O dönemde dünya bunlarla uğraşırken biz ise malum yeni kurulmuş bir devlet ve istiklal mücadelesinden çıktıktan sonra kalkınmaya çalışan bir ulusuz. Ufukta ise, geleceği çok belli, eli kulağında bir dünya savaşı var.
Hatırlar mısınız bilmem, seneler önce Naviga sayfalarında Athar Beşpınar’ın hayatını anlatmaya başlamıştım. Onun ve de özellikle babası Asaf Bey’in hayatına dair çok yeni belgeler, anılar, bilgiler
paylaşmıştık. Sadun ağabey sağdı o zamanlar ve o da ilgiyle bu yazı dizisini takip eder, yardımcı olurdu. Yazılanlar, çok hacimli olmasa da ince bir kitabı dolduracak kadar ilerlemişti.
Zaman geçtikçe, iletişim olanakları çoğaldıkça, arşivler dijital ortama kaydedildikçe, özellikle sahafların internet üzerinden kitap ve dergi satışları yaygınlaştıkça yeni yeni bilgilere ulaşmanın da yolu açıldı. Asaf Bey’in ilk zamanlar makaleler yazdığı Av ve Deniz dergisinin bazı sayıları elime geçti. 1945-46 yıllarında yayınlanan bu makaleler öyle kıymetliydi ki, sanki Asaf Bey seksen sene öteden bizlerle konuşuyor gibiydi.
Dizi için İstanbul’u arşınlarken Haliç’te Asaf Bey’in adını taşıyan bir sokağı keşfetmiş, daha sonra da çeşitli bilgilerden o bölgede bir tersanesinin olacağına dair tahminlerde bulunmuştuk. Nitekim ardından bir çok belgeyle de bu konu kesinleşti. Tam adresini, hatta iş yerinin telefon numarasına kadar bir çok detayı bulmuştuk. Av ve Deniz dergisinde de Asaf Beyin dergiye verdiği reklamlar, seksen yaşındaki sapsarı sayfaların ardından bana gülümsüyordu. Osmanlı döneminde kurulan ve Cumhuriyet dönemimizde de devam eden bir tersaneden bahsediyoruz.
Asaf Bey, “çok lezzetli bir İstanbul Türkçesiyle”, neredeyse günlük olayları anlatarak, bizimle sohbet ediyor. Seksen sene öncesinden bize sesleniyor ama mesela anlattığı bir olay o tarihten de 25 sene önce olmuş! Kaç etti, 100, peki, 100 senelik dev bir anıyı birlikte “dinlemeye” hazır mısınız?
“Bundan takriben 25 sene evvel bir gün Haliç’teki fabrikamda meşguldüm. Bir yabancı ziyaretçinin beni görmek istediğini haber verdiler. Biraz sonra oldukça zayıf, uzunca boylu, ince yüzlü bir adam içeri girdi, mahçup bir tavırla ve oldukça düzgün bir Fransızca ile Rus mültecilerinden olduğunu, uzun zaman Nikolayef tersanelerinde çalıştığını ve kendisine verebileceğim bir iş olup olmadığını sordu”
Asaf Bey adamla konuşur. Rusya’da daha çok savaş gemisi ve denizaltı inşaatlarında uzmanlaşmış, muhtemelen Çarlık Rusyası yıkılınca oradan kaçan Ruslardan biri olan Vladimir isimli bu genç adam, iş istemektedir.
“Bizim işlerimizde büyükçe yeni gemi inşaatı bahis mevzuu olmamakla beraber, tamirat işlerinde işime yarayacağını düşünerek, fakat daha ziyade nazik ve mütevazı halinden hoşlanarak kendisini fabrika resimhanesine aldım”
Genç mühendis Vladimir, Asaf Bey’in yanında iki sene kadar çalışmış. 20’ler İstanbul’undan bahsediyoruz.
“...işlerimiz daha ziyade ticaret gemileri tamiratı ve motor inşaatı olduğundan çok işime yaramazdı...”
Asaf Bey aslında çok da işine yaramayan Vladimir’i belli ki kırmak da istemiyor, elbette ki Vladimir de bunun farkında.
“O bu vaziyeti pek iyi anlar... bana karşı tevazu ve hürmetkar vaziyetini muhafaza ederdi”
Vladimir bir gün Asaf Bey’e gelir ve bazı fikirleri olduğunu söyler. O zamanlar İstanbul’da kullanılan kayıkların hem kürekle hem de yelkenle çok süratli gittiklerini, neredeyse hiç baş dalgası çıkarmadıklarını, uzun süredir bu konuya kafa yorduğunu ve bunu bir matematiksel formülle açıklayabileceğini, hatta bunu büyük gemilere bile uygulayabileceğini anlatır ve noktayı koyar: Asaf Bey’e birlikte Avrupa’ya gidip bu konuyu çalışmayı teklif eder!
“....Bizim senelerce yalnız bir gezinti ve eğlence vasıtası olarak kullandığımız sandalların büyük gemi şekillerinde bir numune olabilecekleri ve herhangi bir fabrikanın böyle bir teklifi ciddiyetle karşılayabileceği bana o kadar imkansız göründü ki, benim onunla beraber gitmekliğim şöyle dursun, onun da böyle boş bir tecrübe ve avantür peşinde koşmasına mani olmak için çok uğraştım...”
Vladimir Asaf Bey’i kendisiyle gelmeye ikna edemez, Asaf Bey de Vladimir’i kalmaya ikna edemez ve bir kaç hafta sonra Vladimir işi bırakıp Avrupa’ya gider, uzunca bir süre de kendisinden haber alınamaz.
Bir gün fabrikaya Hamburg’tan bir mektup gelir. Vladimir’den. İstanbul’dan ayrıldıktan sonra geldiği Avrupa’da, çok güvendiği formülünün tersanelerce kabul görmediğini yazmaktadır. Hatta meşhur St. Nazaire Penhoet tezgahlarına gitmiş, teklifi tersane direktörlerince gülünç bulunmuş ve genç mühendis red cevabı almıştır.
Fakat Vladimir pes etmez! Formülüne (ve tabii ki İstanbul sandallarının formuna!) o kadar güvenmektedir ki, kalkar, o zamanlar Avrupa’nın en büyük deney havuzuna sahip Hamburg’a gelir. Formülünün nihai şekline ve büyük gemilere uygulanabilirliğine dair çalışmalarını tamamlar ve Hamburg havuzlarında maketler üzerinde deneylere başlar. Çıkan sonuçlar ilginçtir. Büyük gemilerin o zamana kadar kabul gören normal dizaynlarının dışında, İstanbul sandallarının baş formuna benzer bir dizayn uygulanırsa, geminin hızındaki artışın % 11 civarında olduğunu kanıtlar! Hamburg havuzları da, başarısı deneysel olarak kanıtlanan bu yeni tasarımı, resmi olarak tasdikler. Vladimir, belki de ilk başvurduğunda kendisini gülerek reddeden St. Nazaire Penhoet tersanesine tasdikli sonuçları gönderir.
Birkaç ay sonra Asaf Bey’e bir mektup daha gelir. Kendisinden dinleyelim.
“İki ay sonra St. Nazaire’den aldığım bir mektupta Vladimir Yourkeviç, planlarının nihayet kabul edildiğini ve NORMANDIE’nin inşaatına başlanmış olduğunu bildirmekte idi”
Yaşayıp gidiyoruz.