, "denizlerde insan sayısının azalması" istenir. Bu olmayacak. Sayı artmaya devam edecek.

Buradaki birinci soru, birbirlerini yok etmek isteyenlerin bir aradalığı mümkün müdür?
Bülent Büyükdağ

Kendi payıma ben, denizlerde gezerken bu dediğim türde insanları görmek istemiyorum. Ama benim istemememin bir anlam taşımadığını da biliyorum. O hödükle aynı denizde olacağım. Zaten aynı caddede de yürüyorum. Yaya'ya yol vermeyen de aynı hödük!”

Bizde her şeyin ucu gelip de “İNSANA” dayanmak zorunda.
“Eğitim şart!” demiş birisi, komik bir anekdota, bir fıkranın can alıcı sözüne çevirmişiz.
Kapıdağ yarımadası, Marmara Denizi’nde,  İstanbul’a ve Tekirdağ’a kadar uzanan şeridin tam karşısında yer alıyor. Bizim taraftaki -oralıyız ister istemez-, kıyılarda bir haftada biriken pisliği hepimiz az buçuk tahmin ediyordur. Eskiden, Ekvator ormanlarında bir kelebek kanat çırpsa, bilmem nerede fırtına çıkar, derlerdi, bana incelikli söylenmiş bir laf gibi gelirdi. Artık öyle gelmiyor. Her şey birbiri ile ilişkili.

İnsanımızı anlatmayacağım. Ben de onlardan birisiyim. Ne kadar kendime bir şeyler yuttursam da, her sabah koca bir çöp poşetini utanmadan, ona buna göstere göstere atıyorum. Bisküvinin, çukulatanın jelatinini, plastik ambalajını açıyor, onu tüketiyorum. Gazete, kitap alıyorum. Gömlek, pantolon giyiyor, et yiyorum.

Derin bir konu bu: Adı üzerinde, konuştuğumuz DENİZ! Sığ kalıyor her şeyim.
Nasıl olacak, ne yapabilirim? Bilemiyorum.

  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4254
Dün ne olduysa şu ünlü Kusursuz Fırtına filmini bir daha seyrettim.
Film şu notla bitiyor;
"Bu film, 1623'ten beri denizde ölen 10.000 Gloucester'lıya adanmıştır."

Üşenmemişler her birinin adını da duvarlara yazmışlar.

Kasaba 1623'ten ne kadar önce kurulmuştur? anladığım kadarıyla bir elli altmış yıl önce.

Şimdi buranın ürettiği ile bizim ürettiğimiz bir olabilir mi?
O deneyimle ve onun yarattığı değerler, geleneklerle ne kadar boy ölçüşebiliriz?

Üstelik bunlar savaşta filan ölmemişler, bildiğin balıkçılarmış.

Bir şeyleri konuşmak için bu bir veri olabilir mi?


  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

  • *
  • İleti: 1049
Alakasız ama paralel bir bilgi: Alparslan Malazgirt savaşını kazanıp, Türkler Anadolu’ya girdiği yıl, Nürnberg adres  bulmak zor diye kapı numarası uygulamasına başlamış.
  • IP logged
SARIYAZ  Turgut / Marmaris

  • *
  • İleti: 2304
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Dün ne olduysa şu ünlü Kusursuz Fırtına filmini bir daha seyrettim.
Film şu notla bitiyor;
"Bu film, 1623'ten beri denizde ölen 10.000 Gloucester'lıya adanmıştır."

Üşenmemişler her birinin adını da duvarlara yazmışlar.

Kasaba 1623'ten ne kadar önce kurulmuştur? anladığım kadarıyla bir elli altmış yıl önce.

Şimdi buranın ürettiği ile bizim ürettiğimiz bir olabilir mi?
O deneyimle ve onun yarattığı değerler, geleneklerle ne kadar boy ölçüşebiliriz?

Üstelik bunlar savaşta filan ölmemişler, bildiğin balıkçılarmış.

Bir şeyleri konuşmak için bu bir veri olabilir mi?
Çok fazla bileşeni olabilecek bir noktayı işaret etmişsin. Sağolsun Cevat Şakir Bodrumlu süngercileri, balıkçıları, Yaşar Kemal Kumkapılıları ve Menekşelileri yazınına katmış da edebiyatımızda bir ucundan kendine yer bulabilmiş. Oysa Karadeniz insanı Gloucester'dan az mı kayıp vermiştir denizlerde? Birbiriyle iç içe geçmiş bir yığın eksikliğin sonuçları bunlar bence. 600 yıl boyunca dili de, edebiyatı da kesin çizgilerle birbirinden ayrılmış, yazından ziyade söylenin ağırlıklı olduğu bir coğrafya desem çok mu abartmış olurum bilmiyorum ama görüyorum ki kendi adıma, söz uçuyor, yazı kalıyor. Yüzyıl sonra da insanoğlu bilecek ki bir Topal Hasan geldi geçti Kumkapı'dan. Bir Agani yaşadı Marmara sularında.

2006 yılında yazmıştım bir makale; "bize deniz ozanı gerek!" diye. 13 yıl sonra hala güncel, olasılıkla 13 yıl daha geçsin, hala güncel olacak.

Farkında olmadan bu ve benzeri forumlarda çok ama çok önemli bir eksiği tamamlıyoruz. Kahve masasında birbirimize anlatmak yerine, irili-ufaklı, önemli-önemsiz kayıtlar düşüyoruz tarihe. Birgün duvarlara kazınacak isimler olmayabiliriz ama kazınacaksa bizler sayesinde kazınacak o isimler.

Deniz kültürü kendiliğinden ve yavaş yavaş şekillenecek yaşantımızda. Belki yarım, belki bir asır sonra bugün sadece bizim farkında olduğumuz, değer atfettiğimiz şeyler olasılıkla günlük yaşamın merkezine yakın bir yerlerde olacak. Forumlar, dernekler, bireysel gayretler ilk bakışta ne kadar hafife alınsa da, inanıyorum ki herbiri küçük yapıtaşları olacak.

Uzun lafın kısası, biz bildiğimiz, öğrendiğimiz kadarıyla yaratacağız kendi deniz kültürümüzü. Ama eninde sonunda yaratacağız...

SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi

  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4254
Dün ne olduysa şu ünlü Kusursuz Fırtına filmini bir daha seyrettim.
Film şu notla bitiyor;
"Bu film, 1623'ten beri denizde ölen 10.000 Gloucester'lıya adanmıştır."

Üşenmemişler her birinin adını da duvarlara yazmışlar.

Kasaba 1623'ten ne kadar önce kurulmuştur? anladığım kadarıyla bir elli altmış yıl önce.

Şimdi buranın ürettiği ile bizim ürettiğimiz bir olabilir mi?
O deneyimle ve onun yarattığı değerler, geleneklerle ne kadar boy ölçüşebiliriz?

Üstelik bunlar savaşta filan ölmemişler, bildiğin balıkçılarmış.

Bir şeyleri konuşmak için bu bir veri olabilir mi?
Deniz kültürü kendiliğinden ve yavaş yavaş şekillenecek yaşantımızda. Belki yarım, belki bir asır sonra bugün sadece bizim farkında olduğumuz, değer atfettiğimiz şeyler olasılıkla günlük yaşamın merkezine yakın bir yerlerde olacak. Forumlar, dernekler, bireysel gayretler ilk bakışta ne kadar hafife alınsa da, inanıyorum ki herbiri küçük yapıtaşları olacak.

Uzun lafın kısası, biz bildiğimiz, öğrendiğimiz kadarıyla yaratacağız kendi deniz kültürümüzü. Ama eninde sonunda yaratacağız...

SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi


Sanıyorum dediğin gibi olacak. Eninde sonunda (aslı 'önünde sonunda' mıdır, hep düşünürüm hiç de açıp bakmam) olacak.
Ama ne ki, yine elimizdeki veriler, bunun yeryüzündeki benzerlerinden biraz farklı olacağını gösteriyor.
Diğerleri -sözlü ya da yazılı- daha çok üretim-gündelik yaşam üzerinden giderken, bizdeki , entelektüel bir etkinliğin sonucu olacak sanki.
Üstelik herşeyin çok hızlı biçim (belki de içerik)  değiştirdiği bir çağda oluşturmaya başlıyoruz bunu.

  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

  • *
  • İleti: 1062
Sadun Boro'nun yaptıkları ve yazdıkları amatör denizciliğe nicel anlamda yani artan tekne sayısı bakımından ne kadar artış sağlamış.


Sadun Boro örneğinde diğer olumlu etkenleri de ortaya koyup bununla ilgili bir yol tasarlanabilir.

Yani biz ne yapabiliriz, biz bir şey yapmalı mıyız?

Biz kim miyiz, değişik boylarda tekne sahibi olup değişik amaçlarla bunları kullananlarız.
  • IP logged
Güvenlik daha çok batıl bir inançtır. Doğada bulunmaz... Helen KELLER

  • *
  • İleti: 1547
    • Classicboats Turkiye

Çok fazla bileşeni olabilecek bir noktayı işaret etmişsin. ./... ama görüyorum ki kendi adıma, söz uçuyor, yazı kalıyor. Yüzyıl sonra da insanoğlu bilecek ki bir Topal Hasan geldi geçti Kumkapı'dan. Bir Agani yaşadı Marmara sularında.

2006 yılında yazmıştım bir makale; "bize deniz ozanı gerek!" diye. 13 yıl sonra hala güncel, olasılıkla 13 yıl daha geçsin, hala güncel olacak.

Farkında olmadan bu ve benzeri forumlarda çok ama çok önemli bir eksiği tamamlıyoruz. Kahve masasında birbirimize anlatmak yerine, irili-ufaklı, önemli-önemsiz kayıtlar düşüyoruz tarihe. Bir gün duvarlara kazınacak isimler olmayabiliriz ama kazınacaksa bizler sayesinde kazınacak o isimler.

Deniz kültürü kendiliğinden ve yavaş yavaş şekillenecek yaşantımızda. Belki yarım, belki bir asır sonra bugün sadece bizim farkında olduğumuz, değer atfettiğimiz şeyler olasılıkla günlük yaşamın merkezine yakın bir yerlerde olacak. Forumlar, dernekler, bireysel gayretler ilk bakışta ne kadar hafife alınsa da, inanıyorum ki her biri küçük yapı taşları olacak.

Uzun lafın kısası, biz bildiğimiz, öğrendiğimiz kadarıyla yaratacağız kendi deniz kültürümüzü. Ama eninde sonunda yaratacağız...

Deniz muharebeleri ve başarılı sonuçları siyasetin, diplomasinin ete kemiğe bürünmüş halidir. Ülkenin geçmişinde yadsınamaz çok önemli, gurur duyulacak yerleri var.

Ama bizatihi deniz kültürü öncelikle,gündelik yaşam içinde sıradan insanların, folklorik birikimin, horonların, ağıtların, özlemlerin, deniz ve denizciyi her hali ile anlatan edebiyatın, plastik ve sahne sanatlarının, yaşamlarının bir döneminde kafayı kırıp, inat edip, azmedip uzak okyanuslarda bayrak göstererek yol alanların özetle " sıradan yurttaşların" ortaya koyup, kayıt altına alınması ile oluşuyor.
  • IP logged
“İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez… İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir” diyordu Oscar Wilde.

 
Yukarı git