Alıntıların uzunluğu metni bir defada paylaşma imkanı vermedi.
Devamı aşağıda. BUYURUN REİSLER
YAŞLANINCA: BEN - BİZ
""Yakında artık daha nereye gidebileceğimizi bilemeyeceğiz," demişti; gayrı mevcut bir "biz"di bu söylediği, gözleri biraz boş bakıyordu."
SOHBET ZEVKİ
"Yaşlanınca azalacağına yoğunlaşan bir zevk, sohbet zevkidir, belki ayrıca kendisi için ve başkaları için bir şeyler yazıp kayda geçirme zevki. Bunun için daha fazla zaman vardır artık ve sonsuz sayıda tecrübe ve düşünce, başkalarına aktarılmak ve onlarla paylaşılmak üzere bastırıyordur. Gecenin eşiğindeki akşam semasına atıfla, yaşamın mavi saati diyebiliriz buna; insanı rahat bir köşeye yerleşip laflamaya, olup bitenlerin ve kafada dolaşanların sohbetini yapmaya teşvik eder. İş ki, karşılıklı birbirinizin sözlerine kulak verin, habire yavan tekrarlarla birbirinize eza vermeyin, acaba şimdi başkalarının henüz vakıf olmadığı hikayeleri ortaya dökmenin tam zamanı mıdır diye sorun kendi kendinize - tabii eğer ilgileniyorlarsa. Ruhunuza yük olan, bastırılmış bir şeyleri ortaya serebilirsiniz belki. Fakat kimse dinlemek istemezse sohbet akamete uğrar, galiba bu da yaşlanmanın bir sorunudur: Anlatmak isteyen çok insan vardır, kulak vermeye hazır olansa pek az. İnsanların sırayla konuşup dinleyeceği sohbet salonlan -kendiniz de organize edebilirsiniz-, buna bir çözüm olabilir."
KARA TOPRAK
"İnsanlar bahçeleri niye severler? Çünkü bahçeler, tıpkı dinler gibi, insanı tüm zamanlar boyu acıtmış olan fanilik yarasına merhemdirler. Fanilik özellikle modern insanın başına beladır, sonla beraber bir kara deliğe düşeceğine iman eder çünkü - ve bunun bir iman olmadığına iman eder. Bahçe, yeniden çevrimin, doğada gözlediğimiz döngülere geri dönüşün birey için de geçerli olduğu fikrine yaklaştırır bizi: Bir avuç toprak, insanın faniliğinin ötesindeki kaderinin de menzili olan oluş-tükeniş döngüsünün temsilidir. Ama tasavvuru nasıl kabil olur bunun?"
ANI YAŞAMAK
"Boş zaman hazzının bakımını yapabilir, amaçsız faaliyete ve salt varolmaya ayrılmış bir zamanın zevkine varabilirsiniz. Tıpkı bir çocuk gibi, beni ilgilendiren ve büyüleyen şeylere atlayabilirim kendimi; serbest kalmış düşünceler, olmadık ilginçlikte bağlantılara elverir. Carpe diem , anı yaşa - şimdi bu tarzda yaşamak için zaman vardır; bununla beraber, bunun "her günün tadına var" anlamına gelmemesiyle de barışık olmaktır bu."
DEPRESYON VE MELANKOLİ FARKI
"Modern ölümcül günah ise depresyondur. Her çağda insan olmaya dair olan, neredeyse antropolojik bir sabit teşkil eden depresiflik, üzgün ve mutsuz olabilmek, ağır bir başarısızlığa dönüşüyor, post-ahlakçı bir tutumla "hastalık" sayılıyor. Oysa kendini depresif sanan ve çok defa haklarında depresif teşhisi konanların birçoğu sadece melankoliktir. Gündelik dildeki anlamıyla depresyonlardan (çoğul) musdariptirler, bu da ruhun hiç de hastalıklı sayılamayacak bir varoluş biçimi olan, bildiğimiz selim melankoliden başka bir şey değildir. Kökenindeki kara safra kelimesinin (Yunancadaki melancholia) anlamından farklı olarak, ille bir acılık içermesi gerekmez."
MELANKOLİ
"...melankolide ilaçlardan çok sohbet arkadaşına ihtiyaç vardır, depresyonda ise hekim ve terapist müdahalesine. Melankolinin kendine mahsus zamanları vardır ayrıca; sonbaharda yapraklar düşerken, kışın güneşten mahrum kalınca, Quarterlifecrisis , Midlifecrisis2 ve daha güzel zamanları hatırladığınız diğer yaşam bunalımlarında. Melankoli geçerken mi uğramıştır, uzun mu kalacaktır, o sıralarda bilemezsiniz. Çok defa, özellikle de sükunetle geçip gitmesine imkan verilirse, kendiliğinden çekip gider. Onu "aşmak gerektiğinden" falan bahsetmeyin, öyle bir norm yoktur. İnsan olmanın bu yanının da yaşamı kemale erdirecek deneyimleri tamamlayacağını düşünmek, daha münasip bir anlayış olur."
YAŞLILIK VE MELANKOLİ
"Yaşlılıkta özellikle varoluşsal yalnızlık insanı melankoliye sürükler, benliğin hiçbir zaman olmadığı kadar yüceltildiği bir kültürde iyice pekişir bu yalnızlık. Çünkü benlik o oranda kendi kendisine geri fırlatılır: Ben yaşıyorumdur bu hayatı, başkası değil. Bir mutsuzluğun, hele bir felaketin önümde açtığı uçurumla yüzleşmesi gereken, benim. Bu yaşamı sonuna vardıracak olan da benim, kimse elimden alamaz bunu. Ölümden sonrasına dair de, benim başkalarınınkinden farklı kendi düşüncelerim vardır. Yaşamın ve bana görünen dünyanın sebebiyet verdiği dünya ağrısı , idrake sığmaz, teselliye gelmez. Ömrün sınırlı olduğunun, bu yaşamı ve sevdiklerimi günün birinde terk edeceğimin bilincinde olmak, bu sonun kaçınılmaz biçimde yaklaştığını ve artık fazla uzakta olmadığını bilmek, fazlasıyla acı verir."
TEMAS
"Yaşlanırken temasın öneminin karşılığını verebilmek için, en azından temel güvencenizi sağlamalısınız - mümkün olduğu sürece kendine bakma ödevidir bu, daha sonraysa başkalarının bakımı. Bu bakımın gereği evvela bedensel temastır, sözgelimi ötekinin elinde alışılandan bir lahza fazla kalan bir el; arada sırada, yanlış anlaşılmayacak bir kucaklama; düzenli mesaj ve beden terapisi, ev hayvanlarıyla meşguliyet, keza yıkanırken ve yüzerken suyla temas, maddeleri, kumaşları ve nesneleri ellemek.
Sadece dokunarak temas değil, hoşa giden her türden duyusal temas sakinleştirir bizi: güzel bir yüze, bir resme veya bir manzaraya bakmak, müzik dinlemek veya bizzat icra etmek, kendi kendine veya bir koroda şarkı söylemek, bir kokuyu içine çekmek, bir yemeği tatmak, keza hareket etmek, -ister gezinti olsun ister spor-, nesneleri, birçok şeyi yoğun tecrübe etmenizi sağlayacak kuvvetli bir duyguyla avuçlarınızın arasına almak. Duyusal temastan çıkacak pek çok anlam vardır ve her bedensel, duyusal tecrübe ruhsal ve zihinsel etkiler de yaratır."
AZALAN İNSAN YÜZLERİ
"Anlamla dolu, sakin bir hayat için her tür ilişki önemlidir, yaş aldıkça daha iyi anlaşılır bu. Bunun bilincine vardıkça, bununla ilgili sorular sorarsınız: Kimleri hayatımdan çıkardım? Haklı mıydım bunda, haksız mıydım? Üzülüyor muyum buna? Onun şimdi nasıl olduğunu bilmek ister miydim? Belki de bunun için artık çok geçtir ve filozof Hannah Arendt'in 6 7 yaşında ahbap çevresinden bazı insanlar öldükten sonra kendi yaşam çevresine ilişkin
gözlemlediği şey çoktan almış yürümüştür: "Tanıdık çehrelerin (ister dost olsun ister düşman) olduğu bir dünya, yabancı çehrelerle meskun bir tür çöle dönüş"mektedir. 1973 Aralığı'nda arkadaşı Mary McCarthy'ye mektubunda "yaprak dökme" diye tanımlar bu hali, hatta dünyanın "ormansızlaşması"dır bu , kendisi çekilmiyordur da oradan, "dünyanın kendisi çözülüp dağılmaktadır" sanki. En azından onun dünya algısı budur, dünyanın kendisinden başka bir şeydir bu , fakat bu ikisini ayırt etmek yaşlanırken insanlara zor gelir: Algıyı memnuniyetle gerçeklikle kaynaştırır onlar; oysa o algı, gerçekliğin köşesinden bir ısırıkla yetinecektir - yaşam boyu tekrar tekrar gerçekleşen her algı değişiminde ortaya çıktığı gibi."
KENDİNİ DİNLEYİP TEFEKKÜR ETME
"Sükünete giden yolda tayin edici önemde olan sekizinci adım, kendini dinleyip tefekkür etmektir. Ortamda sorular varsa, kendini dinlemek işe yarar. Kendini dinleyip tefekkür etmek anlam arayışıdır, bağlam arayışıdır, bağlantıları kurabildiğinizde hedefine ulaşmış olur: "Şimdi bir anlamı oldu işte ! " Burada söz konusu olan, nadiren yaşamın anlamıdır, genellikle yaşamın içindeki anlamdır, tek · tek fenomenlerin ve deneyimlerin anlamıdır. Peki ben anlamın muhtelif düzlemleri için ne yapabilirim, duyusal tecrübelerdeki bedensel anlamla ilgili, duygusal ilişkilerdeki ruhsal anlamla ilgili, düşünsel değerlendirmelerdeki manevi anlamla ilgili ne yapabilirim?"
YAŞAMIN ANLAMI
"Önceden bir dolu tecrübenin yığıldığı karmakarışık bir istif olan şeyin hatları artık görünür hale gelir. Hiç kimse yaşamını tastamam kuş bakışı görebileceğini iddia edemez, hele yaşamın tamamı üzerinde hiç iddia edemez bunu, yaşamın anlamı veya anlamsızlığı üzerine asla kesin hükümler verilemez. Mesele yaşamın nesnel hakikatine değil, öznel yaşamın hakikatine dair ikna edici bir fikre varmaktır. Benliğin içinde bir şeyler, yaşamı taşıyacak bir anlamlandırma için bastırır; hemen hiç kimse bu hayatı nasıl yaşadığına ve yaşamış olduğuna lakayt kalamaz. Eğer inancınız başka bir şeyi öngörmüyorsa, şimdi artık geçerli olan şudur: Varoluşun en yüksek mahkemesi, yaşama kendi verdiğiniz anlamdır, insan ancak kendisi önünde verir hayatının hesabını."
YAŞAMLA BARIŞIK
"Neşenin temel ruh hali, bütün ayrıntılarda değilse de esas itibarıyla yaşamla barışık olmaktır; benliğe ihtiyacı olanları verecek ve başka her şeyi alt etmeyi sağlayacak araçları elimize tutuşturacak olan yaşama tamamen güvenmektir. Yaşamla barışık olmak, yaşlılığın tüm müşküllerine ağır basabilir. Yaşamla barışıklığın refakatçisi sakin olmaktır, bu da hareketsiz durmaktan 1 gelir, dolayısıyla hiç zor değildir, hele yapıp eylemek daha zor hale geldiğinde kendiliğinden kolaylaşır. Şeyleri oluruna bırakın, olduklarından daha fazla rmaşıklaştırmayın, yeterince karmaşıktırlar zaten. Bırakın başkaları önden buyursun, ne yapacaklarsa yapsınlar. Yaşam hangi makamdan çalıyorsa, ona uyun. Artık kalamayacak olanı kendi isteğinizle bırakın, gitsin. Kendinizi gelmekte olana gönlünüzle bırakın, varsın gelsin. Yaşamı şu veya bu şekilde bambaşka bir yöne döndürecek olan felaket de gelecekse gelsin, bırakın."
HER ŞEY SÜKUNET VERMEZ
"Her şeye de sükunetle bakamazsınız, ama niye bir de hiddetlenesiniz ki? Belki arada sırada kızarsınız, zıtlık ayarı uğruna. Sükunetin de nefes alabilmesi gerekir: Onun nefes verişi, sakin olmaya verdiğiniz molalardır. Derin nefes almaksa: Daha sakin olmak, öncekinden daha açık sözlü olmaktır, kaybedecek bir şeyim yoktur çünkü. Saldırgan olması gerekmez, yumuşak bir açık sözlülük olabilir bu artık, zaten testosteron seviyesi düşüyordur. Her şey tedavidir artık, hiçbir şey ödev değildir. Artık kimseye bir şey kanıtlamam gerekmez, ne kendime ne başkalarına; öyle değilse de zaten çok geç kalmışımdır bunun için.
Yaşlılığa atfedilen ve neredeyse hiç çaba göstermeden kendiliğindenoluşan bir miktar bilgelik de mümkün hale gelir - çünkü aptallıkta sebat edecek kuvvetiniz yoktur artık. Bilge insan, o an elinde olanla yaşamayı bilendir. Ters durumlardan da çıkaracak bir şeyler bulunur: "Bundan da bir şeyler öğrenebilirim. " Yaşam boyu çok şey öğrenmiştir ve çok şey biliyordur fakat tüm bilginin göreceli olduğunu da biliyordur. Sezgilerinin zenginliğiyle halihazır durumu ve bundan sonraki gelişmeleri değerlendirebilir. İnsanın olanaklarının ve olanaksızlıklarının ne kadar gür olduğunu biliyordur, yaşamdaki bağlantılar ve hep tekrar eden düzenlilikler hakkında bir idraki vardır. Bu, yaşamı sanki dışarıdan bakıyormuş gibi görme imkanı verir ona, gençlik heyecanı içindeyken çoğun eksikliğini çektiği bir sükunet mesafesine sahiptir artık."
CEPHEDE EN ÖNCE
"Sükünet, yaşlandığımızda kazanabileceğimiz bir şeydir. Ona giden yolda dokuzuncu bir adım, yaşamın yaklaşmakta olan sınırı karşısında bir tavır takınmaktır. Başkalarının ölümüyle giderek daha sık yüz yüze geliriz, her seferinde daha yakınımıza gelir, bazen iyice yakınımıza sokulur ve biz "O bunu geride bıraktı" diye düşünürken yakalarız kendimizi. Anne babanızın hayatta olmadığı andan itibaren, gayet açıktır: Artık cephede kendi başınasınız, öte tarafla bu taraf arasında bir tampon yok artık." (BABA BİR SIRALAMADIR)
ERTELENEN ÖLÜM
"Hep "Ölmeyi son ana kadar erteleriz," demiş olan babam, ölüm döşeğinde yanında bulunan kardeşlerime "Nasıl ölüneceğini göstereceğim şimdi size," bildiriminde bulunmuştu. O 84'ünde öldü, annem 88'inde, büyükanne ve büyükbabalarım daha da fazla yaşlandılar: Benim hedeflediğim yol da bu mu olmalı?"
ÖLMENİN ANLAMI (ÖLÜMÜN DEĞİL)
"Ölüm, inatla ayak direyerek yaşama tutunabilir: Ölümün bilinmeyen hakikatinin bir veçhesi de, şayet bir anlam taşıdığını evrim sürecinde çoktandır kanıtlamış olmasaydı, ölüm diye bir şeyin olmamış olacağıdır, belki. Yaşamın bir bütün olarak sürebilmesi için, bütün tekilliklerin geçip gitmesi gerekir: Bu sadece benim için değil, bütün Ben'ler için, her varlık için geçerlidir, insanlar istedikleri kadar ölümü yaşamın en büyük anlamsızlığı saysınlar.
Ölüm her bireyin yaşamını bitirerek genlerin yeniden karışacağı yeni yaşamlara yer açar; böylece taze kuvvetlerle yeni olanakları gerçekleştirmeye, eski sorunları yeni bir tarzda karşılamaya girişir yaşam veya onlarla baş edememeyi sürdürür. Evrimsel açıdan bu modelin, terliksi hayvanın ebediyen kendini yineleyen üreme modelinden çok daha başarılı olduğu açıktır."
ÖLÜMÜN ÖTESİ
"Muhtemelen insanın aklına metafizik bir boyut ancak şimdi gelir. Bunun hiç de bazılarının inandığı gibi "doğa ötesi" olması gerekmez (ta meta ta physika, Aristoteles'in bir metnine sonradan konan başlıkla) . Her tür sonsuzluğu sonsuza dek geride bırakan, yani kelimenin tam anlamıyla "aşan" , dünyevi bir kozmik doğa da söz konusu olabilir pekala. Sükunet, bir sonsuzluk içinde korunup kollanıyor olduğunu bilmenin duygu ve düşüncesidir, buna ne ad verdiğiniz o kadar önemli değildir. Daha önemlisi, sonun yaklaşmakta olduğu bir zamanda sonsuzlukla barışık olabilmek, hatta daha büyük bir bütüne ait olduğunuza neredeyse çocukça güvenebilmek tir, tıpkı içinden çıktığı dünyanın bir parçası olduğuna güvenen bir çocuk gibi. Bu tutum şimdi çok yakındır insana, zaten takınacak pek başka bir tavır da yoktur artık."
ÖLÜM ÖTESİ 2
"Ölüm, ister dünyevi ister dinsel anlamda aşkınlık deneyimine açılan kapıdır. Hakikatle ilişkisinin nasıl kurulduğu önem taşımaz: lş neticede hiçbir insanın kesin emin olamayacağı bilgide değil, anlamdadır burada, her insan kendi anlamını bulur, inandırıcılık temelinde (aklının kestiği) olsun, estetik temelinde (gözüne güzel görünen) olsun.
Buna göre, bir aşkınlık kabulü, her insan için ayrı bir yaşam hakikatine dönüşebilir. Sükunete giden yoldaki muhtemel onuncu adım budur: Yaşamı, sonlu yaşamın ötesinde açılan bir sonsuzluk boyutuna açmak, en azından tasavvur etmek bunu. İnsan tam da en zayıf anında, yaşanmış hayatı aşan dolgunluğuyla onu olası bir anlamsızlıktan uzak tutacak bir duygunun yatağına yatırılmış hissedebilir kendini - şayet nihai hakikati tam da o anlamsızlıkta görmeyi tercih etmiyorsa."
VARLIK NEDENİ
"Peki niçin , bütün bunlar? Bütün varlığın anlamı nedir? Eğer enerji varlığın ve varoluşun özü olarak anlaşılabilirse ve enerjinin özü de onda depolanmış bir imkanlar bolluğunda görülecekse, şu sonuç çıkar buradan: Bütün varlığın anlamı, varlığın bütün imkanlarını başka bir erek olmaksızın, sonsuza dek, ad infinitum kullanmaktır belki de. Bu süreç günün birinde sonuna gelip çatarsa, tekrar baştan başlar, da capo. Buna göre insan yaşamının anlamı, insan olmanın bütün imkanlarını denemekte yatıyor olabilir; her insan bir imkanı veya birkaçını sınayabilir, çünkü çok fazlasına ömür yetmez. lnsan yaşamını doğanın muhteşem bir icadı olarak görebiliriz. Saçma bir icat olmasın aynı zamanda? Belki, fakat öyle bile olsa, bu şahane saçmalıktaki istisnai durumun zevkine varmanın, onun hep yeni imkanlarını keşfetmenin ve onun gerçekliğini güzelleştirmeye katılmanın cazibesini artırır yalnızca."
BENİM YAŞAMIN İÇİNDEKİ YERİM
"Tekil insan yaşamının anlamı, yaşamın imkanlarını alabildiğine geliştirmeye bireysel katkıda bulunmak olabilir; bu katkı çok küçücük olsa, bireyin kendisine de pek ehemmiyetsiz görünse bile: Yaşamı zenginleştiren imkanlardan biri de benim, benim yaşamımın anlamı budur, ta başından en sonuna kadar. Herkes için böyledir bu. Her bireyi her deneyimi, bütünün bakış açısından bir anlam taşır: Bütün evrim, imkanların sayısız tekil yaşam tarafından çabucak gerçekleştirilmesinden fayda sağlar. En küçük ölçekte sınanan bir imkan, büyük süreç tarafından devralınabilir, birçok seyahat menzilinin birçok insanın keşiflerine dayanarak rağbet bulmasıyla kıyaslayabilirsiniz bunu: Herkes bir veya birkaç menzilin keşfine çıkar, tecrübeler kulaktan kulağa yayılır, sonunda herkes nerelerin zahmete değip nerelerin değmeyeceğini öğrenmiş olur."