Cennet’i Talan Etme
Köyde, Bayram zamanı bir-iki gün işe gidilmiyor. Namazdan sonra köy halkı İskele Meydanı’nda toplanıyor. Meydanın en uygunsuz yerine bir 8-10 özel araç çekilmiş. Meydanın kenarında, en gencinden, sıranın sonunda sandalyede oturan en yaşlısına uzanan geniş bir çember oluşuyor. İmam efendi’ye; Anons ederse araçların oradan çekilebileceğini söyledim. “Kime ne zararı var ki arabaların?” dedi. Çember buralarda kesintiye uğruyor. Sıradaki arkadaşım; “Boşuna konuşuyorsun. İmamın arabası da orada,” diyor fısıltılı bir sesle.
Gençler başlatıyorlar bayramlaşma seramonisini. Geçlerin tarafından toplanan bir kurdele, el öperek, el sıkışarak yaşlılara doğru akıyor. Herkes bayramlaştıktan sonra köylüler evlere, kurban kesimi için gidiyor. Törenden sonra meydanda kalan birkaç yaşlı, alana çekilen araçların uygunsuzluğundan, insanları ne kadar boşvermiş ve duyarsız olduklarından şikayet ediyor.
Birinci gün boğazları kesilen oğlakların seslerini duymamaya çalışmakla, büyükleri ziyaretle, bayram nedeniyle köye dönen arkadaşlarla hasret gidermeyle geçip gidiyor.
İkinci günü denize gitmek istiyoruz. Ama sahil yakın çevreden gelenlerle -köylüler denize girmiyor, bu da ayrı bir anlatı konusu- dolup taşacak. Bunu anlamak zor değil. İnsan olmayan bir yere gitmek istiyoruz. Köyün doğu tarafındaki Bekir Limanı bu iş için ideal. Oraya gitmeye karar veriyoruz. Malzemeler hazırlanıyor. Torunum Deniz’i sırtlıyorum. Yukarıdan koyun camyeşili denizine durup durup bakıyor, gördüğümüzün tadına vararak iniyoruz. “Dede burası çok güzel. Hep buraya gelelim,” diyor Deniz.
Yolun yarısında arkamızda insan sesleri duyuyorum. Saçsakala karışmış, kolları omuzları deniz yanığı erkekler, koşturarak gelip yetişiyor.
“Hayırdır?” diyorum.
“Denize ağbi,” diyor en yaşı geçkinceleri.
“Burasını nereden biliyorsunuz? Çok sapa bir yer bura.” karşılığını veriyorum. Sesimdeki belli belirsiz hoşnutsuzluğu gizlemeye çalışmıyorum.
“Bu koy Cennet gibi ağbi,” diyor.“
Ben;”Cennet’e girmek ne kadar da kolaymış,” derken, acele adımlarla geçiyorlar yanımdan. Gençten olana “Koş sen, kayaların dibini kap,”diyor gençlerin birine. Patikada ayakları dolanan, düşmemeye çalışan genci bir güzel de azarlıyor koşamadığı için.
Biz diğer kenara açıyoruz şemsiyelerimizi. Çitlediğimiz kabak çekirdeklerini bir gazeteye ata ata sohbet ederken onların nağraları, “Ah!”ları, “Oh!”ları, bol vurmalı müzikleri yankılanıyor kayalarda. Akşama doğru arkalarında yenmiş karpuz kabukları, boş bira, su şişeleri, poşetler, tavuk ambalajı tabakları, türlü “ifrazat” bırakarak, güle oynaya gidiyorlar.
İnsanları “Cennet”ten nasıl uzak tutabileceği üzerine düşünüyorum. Sessiz, sakin, ıssız hiçbir yer kalmayışı, her yerin insan işgali altında oluşu gerçeğini bir kez daha Bekir Limanı'nda görmenin sıkıntısı, üzüntüsü kaplıyor içimi. Ben de insanım. Bu bile bana "battı" durdu. Karmaşık duygularla cebelleşiyorum gün boyu. Tür değiştirme olanakları üzerine hayaller kuruyorum.
Akşama doğru duyuyorum Marmara Adası’ndaki büyük yangını, yangında yanarak ölen yüzü geçgin hayvanı.