7-8 yıl önce okçuluğa merak salmıştım. Biraz da doktorayı bitirmenin verdiği rehavetle kendime bir hobi arayışı... İyi bir kulüp bulmuştum kendime, haftada iki gün antreman... E tabii videolar izliyorum bir yandan youtube'dan bu yeni ilgi alanımla ilgili, bu videolardan bir tanesinde denk geldiğim bir hikaye vardı, onunla başlayayım, oradan okçuluğa oradan da denizciliğe bağlayacağım:
Tüm zamanların en büyük Formula 1 sürücülerinden Fangio, 5 kere dünya şampiyonu olmuş efsane bir adam. Çoğu yarışında birinci gelmiş, onun yarıştığı zamanlarda teknoloji günümüzdeki gibi değil elbette. Ne telsiz, ne sarı bayrak, ne güvenlik aracı... Pistin bir yerinde bir kaza olsa herkesin ondan anında haberdar olması imkanı yok. İşte bu grand prix'lerden bir tanesinde Fangio açık ara lider şekilde yarışı sürdürüyor. Derken tur bindirmek üzere olduğu yarışçılardan bir tanesi kötü bir kaza geçiriyor, bu kaza geçiren araba henüz Fangio'nun görüş alanında değil, bir virajın hemen çıkışında olmuş kaza ve işin kötüsü tam da yarış çizgisi üzerinde. Yani virajdan çıkar çıkmaz arabaya vuracak Fangio normal şartlarda. Fangio durumdan habersiz viraja yaklaşırken bir "hata" yapıyor ve biraz erken, biraz dengesiz fren yaparak farklı bir çizgiden çıkıyor ve bu sayede arabaya vurmaktan kıl payı kurtarıyor kendini...
Elbette olay basından büyük ilgi görüyor, sen müneccim misin be adam diyorlar? Gazetecilerden birisi Fangio'ya soruyor nasıl bildin virajın arkasında bir kaza olduğunu veya niye hatalı giriş yaptın gibi bir soru soruyor. Fangio samimiyetle "Bilmiyorum" diye cevap veriyor. Ancak belli ki kendisinin de kafasını kurcalamış bu soru zaman içerisinde 1 ay sonra gazeteciyi arıyor ve cevabı veriyor: "Pembeyi görmedim". O da ne demek diyor gazeteci. Fangio açıklıyor: Tüm yarış boyunca lider olarak gittiğim için tribünlerdeki seyirciler daima bana doğru bakıyorlardı hangi viraja yaklaşsam. Tüm yüzler bana doğru baktığı için bilinçli olarak farkında olmasam da "pembe" bir fon her zaman arka planda olurdu diyor. İşte kazadan dolay insanlar o tarafa baktığından o renk yoktu arka planda ve bu her zamankinden "farklı" birşey olduğunu telkin ederek beni tedirgin etti ve hata yapmama sebebiyet verdi diyor.
Bu hikaye nasıl oluyor da okçuluk ile ilgili bir videoda karşıma çıktı? Çünkü videoda adam atış prosedürünün en hassas anı olan kirişi bırakma anını anlatıyordu. Yani yayı kaldırmışsın, kirişi germişsin, yüzüne oturtmuşsun, nişanını almışsın, nişangah bir yandan hafif hafif geziyor hedef etrafında onu sabitlemekle uğraşırken bir yandan da tam sarıyı gördüğün anda bırakmaya çalışıyorsun. (Aynı şey tüfek veya tabanca gibi atış sporlarında da geçerlidir, tetiğe tam basacağın anın tabancayı sallamaması meselesi.) İşte adam diyordu ki videoda o bırakma anını "bilinçli" olarak yapmaya çalışırsan hata yaparsın. Bıraak gezsin hedef, beynin en uygun anı zaten kaslarına söyleyecektir, çünkü bunu defalarca yaptın ve o beceriyi kazandın, o becerine güven ve bilincini devre dışı bırak... Kulağa biraz tuhaf geldiğini biliyorum ama bu bütün atış sporları için geçerli bir prensiptir. Tam "ateşleme" anı atıcı için bile "sürpriz" olmalı denir iyi bir atış için... Ne paradoks değil mi.
Bu videoyu bulup paylaşmak için youtube'un altını üstüne getirdim ama bulamadım tekrar; üzerinden kaç sene geçmiş. Ama etkilenmiştim ve hikayeyi unutmuyorum.
Birkaç sene önce Bernard Moitessier'in meşhur "Uzun Yol"unu okurken anlattığı bir anektodu yine aynı bağlama oturtmuştum. Zannedersem Ümit Burnu'nu dönüyor. Solo seyir yaptığı için uyku için kendine bir usül belirlemiş, uyanıp ayak ucundaki pusulaya bakıyor el feneri ile sapmış mıyım rotadan diye. Belli periyotlarla yapıyor bunu. O sırada belli bir süredir buna eşlik eden yunuslar ve deniz kuşları var. Eski Türkçe'mizde bir tabir var "hemhâl olmak" diye sevdiğim bir tabir. Adam denizle öyle bir hemhâl olmuş ki dalganın, rüzgarın, yunusun, martının "normal" sesini anlıyor. O gün uyumaya hazırlandığı bir sırada yunusların seslerinde bir "farklılık" seziyor, ve güverteye çıkıp anlamaya çalışıyor. Sonuçta anlıyor ki rotası doğru ama mevkisi zannettiğinden farklı. Hatırlayamadığım bir metodla yeniden mevki koyuyor ve kayalara doğru yol aldığını görüyor. Kendisi her ne kadar "yunuslar beni uyardı" olarak yorumlasa da tam olarak "edinilmiş becerisi"ni konuşturmuş işte...
Şimdi bütün bunlar yıllar önce okuduğum şeyler, nereden aklıma geldi durup dururken...
Malum bu sene salgından dolayı kapalıydık evlere. Kardeşim de iki çocuk evde bunaldı abicim denize götürsene bizi diyordu ne zamandır, tatil yapamadık bu sene. Tamam dedim, 30 Ağustos Pazar günü babam, kızkardeşim ve kayınbiraderimi Yelkenkaya'nın arkasındaki koya getirdim, güzel denize girdik eğlendik. Bayram diye büyük Türk bayrağını ana yelken mandarına basıp denizcilik flamalarını başlı kıçlı bağlayıp gurcatamdan yukarı çektim. Gelin gibi oldu tekne. Denizlerimiz her ne kadar hanzo kaynıyor olsa da çok kibar insanlar da var. Bir kadın 150 metre ötedeki büyük yelkenliden üşenmeden yüzdü yanımıza geldi bayraklarınız çok güzel olmuş, onu söylemek için geldim dedi ve iyi bayramlar diledi. Ben de biraz da onun güzel sözlerinin etkisi ile demiri topladıktan sonra şöyle turlayalım mı Bayramoğlu'nda doğru dedim. Hem plajlara paralel gideceğiz şöyle merasim usülü kendimizi göstererek.
Neyse efendim, lodostan ziyade gün batısı bir rüzgar başladı, fazla birşey değil 7-8 knot. Bayramoğlu'na kadar gittik hatta Mücahit ve Ece Reis'lerin Andromeda'sını gördük, selamlaştık, dönerken rüzgar sancak tarafımda güzel açı ile esiyor, cenovayı açtım, motor istop aheste aheste Darıca önüne kadar getirdi bu rüzgar beni. Burnu dönünce zaten iyice pupaya döndü 2 knot filan gidiyoruz, rahat rahat bayrağımı indirdim, flamalarımı söktüm hatta normalde denizde yapmayacağım bir iş olan lazybag'imin fermuarını çektim bağlanınca fazla iş kalmasın diye, neta ettim biraz ortalığı. Bu detayları niye anlatıyorum çünkü bütün bunlar bana kafamda "sıfır hava" veya "oo kebap rahat rahat yanaşırız"ı telkin ediyor bir yandan. Cenovayı sardım, motoru çalıştırdım, usturmaçalar aşağı herkese bir görev verdim limana girerken havalı havalı. İçeride manevramı yaptım ve kafamda hala havayı "hafif" olarak değerlendirdiğim için gayet aheste yaklaşıyorum yerime. Sancağımda kalan rüzgarı (ki hafif ama tam bordamdan esiyor bu esnada) dümenimle kompanse ediyorum. Ancak tam kıçımı iki komşu teknemin arasına sokacağım sırada hızım artık iyice düştüğünden tekne dümene de cevap vermedi ve ne olduğunu anlamadan kendimi baştan kara yapmış olan komşumun kıçına yanlamış vaziyette buldum. Bizim limanda derinlik zaten sıkıntılı, bir de adamın tonozuna oturduk, takıldık. Sakin kafa ile düşünüp bir çözüm buldum ve kendimi tonozdan kurtarıp tekrar açıldım, bu sefer olması gerektiği gibi daha tempolu girdik ve bağlandık. Bordamda küçük bir çizik ile kurtadık ama güzel geçen günün sonu biraz can sıkıcı oldu benim açımdan. Birkaç gündür de düşünüyorum bütün bunları kafamda işte, 2 yıldır oraya esen havalarda girdim çıktım bir sıkıntı olmadı. Ama ilk defa alışık olmadığım yönden hafif bile esse nasıl bir anda kontrolü kaybedebildiğimi düşünüyorum.
Ne biliyim işte tam olarak "edinememişiz" beceriyi 3 yıl geçmesine rağmen. Hala da evirip çeviriyorum kafamda yaptığım hatayı...
"...parce que je suis heureux en mer et peut-être pour sauver mon ame..." - Bernard Moitessier