Bir dostum aramış, Çelenoğlu hakkında forumda paylaşım yok diye beni uyarmış, onu haklı bulmuştum ki, aynı gün haberi geldi.
Kişin yaşam öyküsü, yani büyük (T) ile yazılan Tarih, bir düşünürün dediği gibi, “tehlike anında birden parlayıveren anıyı ele geçirmektir.”
Çoğu kez de yaşamda bazı şeyler yerli yerinde olur. Tarih dediğiniz yaşam öykülerimiz, yapmak istediğimiz şeylere önce engel olur, sonra onu, zamanında, yerli yerinde, eksiksiz ve tam olarak yaşama geçirmenizi sağlar.
Antakya'dan pek çok depremzede çocuğu alıp Finike'ye götürmüş, Abdal Musa'dan Noel babaya pek çok yeri gezdirmiştik. Sıra Olympos'a gelmişti gelmesine ama, orası hakkında çok az şey biliyordum.
Olympos’a gitmeden bir gün önce, o güzelleri güzeli yerin hikayesini, varsa efsanesini araştırdım, hem de gece boyu. Oraları çok iyi bilen, yaşayan, duyumsayan biri lazım. Çocuklar güzel güzel şakalaşırken kendi aralarında, onu aradım. Yol açtı bana. Bu hikaye, biraz da onun hikayesi.
Olympos’u Olympos yapan, işin doğrusu Bellerophontes adlı bir kahramandır. Ama buna talihsiz kahraman diyelim dilerseniz. Korint Kralının oğludur. Korint dediğiniz yer şimdiki Yunanistan’da bir yer.
Neyse, günlerden bir gün Bellerophontes ava çıkar. Avda yanlışlıkla kardeşini vurur, öldürür. Ne yapsa fayda etmez, babası da Kral, öyle boş bir adam değil yani, yaşamda istediği olan cinsten bir adam, alır kahramanımızı Trynis krallığına sürgüne gönderir.
Tyrnis Krallığı da arkadaşlar, bizim topraklarımızdan bir krallık. Lübnan’ın orada bir yerlerde. Levant bölgesinde yani. Bir de güzel güzel mi güzel bir kraliçeye sahip. Eh olacak bu ya bu güzel krallığın güzel kraliçesi Anteia , Bellerophontes’e aşık olur.
Bellerophontes Anteina’nın aşkına karşılık vermez. Bunu üzerine Anteina, yakışıklımıza iftira atar; Kral’a Bellerophontes'in kendisiyle sevişmek istediğini ve buna zorladığını söyler. Elbette Tyrnis kralı buna inanır ve öfkelenir.
Çok ilginç değil mi? Bütün dinsel kitaplarda Yusuf peygamberin başına da aynı şey gelir, yalnız dinsel kitaplarda değil, koca Truva savaşı Paris ile Helen'in efsanevi aşkı yüzünden çıkmamış mıdır? Ah kadınlar ve erkekler, aşk uğruna neler yapmaz ki? Yoksa aşkın bizatihi kendisi midir erkek ve kadınları kör kılan.
Ama, kral da olsa, emanet verilmiş oğlanı çok istese de, öldüremez. Bellerophontes’i, Lykia’ya, yanında bir mektupla, Olympos kentine gönderir. Lykia kralı, mektubu açıp okur, Mektubu okuduktan sonra Bellerophontes’in yaptıklarına sinirlenen kral, hemen bu prensin cezalandırılmasını ister istemesine ama evinde misafir ettiği bu prensi öldürüp, tanrıların gazabına uğramak istemez. Onun yerine prense sonu ölümle bitecek görevler verir.
“Bellerophontes'ın sonunda ölüm olan ilk göreviyse aslan başlı, yılan kuyruklu, ağzından ateşler saçan ve insanları öldürüp, köyleri yok eden efsane canavar Kimera'yı (Chimera) öldürmektir. Bundan sonraki görevler ise savaşçı bir kavim olan Solymlerle ile savaşmak ve son olarak efsanevi Amazonlara kafa tutabilmek. Bellerophontes, Yunan mitolojisinin en ünlü figürlerinden biri olan Athena’nın yardımları sayesinde evcilleştirdiği kanatlı atı olan Pegasus’a biner. Genelde cesur savaşçılara yolculuklarında yardım ederek onları ulaşıcakları yere götüren Pegasus'un bu seferki yoldaşı Bellerophontes olur ve ikili efsanevi canavar Kimera ’yı öldürmek için yola koyulur
Efsanevi canavar Kimera’nın yaşadığı yere gelen Bellerophontes cesur bir şekilde efsanevi canavarın önünde dikilir. Kimera’yı görünce onun bir efsaneden fazlasını olduğunu fark eden genç prens üzerindeki şoku attıktan sonra canavara saldırdı. Kimera ise karşılık olarak ağzından ateşler fırlatmaya başlar. Ateşlerden kaçan Bellerophontes en sonunda ölümcül bir manevra yaparak, ucunda kurşun olan mızrağını canavar doğru fırlatır. Kimera ateşler saçmaya devam ederken ateşlerden biri mızrağa denk gelir. Mızrağın ucundaki ok ateş nedeniyle eriyince, ok efsanevi canavarın kalbine saplanır. Kalbine saplanan oktan dolayı acı çeken canavar yerin altına gömülür ve inanışa göre ağzından saçtığı alevlerin bir kısmı da burada yeryüzüne çıkmaya devam eder. O günden bu tarafa da Antalya sınırları içerisinde yer alan Yanartaş’taki ateşin kaynağının Kimera’nın ateşi olduğuna inanılır.”```
Ama arkadaşlar, o dediğim Yanartaş, pek öyle sıradan bir yanar taş da değildir. Yüzlerce yıl önce yanmaya başlayan o ateş, bundan yalnıza 15 yıl öncesine kadar yanmaya devam etmiş. Olymposun ırmak yatağının denizle buluştuğu yerde denizciler, kimseler dokuz oturak karaya oturmasın, tumba olmasın, başına iş gelmesin diye her gece, evet her gece burada ateş yakar, yeni gelen balıkçı bu ateşin üzerine birkaç odun daha atar, gün ışıyana kadar ateşi sürekli beslerlermiş. Beslerlermiş ki kimse ekmeğinden olmasın, kimsenin başına bir şey gelmesin.
İşte o gece bana bu hikayeyi anlatan Hakan Tiryaki, o ateşe son odunu atan adamdı. Ondan sonra kimse atmamış.
O ayrıldı oradan ve artık kimse o ateşe, yaşama, tarihe ışık vermiyor. Tiryaki ise gökte yıldız olmaya, semah dönmeye karar verdi.
O ırmak ağzında, doğa, deniz, yeniden ateşi yakacak ve söndürmeyecek birilerini arıyordur eminim. Yine eminim ki Tiryaki, gökte semah dönerken yine oraya bir od bırakacak, "tehlikenin olduğu yerde anı yeniden parlayıverecek anı" ele geçirecek.
Tiryaki, kendi tarihini yazan biriydi ve bu çok büyük bir iştir. Yine eminim ki, o tarihi yazılmaya devam edecek.
Devrin daim olsun dostum.
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.