Hulusi Reisim, tercihinizi yapana kadar konuşmak istememiştim, ama çok da merak ediyordum...
bence gayet yerinde tercihler olmuş.
Mehmet Akif çift anadalı rahatlıkla başarabilecek bir genç herşeyden önce...
Burada önemli olan ne istediğini bilmek ve kararından emin olmak. İşte bu noktada 18 yaşında bir genç ile 20 yaşında bir genç arasında ciddi farklar olabiliyor. Geçen Ahmet Reisle de benzer bir bağlamda konuştuk. O yüzden gerçekten emin olana kadar opsiyonları en geniş şekilde tutacak tercihler çok mantıklı. İçindeki fizik sevgisi nispeten yeni filizlenmiş, bunun nasıl şekilleneceğini zaman gösterecek. Zaten ilk iki sene neredeyse bütün dersleri aynı iki bölümün de...
Boğaziçi mi Koç mu meselesi şu anki aklımla bile karar vermesi güç bir mesele, aynı ikilemi yaşamışsınız. Ancak dediğiniz gibi marka değeri bir başkadır. Yakinda 40 yaşıma gireceğim, mezun olalı 15 sene olmuş hâlâ "Boğaziçili çocuk" titrinin işe yaradığı yerler oluyor profesyonel yaşamımda... Benim kendisine Koç'u işaret etmemin sebebi aktif bilimsel araştırmanın içine doğrudan girecekse avantajlı olabilecek tarafları olması idi. Bundan yıllar önce aynı konumda kalmışken ben Koç'u başa yazmiştım mesela hem de nispeten yeni bir üniversite olmasına rağmen o zamanlar, puanım yetmedi giremedim, iyiki de yetmemiş de Boğaziçi'ye girmişim diyorum yıllar sonra bakınca...
"Içindeki fizik sevgisi yeni filizlenmiş" mevzusunu biraz açayım izninizle. Ben 13-14 yaşında iken koydum bu mesleği kafama mesela. O yaşlardan beri istiyor olsaydı zaten fiziği başa yazmakta ısrar edebilirdi.
gerçi derece yapmak da nasıl bir baskı yaratıyor insanın üzerinde az çok tahmin edebiliyorum.
Geçen bir asistan sınavında fizike karşı özel bir yeteneği olduğu belli olan bir kız geldi. Bizim sözlü sınavların bir "racon" u vardır tabir-i caizse. Baktık ki her soruya cevap veriyor, içimizi bir merak kaplar acaba nereye kadar gidebiliyor diye sordukça sorarız. Bu adayın da o yüzden sözlüsü biraz uzun sürdü. En sonunda dayanamayıp sordum: kaç yaşından beri fizikçi olmak istiyorsun diye... Çok şaşırdı, sanki "nerden biliyorsun bu özel sırrımı" der gibi mahcup bir gülümseme ile "sekiz" dedi... belli oluyor, çıkabilirsiniz dedim ben de gülümseyerek...
-----------
Hazır çenem düşmüşken tepegöz meselesine de birşeyler yazayım... Genç öğretim üyesi arkadaşları eleştirdiğim bir husus dersi powerpoint slaytlarından anlatmaları... Şimdi çalıştığım yere başladığımda vereceğim Modern fizik dersini ilk defa vereceğimi duyanlar slaytların hazır mı dediler. Ne slaydı yahu mis gibi aşağı yukarı kayabilen amfi tipi karatahtalarınız var dedim ve kendime birkaç farklı renk tebeşir dışında bişey almadım. Dönem başladıktan bir buçuk ay geçmeden dekan hocamız "süper geri dönüşler alıyorum öğrencilerden ders hakkında teşekkürler" diye aradı, çok mutlu oldum. Boğaziçi'nde Amerikan ekolünü gördüğümüz kadar Gebze’deki Azeri hocalardan Sovyet ekolünü de görmüştüm zira... Bu hocalar derse sadece kalem ile girerlerdi ve not bile kullanmazlardı. 3 saat boyunca 8 - 10 defa doldurup sildikleri tahtada koca bir teoriyi kafadan kurarak adeta sanat yaparlardı. Derste dinlediklerinizi unutsanız da lezzetini unutmazdınız. Yani demem o ki ben de o "egzantrik" tiplerden sayılabilirim
--------
Son olarak bir küçük tavsiye. Mehmet Akif bu önemli başarısını zaten hayatı boyunca taşıyacak ve haklı gururunu yaşayacak. Bunu zor zamanlarında onu motive edecek bir yardımcı olarak cebine koysun, bir baskı unsuru olarak ayağına dolaşmasına izin vermesin. Lise hayatı bitti artık, üniversite bambaşka bir atmosfer, özellikle de Boğaziçi. Türk gencinin hayatındaki en sıkıntılı dönemi geride bıraktı, hem de alnının akıyla, sonrası için sıfırdan tertemiz bir sayfa açsın... nice başarıları ile gurur duymak ümidiyle...
"...parce que je suis heureux en mer et peut-être pour sauver mon ame..." - Bernard Moitessier