Kendimi bildiğim bileli defalarca duyduğum bir kısaltmaydı GAP... Bölgedeki tarımın gelişmesi için inşa edilen barajlar, hidro-elektrik santraller ve sulama sistemlerini içeren Güneydoğu Anadolu Projesi . Bir süre sonra proje ikinci plana atılmış gibi hepimiz Güneydoğuya GAP demeye başlamıştık. Çevremde pek çok kişinin GAP’a gittiğini gezdiğini, kebaba ve baklavaya doyarak geldiğini duymuştum. Benim neyim eksikti? Daha doğrusu bizim neyimiz eksikti?
Bir akşam eşim Ece’yle otururken birden aklımıza gelen GAP turu fikri ikimizi de heyecanlandırmış ve hızlı bir şekilde uçak bileti almamıza sebep olmuştu. iki sene önce Annem ve Babamla gittiğimiz kısmi Doğu Anadolu gezimizin tadı hala damağımızdayken bu sefer Ece’nin Anne ve Babasını da maceramıza katmaya karar vermiştik. Altı kişi için 29 Ekim tatili ve kurban bayramını da değerlendireceğimiz 4 günlük bir tatil planlamıştık. Ama sonra bu tarihlere çok kısa zaman kala, hava şartlarını ve günlerin kısalığını da göz önüne alarak seyahatimizi 1 Mayıs tarihine ertelemiştik.
Gezinin güzel ve verimli geçmesi için önce iyi bir araç araştırılarak kiralanması, sonra uygun bir güzergah belirlenmesi, konaklanacak yerler ve tarihlerin hesaplanması, güzergahta durulup gezilecek tüm tarihi ve turistik yerlerin seçilmesi son olarak da tüm yerler hakkında minimum düzeyde rehberlik yapabileceğimiz kadar bilgi toparlanması lazımdı.
Gezi öncesi son 3 ay tüm bu gerekenleri yapabilmek için çok çalıştım. Her akşam en az 1-2 saatimi ayırarak edindiğim kitapları, internet üzerindeki gezi yazılarını ve makaleleri okudum. Saatlerce belgesel film seyrettim. Onlarca insanın hayatını, devletlerin ve kralların tarihlerini okudum. Bu bilgilerin gerekli olanlarını Ece’yle paylaştım. Pek çok konuda fikrini aldım. Bu çalışmalar sonucunda ortaya anladık ki; olağan bir GAP gezisinden farklı olarak tarihin en eski uygarlıklarına kucak açıp onların hayata tutunmalarını sağlayan, efsanelerin, masalların, türkülerin ilham kaynağı, Fırat ve Dicle nehirlerinin arasında kalan o eşsiz bölgeyi, Mezopotamya’yı gezecektik. Toplamda dört günde altı şehri görecektik.
Sonunda Ece’nin yardımıyla tüm hazırlıkları tamamlamayı başardık.
Şimdi Sabiha Gökçen havaalanı 307B kapısı bekleme salonunda yanımda Anne Babam, Fadime - Sadettin Karabaş’la, karşımda Eşim Ece, Anne ve Babası Seval – İrfan Astunç’la Gaziantep uçağının kalkmasını bekliyoruz. Bu gezide kişilerden bahsederken karışıklık olmaması için herkesi kendi ismiyle anacağım çünkü iki anne ve iki baba var. Sınav kapısında bekleyen bir öğrencinin çalıştığı her şeyi unutmuş gibi hissetmesi gibi ben de rehberlik için tüm çalıştıklarımı unutmuş gibiyim. Anne babalarımızla daha önce hiç gitmediğimiz bir coğrafyayı görecek olmanın heyecanı ve mutluluğu içindeyim. Haydi hayırlısı.
1. GÜN Çapkın Zeus 1 Mayıs 2013
Gaziantep havaalanına saat 07:15’te indiğimizde sıcak ve güneşli bir gün bizi karşılıyor Hava durumu tahminleri önümüzdeki dört gün boyunca havaların böyle güzel geçeceğini söylemişti Bagajlarımızı alıp kiraladığımız minibüsü teslim alıyor şehir merkezine doğru yola çıkıyoruz. . Eski adı Ayıntab olan, Kurtuluş savaşının sembol şehri Gaziantep, tahmin ettiğimizden büyük bir şehir. Uçaktan görünen manzaradan bunu anlamıştık ama içine girdikçe daha da büyüdü gözümüzde. Bir buçuk milyonluk nüfusuyla bölgenin en büyük şehri. GAP şehri olmasına karşın ara ara Akdenizde’ymişiz gibi hissediyoruz. Kahvaltı için üç alternatif sunuyorum. Ciğer kebabı, etli bir çorba olan meşhur Beyran ve standart pastane kahvaltısı. Oy birliğiyle karar alarak Ece’nin Gaziantepli iş arkadaşı Engin Beyin tavsiyesi olan Önder Pastanesine doğru yola çıkıyoruz. Bu pastaneyi ve tüm gezi boyunca pek çok durağı ve yemek noktasını bulmamızı Ece’ye ve cep telefonu navigasyonuna borçlu olduğumuz belirtmeliyim. Önder Pastanesi, standart bir pastane kahvaltısının ötesinde kendi özgü harika su böreği ve geleneksel Gaziantep katmerinin başarılı bir örneği ile beklentilerimizin hayli üzerinde bir kahvaltı sunuyor bize.
Önder pastanesinden çıkıp Gaziantep kalesine doğru harekete geçiyoruz. Gazi Antep kalesi tüm heybetiyle bize hoş geldin diyor. Aracı park ettiğimiz alanla kale arasındaki derin hendek bize kalenin iyi korunduğunun bir ispatı. Kalenin yanından yukarı doğru çıktığımızda eski Antep şehriyle de tanışmış oluyoruz. Bu yoldan çarşıya doğru ilerlerken Babam, bize 40 sene önce buraya ilk gelişini anlatıyor.” Tam buradan yukarı doğru yürürken yaşlı bir adam, kendisine neden selam vermediğini sorar , O da mahcup olur ama sonra kısa sürede sohbete başlarlar. Beraber lokantalardan birisinde köfte yerler, yaşlı adam kalenin alt tarafında mağaralardan birisinde yaşamaktadır. Ayrılırlarken babama bir tutam ot verir. “Bunu evinden hiç eksik etme başına hiçbir dert bela gelmez” der yaşlı adam. Babam da otu eve götürür ama sonra defalarca taşındıkları için nereye koyduklarını bile unutur, kaybolur gider o bir parça ot… Babam ;
“İnanmam ama sanki adam ermiş birisiydi” diye bitiriyor anısını. Sözleri bittiği anda bankta oturmuş yaşlı bir amca görüyoruz. Adam 83 yaşındaymış. Babam, O’na eskiden burada mağarada yaşayan adamı soruyor. Yaşlı adam mağarada yaşayan bazı insanlar olduğunu doğruluyor ama asıl adamı hatırlayamıyor.
Gaziantep’in kalbi olan bu çarşıyı çok beğeniyoruz. Bakır ustalarının bakırı dövdükleri çekiç sesleri bize hoş geldiniz der gibi. Çeşitli ev ve mutfak gereçlerinden, hediyelik ev eşyasına bakır ürünler vitrinleri süslüyor. Bu tarih kokan yerde eski evler, içinde mağaralar olan tarihi hanlar var. Hanların içinde mağaralar da dahil her yer turistik ürünler satan mağaralara dönüşmüş. Bakır dışında deri çarıklar, çantalar, bıçaklar, tarım aletleri, mutfak malzemeleri göze çarpıyor. Dükkanların arasında sıkışmış kalmış ufak bir ekmek fırınında tırnak pideleri görünce Ece’yle birbirimize bakıp gülümsüyoruz. Çarşının içinde bazıları tarihe karışmış el sanatlarının sergilenip satıldığı Gümrük Han’da çok güzel vakit geçiriyoruz. Buradan Türkiye’nin belki de tek mutfak müzesini ziyaret ediyoruz. Bu müzeye giriş 1 TL. Müze kart sahipleri ya da 65 yaş üstü kişilere ücretsiz. İki katlı müze geleneksel bir Antep evi. Gaziantep’e özgü olmaktan çok teknoloji öncesi dönemde Anadolu’nun herhangi bir yerinde kullanılan tüm mutfak eşyalarını bulabileceğiniz şirin bir mekan. Ben 38 yaşında olmama rağmen bilmediğim ya da hatırlamadığım mutfak gereçleri de gördüm. Her iki katta da Antep yemekleri hazırlayan ya da sofrada oturmuş yemek yiyen insan maketleri var. Müzenin en önemli eksiği sergilenen eşya hakkında yeterli açıklamaların olmayışı. Bu eleştirimizi görevlilere ilettikten sonra oradan ayrılıyoruz. Müze yetkilileri de kimsenin açıklamaları okumadığından şikayet ediyorlar. Koskoca müzeyi beş dakikada gezip çıkan gençler olduğundan yakınıyorlar.
Gaziantep’te saatler ilerleyip güneş yükseldikçe sıcaklık da artıyor. Çarşıyı bitiremeyeceğimizi anlayınca vakit kaybetmemek için turumuzu yarıda kesip Zeugma Müzesine gitmeye karar veriyoruz. Yarım bırakmak dedim çünkü son gün tekrar burada olacağız ve o zaman bu orijinal çarşıyı gezmek için daha fazla vaktimiz olacak.
Zeugma müzesinin gezimizin en heyecan verici duraklarından birisi olacağını biliyoruz. Nizip ilçesindeki antik Zeugma şehrinden çıkarılan mozaikler burada sergileniyor. İpekyolu’nun işlek bir durağı olan, Pers İmparatorluğu ve Roma İmparatorluğu’nun sınırı olan Zeugma şehri, bu konumu sayesinde zamanının en zengin şehirlerinden birisiymiş. Bu zenginlik doğal olarak sanata da yansımış ve o zamanın zenginlerinin yaptırdığı evlerde, meydanlarda mozaik sanatı en güzel örneklerini vermiş. Daha önce belgesellerde gördüğümün çok daha ötesinde etkileyici olan mozaikler daha girer girmez bizi cezbediyor. Müzeden girer girmez hepimiz elimizde fotoğraf makinelerimizle etrafa dağılıyoruz. Bizimle birlikte müzeyi gezecek olan bir gezi grubuna takılarak daha güzel bilgi edineceğimizi düşünüyoruz. Tur rehberi bize mozaiklerdeki eski yunan tanrılarını detaylı hikayeleri ile anlatıyor. İki katlı müzede yaklaşık 2 saat geziyoruz. Zeus’un türlü çapkınlıklarını, Hera’nın kıskançlıklarını, Achillius’un , Odessius’un kulaklarını çokça çınlatıyoruz. Merkür heykelinin zarafetini, Çingene kızı ismi takılan Dyonisisoun rahibe kızının mütevazılığını izliyoruz. Zaman zaman birbirimizi kaybetsek de sonunda istemeden de olsa müzeden ayrılıyoruz.
Hava iyice ısınmış. Karnımız tekrar acıkmış. Kebabın anavatanında karnımızı doyuracak güzel bir yer biliyoruz. Müzenin sırtını dayadığı mahallenin dar sokaklarından birisinde önceden bir arkadaşımızın tavsiye ettiği Kebapçı Halil Ustayı buluyoruz. Bu kocaman restaurantta 10-15 garson masadan masaya koşturmaca içindeler. Burada yediğimiz etler ve kebaplar bize methedildiği kadar güzel gelmedi. Ama servis fena değildi. Standart salataya ilaveten, sumaklı soğan istedik, ayranlar da lezzetliydi. altı kişi 90 TL hesap ödedik ki bu da çok makul geldi. Halil Usta epey isim yapmış bir restaurant. Duvarlarda sayısız ünlü insanın burada yemek yerken çekilen fotoğrafları vardı. Zeugma’ya yakın olduğu için burayı tavsiye ederiz. Ama şehir merkezine dönme şansı olanlar orada daha çok seçenek bulacaklardır.
Gaziantep şehrinde işimiz bitti sayılır. Ama önce yapmamız gereken önemli bir şey var. Kiraladığımız minibüsün arka koltukları birbirine bakacak şekilde yerleştirilmiş. Koltukları değiştirmezsek 4 gün boyunca birileri ters oturarak seyahat edecek demek. Bunu kimse istemediği ve koltukları kendimiz değiştiremeyeceğimiz için tekrar havaalanı tarafına gidiyoruz. Kiralama firmasındaki görevlilerde neredeyse 15 dakika süren işlem sonucunda koltukları düz hale getiriyorlar. Sonradan bu işlemi yaptırmamızın ne kadar önemli olduğunu anlayacağız.
Gaziantep’ten çıktıktan sonra amacımız Zeugma antik şehrinin kendisini de ziyaret edebilmekti. Ama Gaziantep’te tahminimizden fazla kaldığımız için planımızı değiştirerek doğrudan Halfeti’ye gitmeye karar veriyoruz. Burada Birecik Barajını ve su altında kalan Eski Halfeti’yi göreceğiz. Tekne turu yaparak su altında kalan evlerle tarihi Rumkale Manastırı’nı göreceğiz. 1 saatlik yolculuk sonucunda Eski Halfeti’ye ulaşıyoruz. Buraya geldiğimizde iki sorunla karşılaşıyoruz. Birincisi bugün 1 Mayıs bayramı ve resmi tatil. Halfeti’de müthiş bir kalabalık var. Araç ve insan yoğunluğu had safhada. Gezi teknesi bulmak çok zor. Büyük tekneler çok kalabalık ve gürültülü. Küçük bir tekne buluyorum. 15 yaşında bir delikanlının teknesi bu. 50TL’ye pazarlık edip anlaşıyoruz. İkinci problem ise, o sırada hava kapanmaya, rüzgar şiddetini artırmaya başlıyor. Annem, biraz korkuyor. Ben onları ikna ederim diye düşünüyorum. Ben pazarlık ederken bir bakıyorum, grubumuz dağılmış. Bir kısmı sahilde fotoğraf çekiyor bir kısmı ortada bile yok. 15 dakika sonra bir araya geldiğimizde anlaştığım delikanlının başka bir grubu alarak teknesiyle uzaklaştığını görüyoruz etrafta başka ufak tekne yok 15-20 dakika sahilde bekliyoruz ama tekne gelmediği gibi kalabalık da artmaya devam ediyor. Hava gittikçe kötüleşiyor. Yeni bir tekne gelse de ufacık ve gürültülü teknede konforlu bir yolculuk yapamayacağımızı anlıyoruz. Sahilden yürümeye karar veriyoruz. Rumkale’yi göremeyecek olsak da su altında kalan evleri ve camiyi görüyoruz. Kıyıdaki restaurantları insanlar doldurmuş. Her taraf ana baba günü. Ben yavaştan sersemlemeye başlıyorum. Daha uzun bir yolumuz var. Bu akşam Nemrut dağının eteğindeki Adıyaman Kahta ilçesi Karadut köyünde olmamız lazım saat 17’ye geliyor. Dönerken eliyle Akdeniz’i işaret eden Atatürk heykelini görüyoruz. Ece diyor ki;
“ Bak! Atatürk seni gösteriyor, tekne bulamayan adam işte bu Mücahit”. Espri güzel ve anlamlı söyleyecek sözüm yok...